18 Mart 2019

Numan Bey’i dinleyin, “dinci siyasetten” vazgeçin

"Yeni Zelanda’daki teröristi lanetlerken, buradaki söylem ve eylemlerinizin benzer bir ırkçı – dinci fanatikte yol açabileceği sonuçları düşünmelisiniz"

Yeni Zelanda’daki terörist saldırı gösterdi ki aşırı milliyetçilik ve fanatik dincilik, dünyanın her yerinde insanlığın en büyük derdidir.
AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş, Hürriyet’te İpek Özbey’in sorularını yanıtlarken şunu söyledi:
“Yeni Zelanda'daki bu saldırının dünyada gelişen ırkçı, faşist, İslâm karşıtı ve yabancı düşmanı siyasetlerden etkilendiği, daha doğrusu bu ırkçı faşist siyasetin, bu tür terör saldırıların zeminini oluşturduğuna hiç şüphe yoktur.”
Bu söze kimsenin itiraz edebilmesi mümkün değil.
Yeni Zelanda’daki cani teröristin bağlantıları ya da eylemini bir örgüt adına mı yaptığı gibi bilgilere henüz sahip değiliz.
İster bireysel bir terörist olsun, ister bir örgütün maşası, durum değişmez:
Bu saldırının arkasında ırkçı – faşist siyaset vardır ve o siyasetin temsilcileri ile o siyasetin yaygınlaşması için çalışanlar da bu saldırının ortak failleridirler.
Yeni Zelanda canisinin manifesto diye yayınladığı İslam ve Türk düşmanı hezeyanlar, bu fikirlerin uygun bir zemin bulduğunda nasıl can yakıcı hale gelebileceğini gösteriyor.
Türkiye’nin de bundan alacağı bir ders olmalı.
Mesela adamın biri çıkıp barış bildirisine imza atan akademisyenler için “kanlarında banyo yapacağız” derse, bu zırvayı da ciddiye almak gerekir.
“Herkes imkan bulduğu kadar silahlansın” çağrısı, bugün için bir zevzeklik olabilir ama bunun bazı zihinlere atılmış, sulanmayı bekleyen bir tohum olduğunu unutmayacaksınız.
Bir gün ortamını bulur, filizlenir, ondan sonra “’ah vah etmek” işe yaramaz.
Değil mi sayın savcım? Ne oldu, bu konuyla ilgili soruşturmanıza üç harfliler mi müdahale etti?
İnsanları ötekileştirip, şeytanlaştırırsanız, bazı meczupların bundan kendileri için nasıl bir sonuç çıkaracağını kestiremezsiniz.
Onun için “ezana saygısızlık ettiler” yalanını da unutmalısınız.
Israrla tekrarladığınız bu yalanın, bir cani sapığın ruh dünyasında nasıl bir fırtına koparabileceğini kestiremezsiniz.
Yeni Zelanda’daki teröristi lanetlerken, buradaki söylem ve eylemlerinizin benzer bir ırkçı – dinci fanatikte yol açabileceği sonuçları düşünmelisiniz.

                                                           
                                                                       ***

"Kahraman İkili”, Haçlı ordularına karşı

Yeni Zelanda’daki faşist teröristin saldırısından sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şöyle konuştu:
“Biz, bu dünyada yeni bir Haçlı – Hilal mücadelesi istemiyoruz. Çok merak ediyorsanız, gereği de olur, bunu açıkça söylüyoruz.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “amirinin gözüne girmek için” doğal olarak el yükseltti:
“Ey Haçlılar biz buradayız gelin de görelim. Ey Haçlılar bekliyoruz sizi, gelin de sizi kanınızda boğalım,”
Bu meydan okuyan cümlelerin kurulmasının nedeni, fanatik dinci bir milliyetçi faşist teröristin, Yeni Zelanda’da insanları katletmesi ve deli saçması bir manifesto yayınlamış olması.
Bir deli, Haçlı zihniyeti ile bir eylem yapıyor ve bu, Türkiye’de belediye seçimleri için yapılan propaganda savaşında malzeme oluyor.
Hristiyan dünyasında, haçlı ordularını yeniden toparlayıp Müslümanların üzerine sefere çıkmayı düşünen, ciddiye alacağımız kimse yok.
Hiçbir devletin böyle bir niyeti olmadığı gibi, en “popülisti” bile bu saldırıyı tereddütsüz kınıyor.
Ama bizim iktidar ikilisi, durduk yerde bir Hilal – Salip meselesi yaratıyor.
Böyle bir durum yok, böyle bir beklenti yok, nereden çıkıyor “Haçlı seferlerine meydan okuyan kahraman rolüne soyunmak”?
Ucuz kahramanlıkların oya dönüşeceğini mi ümit ediyorsunuz?
Ortada bir Haçlı seferi heyecanı yok ki siz burada meydan okuyorsunuz?
Ve benden duymuş olmayın: Miting meydanlarında atıp tutsanız bile böyle bir şey olmaması için de içinizden dua etmelisiniz.
Mitinglerde nutuk atarken kullandığınız mikrofon, baktığınız “cam”, film oynattığınız  ekranlar bile Haçlılardan satın alınıyor, silahları saymıyorum bile. Aman diyeyim, akıllı olun! 
 

                                                     ***

“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” bu değilse, nedir?

AKP Kütahya İl Başkanı Ali Çetinbaş, geçen gün bir konuşma yaptı.
“31Mart’ta, bu milletin değerlerine karşı siyaset yapan 4’lü çete, şer ittifakı, illet ittifakı ve kim bir araya gelirse gelsin bu sokaklarda, bu mahallelerde gezme şansı olmayacak.”
Şimdi bu adam nasıl bir tiptir bilemiyorum.
Meczup olmadığı kesin ama. Öyle olsaydı, il başkanı yapmazlardı.
Ama bu adamın zihniyetiyle Yeni Zelanda’da, ya da Peşaver’de, ya da İdlib’de kendisi gibi düşünmeyenlerin “sokaklarda dolaşma hakkı olmadığına inananların” zihniyeti arasında ne fark var?
Birinin kıstası “bize oy vermediler” ya da “bizim partimize karşı aday oldular”, o halde bu mahallelerde gezme hakları yok!
Ötekinin kıstası, “benim gibi Hristiyan değil, yaşama hakları yok.”
Kütahya Cumhuriyet Başsavcısı sıfatını taşıyan beyefendi, lütfen siz açıklar mısınız bu sözlerden ne anlıyorsunuz?
Bu ülkenin eşit vatandaşlarını, sadece oy verdiği ya da aday olduğu partiye göre ayrıştırmak ne anlama geliyor?
Kimin nerede dolaşabileceğine verdiği oya bakarak mı karar vereceğiz?
Şimdi Kütahya’da istediği mahallede istediği gibi gezmek isteyip, canının çektiği adaya oy veren seçmen Cumhurbaşkanı gibi mi konuşsun: “Çok merak ediyorsanız, gereği de olur, bunu açıkça söylüyoruz.”
Ne dersiniz? Herkes kendi kafasındaki “gereği” yerine getirirse, bu ülkenin hali ne olur?
Hâlâ kaldıysa, kaldığı kadarıyla aklınızı başınıza toplayın.


                                                       ***

Yazarın Diğer Yazıları

Alaturka BAAS rejimi böyle oluyor!

Devletin güvenliğinden sorumlu en üst düzeydeki yetkililerin toplantısına AKP Sözcüsü de katılıyor! MİT Başkanı, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir konuda iktidar partisinin MKYK’sına giderek sunum yapıyor! Bu nasıl bir devlet? Yanıtı hepimiz biliyoruz aslında...

Savaş ağalarının Bahçeli’ye yanıtı

Kürt siyasi hareketinin desteğini almak üzere Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısına kadar varan bir dizi adım attılar. Başarabilselerdi Anayasa değişikliğinin ardından yine bildiklerini okurlardı ama öyle görünüyor ki PKK bu plana dâhil olmakta isteksiz

PKK, en güçlü döneminde kendisini fesheder mi?

PKK’nın Suriye’de ABD’nin koruması altında olduğu bir gerçek ve Türkiye’nin, bu koruma kalkanı resmen kaldırılmadan, o bölgede ABD askeri ile sıcak temasa girmeden bir askeri operasyon yapabilmesi de mümkün görünmüyor. PKK’nın o bölgede bir tür küçük devletçik kurduğu, etnik temizlik yaparak kontrol ettiği bölgeyi Kürtleştirdiği de bir başka gerçek. Böyle bir durumda Abdullah Öcalan da istese, PKK kendisini lağvettiğini açıklar mı?

"
"