20 Ocak 2023

Niçin açıyorlar?

20 yıldır Türkiye'yi yöneten İslamcı zihniyetin eylem ve söylemlerinin, İslam öğretisi ile bağlantısının tamamen kopmuş olması kadınların başlarını açmalarına neden olurken, erkeklerin de dinden uzaklaşmalarına yol açtı

Hayır, badem ağaçlarının mevsim normalleri üzerindeki sıcaklara kanıp çiçeklerini erken açması ile ilgili bir yazı değil bu.

Konumuz, Kemal Kılıçdaroğlu ve Recep Tayyip Erdoğan'a göre, Türkiye'nin önemli bir gündem maddesi ile ilgili: Başörtüsü!

Biri bunun için kanun çıkarmak üzere yola çıktı, diğeri bu pası gole çevirmek için Anayasa değişikliği istiyor!

"Gol" ve "pas", bir inanç konusu ile ilgili ve yaşını başını almış erkekler, utanmadan kadınların bu konudaki tercihleri ile ilgili olarak birbirlerine "siyasi gol" atmak peşindeler.

Ne diyeyim bilmiyorum, "Allah ıslah etsin" demek sanırım en uygun olanı.

Kullananlar bu kumaş ile ilgili olarak "başörtüsü" kelimesini tercih ediyorlar, onun için ben de bunu kullanıyorum.

Bu örtünün görünür olmasından çok da hoşnut olmayanlar buna "türban" demekte ısrarlılar.

Bir tür "meleklerin cinsiyeti" tartışması bu isimlendirme konusu.

Bizans'ın laneti artık nasıl bir lanetse üzerimizden bir türlü gitmek bilmiyor, bütün enerjimizi bu boş tartışmalar için tüketiyoruz.

Bu başlığı, Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısından aldım.

İsmail Kılıçarslan, günümüz Türkiye'si için son derece "cıssssss" olan bir konuyu gündemine almış: Bazı kadınlar başörtülerini niye açıyorlar? (Yazının bağlantısı burada.)

Günümüz dünyasına baktığımızda bildiğimiz dini inançların gerilemekte olduğu, Yeni Zelanda ve Avustralya'nın bazı bölgelerinde ateist sayısının ilk kez bir dine inananları geçtiğini, Galler gibi bazı yerlerde bölgenin geleneksel dini inancının, başka inançlar karşısında azınlığa düştüğünü görüyoruz.

Dünya genelinde de Kuzey'e özgü dini inançların özellikle genç kuşaklarda mürit bulmakta olduğu bir sır değil.

Onun için günümüz Türkiye'sinde bazı kadınların henüz çoğunlukta olmasalar da başörtülerini çıkarma kararı vermelerinin bir anlamı var ve bu kuşkusuz ki dünyadaki genel eğilimin de bir uzantısı olmalı.

Artık izole toplumlar yok, iletişim olanakları dünyayı küçülttü ve toplumsal yaşam içindeki pozisyonlarını hak ettikleri yere getirmeye çabalayan kadınların, bunun önündeki büyük engellerden biri olan dini inançlarla çatışmaları da kaçınılmaz.

Bildiğimiz bütün semavi dinlerin günümüzdeki temsilcilerinin kadınların özgürleşmesinden öcü gibi korktukları da başka bir gerçek.

İran'daki molla ile Vatikan'daki kardinali, New York'taki Hasidiklerle aynı yerde buluşturan şey bu.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak'taki yazısında önce şunun altını çiziyor:

"Son yılların güncel tartışması son günlerde yine ayyuka çıktı. Pek çok insanın cevap aradığı o soru yine sorulur oldu: 'Başörtülü kadınlar niçin başlarını açıyorlar?'

Soruya kendimce cevaplar arayacağım elbette ama öncelikle "baş açma trendi"nin had safhaya ulaştığını söylemem gerekiyor. Yakın – uzak çevremdeki herkes, başını açan ya da açmayı planlayan en az bir kişi tanıdığını söylüyor en azından. Yani öyle 'aslında o kadar da çok değil yahu' diye karşılayabileceğimiz bir durum yok ortada."

Kılıçarslan, bu tespitinin ardından "niçin açıyorlar" sorusunun tek bir yanıtı olmadığını söylüyor.

İlk yanıtı da şu:

Başörtülerini çıkarıyorlar çünkü seküler yaşam tarzının kuşatıcılığına karşı koymak kolay değil ve "modern hayatın kodladığı "özgürlük" tanımı" akılları çeliyor.

"Öteki" olarak tanımlanmak başörtülüler için kolay değil, "kalabalığa uymak" cazip geliyor!

Kılıçarslan'ın ikinci yanıtı ise "Türkiye'de din dilinin sertliği ve sorumluluğu bütünüyle "sembol düzeyine" indirgeyen baskıcılığının" en çok başörtülü kadınları etkiliyor olması.

Şöyle yazıyor:

"Açık konuşmak gerekirse senelerdir 'dindar erkekler' sorunu yaşıyor olmamıza rağmen bütün "yozlaşma" meselelerini başörtülü kadınlar üzerinden konuşmayı tercih ediyoruz. Çünkü başörtülü kadınlar doğal olarak 'işaretli' ve üzerlerinden ahkâm kesmek çok kolay."

"En hayati yanıt" dediği de üçüncü yanıtı:

"Üçüncü cevabım biraz zor bir cevap ama bence en hayatisi bu. Gündelik hayatın politikasını üretmek konusunda iyi bir sınav vermediğimiz çok açık. Hayatın doğal akışına da hayatın ürettiği doğal neşeye de inanılmaz bir mesafe koymaya ve bunun adına 'dindarlık' demeye devam ediyoruz. Oysa bunun adı dindarlık değil genellikle yobazlık bence."

Kılıçarslan yazısını şöyle noktalıyor:

"Politik bakımdan iktidar olmanın her şeye yetebilecek olduğunu düşünen bir ahmaklık geliştirdik seneler içerisinde ve bu hem politik iktidara hem de sosyolojimize büyük, tarifi ve tamiri çok zor yaralar açıyor. Hepsi budur."

Bu konuda çok söz söyleyebilecek durumda değilim.

Ciddi kurumlar bu konuyla ilgili bir araştırma yapabilirlerse başörtülerini çıkaran kadınların hangi saiklerle hareket ettiklerini daha iyi görebiliriz.

Benim kişisel gözlemim:

20 yıldır Türkiye'yi yöneten İslamcı zihniyetin eylem ve söylemlerinin, İslam öğretisi ile bağlantısının tamamen kopmuş olması kadınların başlarını açmalarına neden olurken, erkeklerin de dinden uzaklaşmalarına yol açtı.

Çocuk tacizlerinin açığa çıkmasıyla başlayan Katolik kilisesinden kopuşun bir benzeri bu.

Kadın – erkek, artık farkındaki kendilerine İslam diye dayatılan şey, bazı kişilerin nedensiz zenginleşmelerini örten bir kılıf görevi görüyor.

Memleketimizin siyasi İslamcıları, "iyi ahlak" konusunda iyi bir sınav veremediler.

Tıpkı dünyanın başka yerlerinde, başka inançlar için de geçerli olduğu gibi: İyi rol modeli yoksa, insanlar o rolden uzaklaşıyorlar!

Değişmekte olan sosyolojinin farkında bile olmayan memleketin büyük partilerinin genel başkanlarına selamlarımla!

Ciddi kurumlar bir araştırma yapabilirlerse başörtülerini çıkaran kadınların hangi saiklerle hareket ettiklerini daha iyi görebiliriz.

* * *

Mübarek Cuma Soruları – 57

"Bazı kadınlar neden başörtülerini açıyorlar" konusu, aslında bir büyük fotoğrafın bir bölümü.

Türkiye'de insanlar, kadınıyla, erkeğiyle giderek politikanın bir aracı haline getirilmiş İslam'dan da uzaklaşıyorlar.

Çünkü önlerindeki "dindar insan" modeli, ne yazık ki çok kötü.

İnsanlar, kendilerine "İslam" diye anlatılanla, önlerindeki "İslamcıları" kıyaslıyorlar ki sonuç felaket!

Bu hafta 57.'sini idrak ettiğimiz "Mübarek Cuma Soruları", siyasal İslamcı zihniyetin hangi çukura kadar düştüğünü belgeleyen küçük bir örnek.

Soruları biraz da eğlenerek hatırlamanız için sizleri bu bağlantıya davet ediyorum.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tuvalet kâğıdı yerine zımpara!

BRICS beş benzemezler topluluğu. AB gibi bir "ortak yönetişim" arayışı değil. Ve bu birliğin günün birinde AB gibi ortak bir kurumsal yapı yaratmak gibi bir hedefi de yok. Birisi tuvalet kâğıdı ise diğeri zımpara. Aynı amaçla kullanılamazlar, biri diğerini ikame etmez

Avrupa hukukuna resmen veda

Yargıtay Başkanı, "Avrupa hukukuna uyum sağlama çabasını" terk etmeyi, yerine "milli hukuk sistemi" konulmasını öneriyor. Yeni Anayasa'nın nasıl bir şeye benzeyeceğinin ipucu burada: Rejim, evrensel hukuktan hoşlanmıyor!

Adamı zorlamayın, cibilliyeti böyle!

Erbaş’tan Anıtkabir’e gitmesini, Atatürk ruhuna Fatiha okumasını filan beklemeyin. O öyle birisi değil. Cibilliyetinin gerektirdiğini yapıyor, hepsi bu

"
"