29 Nisan 2024

Milli Eğitim’in “maarif” planı!

AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne kadar geçen 22 yıl içinde sekizinci Milli Eğitim Bakanı görevde. Hepsi için öncelik imam-hatip okullarının yaygınlaştırılmasıydı. Nitekim Türkiye’de 322 fen lisesine karşılık bugün 4 bin 413 imam-hatip lisesi var...

Millî Eğitim Bakanlığı, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modelini” açıkladı.

Neden “eğitim, öğretim” demek yerine “maarif” demeyi tercih ettiklerini nasıl açıklarlar, bilemiyorum.

“Maarif”, Türk Dil Kurumu Güncel Sözlük’te bile “eskimiş” olarak belirlenmiş bir kelime. Bilgi, kültür, öğretim ve eğitim sistemi anlamlarına geliyor. Arapçadan dilimize geçmiş.

Adı Milli Eğitim olan bir bakanlığın “maarif” kelimesini tercih etmesi zaten bu siyasetin esasen pro Arap olmasından kaynaklanıyor.

Yeni bir plan için “eskimiş” bir isim seçilmesinin başka bir izahını bulamıyorum.

Bakan’ın daha önceki açıklamalarından da anladık ki bu eğitim sisteminde ezbercilikten kaçınılacak, öğrencilere düşünme, sorgulama, yeni bilgiyi kullanma, sonuca ulaşırken derinlemesine düşünme gibi yetenekler kazandırılacak.

Hâlihazırdaki lise ve üniversite sınavları olduğu yerde durduğu süre içinde eğitimde bu nasıl başarılacak, bilmiyorum. “İnşallah” diyelim, sanıyorum bu programın özüne daha uygun bir yorum olur.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin

İmam-hatipler dışındaki orta okul ve orta eğitim kurumlarındaki 5 – 6 – 7 – 8 – 9 – 10 – 11 – 12. sınıflara konulan Kur’an – ı Kerim dersi, eğitimi dini temellere oturtma çabasının ileri bir adımı olmuş.

Bu kurumlarda Temel Dini Bilgiler, Peygamberin Hayatı, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi gibi dersler de müfredatı tamamlıyor.

Türkiye’de böyle konularda konuşmak tabu olarak kabul ediliyor ama kimse kusura bakmasın Türkiye’nin gelecekte nasıl bir ülke olacağı sorusunun yanıtı da bu derslerde.

Türkiye, geçmişte sanayi devrimini kaçırdı, bunun çok nedeni var ama kuşkusuz ki dini taassubun rolü de çok büyüktü.

Dünya yapay zekâyı konuşurken çocuklarımızı nasıl eğiteceğimiz sorusu gelecek yüzyılı nasıl geçireceğimizin yanıtını da verecek.

Türkiye’de eğitimin kalitesi ve günün şartlarına yeterliliği meselesi eski bir sorun.

AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne kadar geçen 22 yıl içinde sekizinci Milli Eğitim Bakanı görevde.

Hepsi için öncelik imam-hatip okullarının yaygınlaştırılmasıydı.

Nitekim Türkiye’de 322 fen lisesine karşılık bugün 4 bin 413 imam-hatip lisesi var.

Yatırım programlarında fen liselerine ayrılan pay her yıl düşüyor.

Millî Eğitim Bakanlığı, 2024 yılında imam-hatip liselerinin inşası için 2 milyar liralık ödenek ayırırken, fen liseleri için ayrılan ödenek 750 milyon lirada kaldı.

Müfredat -hükümetin siyasi ideolojisine uygun olarak değiştirildi.

11. sınıflarda okutulan “Hazreti Muhammed’in hayatı” isimli kitapta şöyle bir bölüm var:

“Hicretin beşinci yılında içki ve kumar yasaklandığı gibi, örtünmek farz oldu. Erkek ve kadının örtünme şekli yeniden düzenlendi. Böylece kadının şeref ve itibarı arttı.”

Kadının şeref ve itibarını sadece örtünmeye bağlayan bir eğitim müfredatı!

AKP iktidarı döneminde eğitimin dini temellere oturtulmasının sayısız örneği var.

Eğitimin dini temeller üzerine oturtulması, çocukların küçük yaşta belli bir dini ideolojinin kalıpları içine sokulma çabasının sonucunun ne olacağını geçmişe bakarak görebiliriz.

Türkiye, çocuklarımızı değişen yeni dünyanın gereklerine göre değil, siyasi iktidarın ideolojik saplantılarıyla yetiştireceği için yeni sanayi devrimini, dijital devrimi de kaçıracak.

***

Meğerse en önemlisi “utanma” duygusuymuş!

Sanırım AKP’nin Cumhuriyet tarihinin yaklaşık dörtte birine karşılık gelen iktidarında toplum olarak kaybettiğimiz şeylerden biri de bu oldu: Utanma duygusu
ABD'de Columbia Üniversitesi'nde Gazze için eylem yapan öğrenciler

Geçtiğimiz Perşembe günü ODTÜ’nün sosyal medyadaki resmi hesabından, İsrail’in Gazze katliamını protesto eden ABD üniversitelerindeki öğrencilere karşı polis şiddetini eleştiren bir mesaj yayınlandı.

Mesaj şöyleydi:

“Üniversite öğrencilerinin gösterdiği barışçıl tepkiye karşı gösterilen orantısız tepkiyi temel insan hakları ve akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olarak kabul ediyor ve şiddetle kınıyoruz.”

Mesaja yapılan yorumlar da doğal olarak ODTÜ’de çok uzun süredir “sıradan uygulama” haline gelen polis şiddetini hatırlatıyordu.

Yorumlar üzerine ODTÜ yönetimi sosyal medya mesajını sildi ve ertesi gün yorumlara kapalı olarak aynı mesajı bir kez daha yayınladı.

Boğaziçi Üniversitesi’ni adeta dağıtmak için görevlendirilmiş rektörü Naci İnci de bu kervana İngilizce olarak yayınladığı bir mesajla katıldı.

Akademik unvanını kendisine yakıştıramadığım için kullanmadığım İnci Bey, şöyle diyordu:

“Bu endişe verici olay, akademik özgürlükle ilgili ciddi kaygılara yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda saygın akademik kurumların itibarına da gölge düşürüyor.”

Bu mesajları okuduğumda ODTÜ’de, BÜ’de ve memleketimizin diğer üniversitelerinde polis ya da özel güvenlik görevlilerince kafası gözü patlatılan öğrenciler gözümün önüne geldi.

Farklı düşünüyorlar diye görevlerinden atılmakla kalmayıp, çoluk çocuk açlığa mahkûm edilmek istenen akademisyenleri andım.

Boğaziçi Üniversitesi, evimin çok yakınında, her gün önünden geçiyor, iki şeritli yolun bir şeridini kapatan polis otobüslerinin neyi beklediğini merak ediyordum.

“Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” atasözünün sözel – görsel versiyonu bu olmalı sanırım.

Sosyal mesajda talkını ver, polis copuyla salkımı yut!

Her iki üniversite de Türkiye’nin önde gelen üniversiteleri.

Polis şiddeti yoluyla kampüs içinde öğrencilerin hareketlerini, protestolarını engelleme eyleminin “akademik özgürlüklere ve insan haklarına vurulmuş bir darbe” olduğunu söylüyor, bunun “üniversitenin itibarını zedelediğini” vurguluyorlarsa, haklıdırlar diye düşünmemiz lazım.

Çünkü bunu en iyi bilebilecek durumda olanlar bunlar zaten.

Öğrencilerini polise dövdürmekten tutun da sırf düşünceleri nedeniyle akademisyenleri görevden atmaya kadar bir dizi eylemleri var.

Normal olarak sabıkasında bu tür eylemler olan birisinin, benzer bir durumla karşılaştığında sessizce bir köşeye sinmesini bekleriz. Çünkü bunlar esasen utanılacak şeylerdir.

Yaptığın anda hissetmen gereken, ilerideki yaşamın boyunca peşini bırakmayacak bir utanç duygusu!

Bu insanın özünde olan bir şey.

İskender Öksüz dün Karar’daki köşesinde Rutger Bregman’ın Çoğu İnsan İyidir isimli kitabından bir pasaj aktarmıştı. Avcı – toplayıcı toplumlardan itibaren utanç duygusunun toplumsal yaşamımızdaki önemine işaret eden ve bugünkü utanmaz gösterişçiliğin nasıl bir psikolojiden kaynaklandığını anlatan bir yazı.

Sanırım AKP’nin Cumhuriyet tarihinin yaklaşık dörtte birine karşılık gelen iktidarında toplum olarak kaybettiğimiz şeylerden biri de bu oldu: Utanma duygusu.

Meğerse ne kadar önemliymiş!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhurbaşkanı Erdoğan gözünü dört açmalı

Otoriter liderler için en büyük tehlike her zaman "Saray'ın içindedir"! Bakalım, bu iktidar mücadelesinden kim galip çıkacak. Hislerim Süleyman Soylu ve ekibinin bu stratejik hamleyle bir adım öne çıktığını söylüyor

Çürümenin vardığı yer

Devletin kurumlarının ne hale geldiğini görüyor musunuz? Suç örgütleri, polisin içinde neredeyse cirit atıyor. Polisler tarikatlarına bağlılık derecesine göre terfi ediyor, akıl almayacak paralar havada uçuşuyor. Öte yandan savcılar katilleri koruyor, siyasal bir cinayetin derinlemesine araştırılmasının önüne geçiliyor

“Sivil siyaset” daha ne yapsın?

Takılmış plak gibi hep aynı şeyi çalıyor: Sivil Anayasa, sivil Anayasa! Mevcut olanın neresini “askeri” buluyor, onu söylemiyor. Aslına bakarsanız tek bir derdi var: Bugünkü tek adam rejimini kalıcı hale getirebilmek!