On beş milyon yurttaşımızın yaşadığı bölgeyi etkileyen depremin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "ülke ve millet olarak birlik ve beraberlik içinde inşallah bu felaket günlerini de geride bırakacağız. Gün 85 milyon tek yürek tek bilek olma günüdür" dedi.
İktidardaki ittifakın küçük ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de "gün, sen – ben ayrımıyla, yersiz polemiklerle vakit kaybedecek bir gün değildir. Gün her şeyden ve hepsinden önemlisi; bir olmak, beraber olma günüdür" diye konuştu.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Devlet Bilgi Koordinasyon Merkezi'nde açıklama yaptı.
Böyle günlerden sonra ülkeyi yönetenlerin "milli birlik ve beraberlik" nutukları atmasına alışkınım.
Oysa Cumhurbaşkanı, "milli beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuzu" söylemesinden sadece iki gün önce "bunlara öyle bir çakalım ki bir daha bellerini doğrultamasınlar" diyordu.
O gün öyle söylüyordu, çünkü kendini güçlü hissediyordu.
Bugün milli birlik ve beraberlik içinde olmamız gerektiğini söylüyor, çünkü bu işi yönetemediğinin farkında.
Bu yeni ve AKP liderine özgü bir durum değil.
Hatta diyebilirim ki yarım yüzyıla ulaşmasına sadece 2 yıl kalan gazetecilik hayatımda en çok tanık olduğum durum tam olarak budur.
Gelmiş geçmiş bütün yönetimler, tıpkı bugünküler gibi, beceriksizlikleri ve başarısızlıkları apaçık ortaya çıktığında aynı şeye ihtiyaç duydular: Birlik ve beraberlik!
"Milli birlik ve beraberlik" önerisi, "beni bu olanlar yüzünden eleştirmeyin" demenin Türkçede başka türlü bir ifade biçimi oldu.
Elazığ'daki depremin ardından sosyal medyada "20 yıldır bu iktidar deprem için ne yaptı" diye soranlara, Cumhurbaşkanı bir başka soruyla yanıt vermişti:
"Depremi durdurma şansımız var mı?"
Bu sorunun çoktan seçmeli bir yanıtı yok tabii.
Depremi kim durdurabilir ki?
O zaman da şöyle düşünmemiz gerekiyor: Depremi durduramayacağımıza göre bugünkü yönetimi kim sorumlu tutabilir?
Dün de benzeri bir gerekçeye sığındı:
"Uzmanlar iki depremi dünyada örneği olmayan yer hareketleri olarak tarif ediyor."
Dünyada örneği olmayan bir deprem felaketiyle karşılaştığımıza göre Erdoğan yönetimini eleştirmememiz de gerekiyor.
Eleştirirseniz "yalan haberler ve çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenler"den birisi olabilirsiniz ki onlara da sopayı sallamayı ihmal etmiyor:
"Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız. Savcılarımız bu tür insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirliyor."
Hayatta olup biten her şey siyasetle ilgilidir.
Çünkü yaşadığımız gerçeği politika kurar.
Depremi önleyemeyiz ama depremde binaların yıkılmasını, insanların ölmesini önleyebiliriz.
Depremi önleyemeyiz ama depremin ardından yıkılan binalardan insanları kurtarabilir, kurtulanlara bir sıcak tas çorba verebilir, bir çadırın altında yağmurdan, kardan, soğuktan korunmalarını sağlayabiliriz.
En azından eski Türkiye'de böyle oluyordu.
Bu siyasetin, siyasetçinin işidir, iktidarda olanın görevidir.
Erdoğan ile bu konuda laf yarıştırmak içimden gelmiyor.
Binlerce insan yıkılan binaların altında kaldı, yakınları gözümüzün önünde "yardım gönderin" diye çırpındı.
Yurtdışından gelen yardım ekipleri, hayat kurtarmak için en önemli saatlerini havaalanlarında saatlerce uçak bekleyerek kaybetti.
Karla mücadele ihmal edildiği için kapanan yollarda kalan yardım konvoylarının haddi hesabı yoktu.
İnsan gücüne "milli birlik ve beraberlikten" daha çok ihtiyaç hissedildiği anlarda askerler kışlalarında oturuyorlardı.
"Milli birliğe" zarar vermeyeyim diye bugünlük burada kesiyorum.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|