ABD Başkanı Trump’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektubu ilk gördüğümde bunun “trollerin işi” olduğunu düşünmüştüm.
Mektubu bizzat açıklayıp, medyaya dağıtanın da Beyaz Saray olduğunu öğrenince, kuşkum, hayrete dönüştü.
Önce şunu söylemeliyim:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu mektuptaki düzeysiz ifadeler nedeniyle suçlanmasına, eleştirilmesine katılmıyorum.
Eleştirilecek olan mektubu yazandır, mektuptaki ifadeler de onun tıyneti ile ilgilidir.
Birisi bana mektupla, maille vs. hakaret etti diye üzülmem gerekmez, herkesin ayıbı kendine!
Trump da sanırım dünya tarihinin gördüğü en dangalak, densiz, terbiyesiz ve narsistik kişilik bozukluğu sorunlarından mustarip tiplerden biri olarak tarihe geçecek.
Bin Odalı Saray, mektuba cevabın, mektubun ciddiye alınmayarak harekâtın başlatılmasıyla “sahada” verildiğini söylüyor.
Olabilir, bu bir yanıt sayılabilir tabii.
Ama insan Erdoğan gibi bir karakterden de böyle “soğukkanlı bir tavır” beklemiyor haliyle.
Kasımpaşa, ABD’de nereye tekabül ediyor bilmiyorum ama AKP Genel Başkanı da konuşmalarındaki nezaketli üslubuyla bilinmiyor sonuçta.
Daha geçtiğimiz cumartesi günü yazdım, “bu üslup Cumhurbaşkanı’na yakışıyor mu” diye.
Yine coşmuş “Lan bombayı atan sizsiniz” diye verip veriştiriyordu.
Şimdi “milli birlik ve beraberliğimize zarar vermemek için” (burada asker selamı verdim) Cumhurbaşkanı’nın, bayramlık ağzını açtığında muhalefet liderlerine, yazarlara, gazetecilere neler neler söyleyebildiğini tekrarlamayacağım!
Bunlar seçmene güzel görünüyormuş, ne demekse “sahici” oluyormuş böyle konuştuğunda!
Demek ki Trump’ın “sahici” olmak için tercih ettiği yol da bu.
Onun için mi acaba kimseye küfür, kıyamet girişmeyen Kemal Kılıçdaroğlu “sahte” sayılıyor? İşte bunu gerçekten merak ediyorum.
Şimdi yıllardır Erdoğan’ın bu hallerine tanık olduğumuz için yadırgıyoruz tabii.
Erdoğan, mesela Londralı bir politikacı olsaydı, böyle bir mektubu okuduktan sonra çarpık bir tebessümle “ooo really” der, bir kenara atıverirdi.
Ama bizimki Kasımpaşalı ve ondan bunu beklemiyoruz.
Doğrusunu isterseniz bu tür durumlarda iki kişiyi birbirinin üzerine kışkırtmak da doğru bir tutum sayılmaz.
Sokak kavgalarında bir kenarda durup “vur, vur” diye bağırmaya benzer ki bu tür davranışların siyasette yeri olmamalıdır.
Bin Odalı Saray’ın sahibi, şöhretini “diklenmeden dik durmak” olarak yaptı, bunu biliyorsunuz. Aynı zamanda da “sahici” bir insan.
Hiç olmazsa cevabi bir mektup mu yazsaydı acaba?
Dün WhatsApp gruplarından yağmur olup üzerimize yağan türden bir mektup!
Monşerlere sorsak, tahmin ediyorum bunu önerirler, devletlerarası ilişkilerde karşılıklılık esastır çünkü.
Ama monşerlerin devri bitti, şimdi Dışişleri, eski milletvekillerinin arpalığı olarak kullanılıyor.
Hatırlarsınız Amerikan NSA kuruluşunun dünyadaki bütün liderlerin (bizimkiler dahil) telefon konuşmalarını, ofislerini dinlediği ortaya çıkmış, büyük skandal olmuştu.
Acaba Reis bunu bildiği için, mektup yazmak yerine masasında oturup, mikrofonların bulunduğunu tahmin ettiği yerlere doğru bir şeyler söyledi mi?
Ben olsam şu tekerlemeyi söylerdim, hem tehditkâr hem de sevgi dolu olduğu için!
“Onu öyle demezler / peynir ekmek yemezler / ben de seni sevmezsem / bana da Mehmet demezler!”
Günün birinde ABD’de bu kayıtların açıklanabileceğini biliyoruz. Kim bilir ne kadar eğlenceli şeyler öğreneceğiz!
***
Kara Komik Filmler
Cem Yılmaz’ın, Kara Komik Filmler’i bugün vizyona giriyor.
Ben film eleştirmeni değilim, önce onu belirteyim.
Benim için “iyi film”, başından sonuna kadar sıkılmadan izlenecek filmdir, gerisi beni ilgilendirmez.
Sinemaya niye gidiyorum ki zaten? “Aydınlanmaya” mı, iki saat boş vaktimi sıkılmadan geçirmeye mi?
Onun için baştan söyleyeyim, bu filme giderseniz sıkılmazsınız, bazı sahnelere çok gülebilirsiniz, bazı sahnelerde gözleriniz yaşarabilir.
Zaten oyuncuların hepsi tanıdığımız, iyi oyuncular, ciddi bir emek de verilmiş, daha ne olsun? (Kadro şöyle: Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Ozan Güven, Cemre Ebuzziya, Uraz Kaygılaroğlu, Bala Atabek, Umut Kurt, Cem Davran, Özkan Uğur, Can Yılmaz, Necip Memili, Nilperi Şahinkaya, Alişan Uğur.)
Bugün bu filmden söz ediyor olmamın nedeni, bizimki gibi ülkelerde faşizmin neden kolayca filizlenip, kendisine taraftar bulabileceğini bana düşündürtmüş olması.
“Bizimki gibi” derken, ekonomik gelişmesini bir aşamaya getirebilmiş, iyi kötü bir demokrasi kurabilmiş bir “yerden” söz ediyorum.
Filmlerden birincisi, Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Metin Arıcı karakterinin üzerinde dönüyor.
Metin Arıcı, ezik bir arkadaş.
Gerçi kendi iktidar alanında ki o bir geminin çay ocağı oluyor, bir kişiliği var ama onun dışına çıktığı anda sistemin ezdiği milyonlardan birisi.
Arıcı karakteri üzerinden, “eline yetki geçen küçük adamın” nasıl otoriter bir karakter kazanacağını görüyoruz.
Cem Yılmaz kuşkusuz ki bu filmi bir siyasal eleştiri olarak yapmamış.
Ama filmi seyrederken, kontrolsüz olarak kullanabileceği yetkiye sahip olan liderlerin, iktidarı koruyabilmek için giderek nasıl acımasız ve otoriter bir kişiliğe bürünebileceklerinin kara komik bir öyküsünü izlediğimi düşündüm.
Filmi izlerken, bu tiplemenin hiç de yabancı olmadığını fark edeceksiniz.
İkinci film, bir hafta sonu “kaçamağı” için bir araya gelen bir arkadaş grubunun trajikomik maceraları.
Bir yandan evdeki otoriteden ölesiye korkarken, diğer yandan birden bire sahip oldukları yalan özgürlüğün tadını, fahişelerle yatarak çıkarmaya çalışan bir grup erkek.
Memlekete iyilik yapmak üzere gelmiş bir uzaylının, sadece yabancı olduğu için düşman muamelesi görmesi, hiç de yabancısı olmadığımız bir durum.
Ama beni en çok güldüren şey kahramanların “şahit yazılma korkusu”!
Böyle bir korku vardır bizim memlekette: “Durmayalım, kaçalım. Şahit yazarlar yoksa!”
Dünyanın başka bir ülkesinde “şahit yazılmak” bu kadar korkutucu olmuş mudur acaba?
Suça bulaşmamış birisinin tanık olduğu bir olayı mahkemede, karakolda anlatması bizler için niye korku vericidir?
“Karakol ve mahkemeler” ile ilgili toplumsal hafızamıza kazınmış olumsuzlukların bir sonucu mu?
Suçsuz bile olsan, devlet otoritesinin istediği vakit seni suçlu olarak hapse tıkabilme kudreti mi? Haklı bile olsan, derdini anlatamama endişesi mi?
Sanırım bu korkuyu günümüzde en iyi kullananlar da “hesabınızı terör örgütü ele geçirdi, paraları çekip hemen bize getirin” diye milletin parasını söğüşleyen “telefon dolandırıcıları”.