26 Ekim 2020

Öfke kontrolünü öğrenmek zorunda

Şu sıralarda Türkiye'nin ihtiyacı herhalde Fransa'nın Cumhurbaşkanı'nın kişisel düşmanlığını da üzerimize çekmek olmamalı

Emmanuel Macron'un, İslam ile ilgili son çıkışları Recep Tayyip Erdoğan'ı çok sinirlendirdi:

"Macron denilen zatın, İslam ile derdi nedir, Müslümanlarla derdi nedir? Macron'un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var" dedi. 

"Macron denilen zatın" İslam'da reform ile ilgili fikirleri, adı üzerinde "fikir"!

Bana da doğru gelmiyor ancak ne yapabilirim?

Bu durumda yapılması gereken bu fikrin neden doğru olmadığını anlatmaya çalışmak, doğrusunun ne olabileceğini göstermek olabilir.

Ama herhalde bu yüzden "söz konusu zata" hakaret etmemeliyim.

"Aptal, gerzek, salak" gibi sıfatlar kullanmamalıyım.

Çünkü böyle yaparsam beni dinlemesini de en başından engellemiş olurum. Oysa amacım yanlış olduğunu düşündüğüm bir fikri düzeltmek olmalıydı.

Fark ettiğiniz gibi söz konusu iki kişinin kimliklerini yazmadım.

İsimlerin önüne kimlikleri de ekleyip okuduğunuzda durum daha da acayipleşiyor.

Birisi Fransa'nın Cumhurbaşkanı, diğeri Türkiye'nin!

Bu durumda birbirlerine hitap ederken seçecekleri kelimeler daha özenli olmalı.

Şu sıralarda Türkiye'nin ihtiyacı herhalde Fransa'nın Cumhurbaşkanı'nın kişisel düşmanlığını da üzerimize çekmek olmamalı.

Ve İslamofobi'den şikayetçi olanlar, bu korkuya malzeme taşıyacak eylem ve sözlerden de uzak durmalı.

Mesela bir öğretmenin sersemce bir eylemi nedeniyle, boğazının kesilerek cezalandırılmasını kınadığımızı hatırlamıyorum.

Şimdi "Macron denilen zat" çıkıp, "görüyorsunuz İslam dünyasındaki liderlerin terbiye ve fikir seviyesini" dese, ne yanıt vereceğiz?

Erdoğan diyor ki "zaten 1 yıl sonra seçim var. Seçimde de akıbetini göreceğiz. Yolunun pek uzak olduğunu zannetmiyorum."

1 yıl sonra Macron gidebilir de gitmeyebilir de.

Ama Fransa her halükârda orada durmaya devam edecek, tıpkı Erdoğan'dan sonra Türkiye'nin de durmaya devam edeceği gibi.

Erdoğan için önemli olan bir parti toplantısında partilileri gaza getirmek için sarf ettiği üç beş değersiz söz mü, Türkiye'nin uzun vadeli ulusal çıkarları ve devletler topluluğunun saygın bir üyesi olarak kalabilmek mi?

Üstelik o kişileri gaza getirmesi için yabancı devlet adamlarına saydırması da gerekmiyor. Öksürse alkışlıyorlar nasıl olsa.

Türkiye Cumhurbaşkanı, kendi ideolojik saplantılarının esiri olmuş durumda.

Ve onun bu durumu Türkiye'yi yalnızlaştırıyor, ulusal çıkarlarını savunurken ihtiyaç duyacağı destekleri de kaybetmesine yol açıyor.

Saray'daki danışmanlarının çapı, onu bu hatalarından döndürecek düzeyde değil, bunu artık biliyoruz.

Öyle görünüyor ki partisinde de "özgül ağırlığı olan" kimse yok, oradan da diplomatik akıl yoluna çekecek bir çıkış hiç gelmedi, gelemiyor.

Erdoğan'ın bir an önce öfke kontrolü becerilerine kavuşması lazım. Saray'a bu konuda üç – beş danışman daha alınması yerinde olur. Belki onlar aldıkları maaşı hak etmek için çaba gösterirler.

Biz burada alıştık, çoğu zaman gülüp geçiyoruz ama milletlerarası ilişkiler bu tür hafiflikleri kaldırmaz, bunu unutmayalım.

* * *

Bakmakla yükümlü olduğumuz Suriyeli 8 milyonmuş!

Türkiye'deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı 23 Eylül 2020 tarihi itibarıyla 3 milyon 621 bin 968 kişi oldu.

Buna göre Ağustos 2020'ye göre 12 bin 84 Suriyeli daha geçici koruma statüsüyle Türkiye'ye gelmiş.

Hatırlarsınız, geçtiğimiz şubat ayında yapılan Bahar Kalkanı Harekâtı'nın amacı, Suriye'den Türkiye'ye yeni bir göç dalgasını önleyebilmekti.

Cumhurbaşkanı, bu göç dalgasının Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturacağını, "bayrağın, ezanın ve vatanın" tehlikeye gireceğini iddia ediyordu.

Ve yine hatırlarsınız, yetkililerimizin demeçlerine bakılırsa bu harekât son derece başarılı olmuştu.

Cumhurbaşkanı'nın açıklamasına göre 8 Mart 2020 tarihine kadar 59 şehit vermiştik.

Bu kadar başarılı harekâta rağmen, bir ay içinde 12 bin 84 yeni sığınmacının Türkiye'ye gelmesi ne anlama geliyor?

Ben çözemedim. Bu iş böylece devam edebiliyorsa yakın bir gelecekte sığınmacı sayısının 4 milyonu geçeceğini de söyleyebiliriz.

Ama "bakmakla yükümlü olduğumuz Suriyeli sayısı" bunlarla sınırlı değil.

Geçen hafta NATO Savunma Bakanları Toplantısı'nın ardından bir basın açıklaması yapan Savunma Bakanı Hulusi Akar şunu söyledi:

"Türkiye olarak bütün görüşlerimizi ifade ettik. Özellikle NATO faaliyetleri çerçevesinde dile getirilen konular arasında bölgemizde, ülkemizde ve sınırlarımız ötesinde yaklaşık 8 milyon Suriyeli kardeşimiz hayatlarını idamesi için gayret gösterirken diğer taraftan Covid-19 ile mücadelemiz devam ediyor."

Bakanın Covid-19 mücadelesini işin içine neden karıştırdığını anlayamadım, o işin Savunma Bakanlığı ile ne ilgisi var?

Ama şu satırı bir kez daha dikkatle okuyun: "8 milyon Suriyeli kardeşimiz hayatlarını idamesi için gayret gösterirken..."

Yani bakmakla yükümlü olduğumuz Suriyeli sayısı 8 milyon kişi olmuş!

Suriye'nin nüfusu BM verilerine göre 2020 yılında 17 milyon 500 bin kişi. (Suriye'de iç savaş ve göçe rağmen nüfus artışı devam ediyor. Bu da ilginç bir konu.)

Bu hesapla Suriye nüfusunun yarısının "hayatlarını idame ettirme işi" bizim sırtımızda görünüyor.

Bunun bir maliyeti vardır elbette. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamasına göre bu rakam 2019 yılı sonunda 40 milyar ABD Doları idi.

Suriye iç savaşının yarattığı güvenlik problemleri nedeniyle sürdürülen askeri faaliyetin tam maliyetinin ne olduğunu da bilmiyoruz.

Ama bir tahminde bulunmak mümkün.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü araştırmacısı Siemon T. Wezeman'ın 2019'da yaptığı açıklamaya göre Türkiye'nin askeri harcamaları 2018 yılında 19 Milyar ABD Doları. Bu rakamı 2009'la karşılaştırdığımızda yüzde 65'lik, 2017 ile karşılaştırdığımızda yüzde 24'lük bir artış görüyoruz.

Wezeman bu artışın "Suriye'deki süreç ve güney sınırındaki tehditlerden" kaynaklandığını söylüyor ve şuna dikkat çekiyor:

"Türkiye'nin askeri harcamaları GSYH içerisinde yüzde 2,5'luk kısmına tekabül ediyor. Genel itibariyle ise GSYH içerisinde yüzde 2 ile seyretmiş. Bu, küresel ortalamanın ve NATO ülkelerinin harcaması gerekenin üzerinde bir ortalama."

Gördüğünüz gibi hatalı dış politika kararlarının ve çıkışlarının ciddi bir maliyeti de var ve bu maliyeti bizler karşılıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"