11 Ocak 2022

Önce demokrat olun, Anayasa kolay

Anayasa'daki hakların kullanılmasına bile tahammülü olmayanların, hayallerindeki rejimin ne olduğunu tahmin edebiliriz. Dertleri Anayasa'nın değişmez maddelerini bu bahaneyle değiştirmek olmasın?

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, "Türkiye'de artık darbe anayasasına son vermenin vaktinin geldiğini" söyledi.

Gül, "Türkiye'nin sivil ve demokratik bir anayasa ihtiyacı açıktır" dedi.

Adalet Bakanı'nın dilinin altındaki baklanın ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz.

Bugünkü Anayasa'yı bile uygulamamak için direnen bir iktidarın, gerçekten sivil ve demokratik bir Anayasa peşinde olduğuna nasıl inanacağız?

Yaşadığımız gerçek şu ki bugün geçerli Anayasa'daki temel hak ve özgürlüklerin kullanımında bile önemli sorunlar yaşıyoruz.

Mesela "toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını önceden izin almaksızın" (Anayasa 34. Madde) kullanmak için sokağa çıkanlar, eve sağ salim dönebiliyorlar mı?

Sayısız AYM ve AİHM kararına rağmen, bu hakkın kullanımı keyfi olarak kısıtlanıyor ve çoğu polis ya da jandarma tarafından şiddet kullanılarak dağıtılıyor.

Bu tür olaylarda polis şiddeti artık sıradan bir uygulama haline gelmiş durumda.

Valiler, kaymakamlar keyfi kararlarla bu tür gösterileri yasaklayabiliyorlar.

Temel bir hak, idari kararlarla askıya alınabiliyorsa, bu iktidarın Anayasa'sının nasıl yazılacağını merak ediyorum.

"Düşüncelerini ve kanaatlerini yazarak, çizerek ya da başka yollarla tek başına ya da toplu olarak açıklamak isteyenleri" (Anayasa 26. Madde) bekleyen nedir?

Bir bildiriye imza attı üniversite hocalarını, işlerinden kim attı?

Hapisteki gazeteci sayısının her yıl yeni bir rekor kırdığı bir ülkede yaşıyoruz.

Bir sosyal medya mesajında bir fikir açıklamak bile sabaha karşı kapınıza polisin dayanmasına neden oluyor.

Anayasa, "Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar" demiyor mu?

26. maddeyi içine sindiremeyen bu rejim mi "sivil ve demokratik anayasa" yapacak?

Yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasına, siyasi parti faaliyetlerinin valiler ve kaymakamlar tarafından bile yasaklanabiliyor olmasına sayısız örnek verebiliriz.

Halkın seçtiği belediye başkanlarını görevden alıp, yerlerine devlet memurlarından kayyım tayin etmek "sivil demokrasinin" neresine sığıyor?

Onun için Adalet Bakanı'nın "sivil ve demokratik Anayasa" ihtiyacından söz etmesi çok ilginç.

Kafalarının ardında, dillerinin altında ne saklı bilmiyorum.

Ama bugünkü Anayasa'daki hakların kullanılmasına bile tahammülü olmayanların, hayallerindeki rejimin ne olduğunu tahmin edebiliriz.

Dertleri Anayasa'nın değişmez maddelerini bu bahaneyle değiştirmek olmasın?

* * *

Sinsi saldırı!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a göre "sinsi bir saldırı altındayız".

Hayır, saldırganlar bu sefer Türk Lirası'nın değerini düşürme peşinde değiller.

Çok şükür ki Erdoğan "20 Aralık hamlesiyle" bu saldırıyı püskürttü. Yani kendisi buna inanıyor.

Ne dese inanacak bir kitle var ve onlar da inanacaktır. Ancak o kitle giderek eriyor, bunun da farkında.

Kim olduklarını bilmediğimiz düşmanların sinsi saldırısı bununla kalmıyor tabii.

Saldırının sanat alanında da sürdüğünü söyledi.

"Her türlü sapkınlığı ahlaksızlığı, marjinalliği sanat adı altında normalleştirme hayatımızın normal parçası haline getirmeye çalışan sinsi saldırıya karşı imkanlarımızı devreye almalıyız" dedi.

Bunları gülelim diye yazmıyorum.

Evet, normal şartlar altında, kılığı kıyafeti düzgün, akıllı uslu görünen birisinin böyle şeyler söylemesine gülüyor olmamız lazım.

Ancak bu bir mahalle kahvehanesi sohbetinde söylenen sözlerden değil, bir fıkra da değil.

Söyleyen kişi bir partinin genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı sıfatını da taşıyor.

Ve her ağzını açtığında toplumun bir kesimini, diğer kesimine karşı kışkırtıyor.

Sürekli canlı tutmaya çalıştığı konu bu:

Türkiye'de iki ayrı tür insan yaşıyor ve bu türlerden birinin varlığı, ülke için, ahlak için, din için, bayrak için, aklınıza gelen her şey için bir tehdit unsuru!

Bunu her konuda, her gün ısrarla tekrarlıyor.

Toplumu kutuplaştırıyor, geriyor, birbirine düşmanlaştırıyor.

Otokratik rejimlerin en eski numarası bu; niye yaptığını biliyoruz.

Rejim, kendisini korumak için işsiz, ümitsiz kitlelerin karşısına bir düşman yerleştiriyor.

O düşman da herkes olabilir: Köpekleri sevenler, resim yapanlar, resim alanlar, Bay Kemal'i sevenler, ekonominin iyi yönetilmediğini söyleyenler, yolsuzlukları öne çıkaranlar, hükümetin politikalarındaki çelişkilere itiraz edenler, hainler, sokakta hak arayanlar vs.…

Düşmanların hepsinin sıralı tam listesini yapsak, sayfalar dolabilir.

Erdoğan'ın bu politikasının gülünüp, geçilecek bir yönü yok.

Erdoğan iktidarının Türkiye'ye verdiği çok zarar var.

Bunların maddi olanlarının telafisi elbette mümkün.

Ama toplumumuzu böylesine bölmesi ve bu bölünmeleri keskinleştirmesinin telafisi o kadar kolay değil.

Türkiye'nin bütünlüğüne karşı bir "sinsi saldırı" varsa, o da bu olmalı.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"