25 Mayıs 2022

Miçotakis'e söylüyor ama biz duyalım istiyor

Erdoğan, diğer bütün otoriter rejimler gibi biliyor ki halkınızı dış kaynaklı tehditlerin varlığına ikna edebilirseniz, içerdeki ayrışmayı engeller, halkın yeniden arkanızda toplanmasını sağlayabilirsiniz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için artık "Miçotakis diye birisi" yok:

"Artık benim için Miçotakis diye birisi yok. Kendisiyle bir görüşme yapmayı asla kabul etmiyorum. Biz sözünde duracak onurlu şahsiyetli siyasetçilerle yola gideriz. Bundan sonrasını Miçotakis kendisini düşünsün. Kimlerle görüşecekse, kimlere nasıl üsler kurduracaksa buyursun kurdursun. Biz bize yeteriz."

Yunanistan Başbakanı bu sözleri ne kadar ciddiye alır, artık Erdoğan ile görüşemeyeceği gerçeğiyle yüzleşerek üzülür mü, bilmiyorum.

Bu sözleri tam da Suudi "katil" Prensi ve "darbenin arkasındaki" Birleşik Arap Emiri ile barışmasının üzerinden çok geçmeden söylemesi, vurgudaki kuvveti zayıflatıyor gibi geldi bana.

Tabii bu konunun Miçotakis'i ilgilendiren kısmı. Bizi ilgilendiren kısmı daha da önemli.

Erdoğan bunu söylüyor çünkü başı sıkışmış durumda.

Cami avlusunda İsveç ve Finlandiya'ya cihat ilan ederken de aynı durum söz konusuydu.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden beri Batı'da görmeyi umduğu desteği alabilmiş değil.

Belli ki Batılılar, Erdoğan kadar kolay unutmaya eğilimli değiller.

Nitekim, "bari bir telefon açsın" diye bir genç kız heyecanıyla telefon başında beklenen Biden'dan da ses çıkmadı.

Onun için pozisyon değiştiriyor:

"Batıdan her istediğini alabilen dünya lideri" pozisyonunu terk ediyor, "Batı'ya kafa tutan, fırça atan, kahraman dünya lideri" pozisyonuna doğru hareketleniyor.

Bunun için de Miçotakis biçilmiş kaftan çünkü ateş olsa yakacağı yer cürmü kadar.

Yunanistan'ın popülist liderinin yanında Amerika'yı görünce Türkiye'ye diklenebileceğini zannetmesinden Erdoğan azami ölçüde yararlanmak isteyecektir.

Çünkü Erdoğan yönetiminin dış politikası, Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarının gözetilmesi temelinde değil, iç politikada yarattığı gerilime destek olması ekseninde yürütülüyor.

Dış politikası, iç politikanın alt başlığı gibi.

Belli ki içimizden birilerinin çıkıp duruma ve zemine göre bazen ABD'ye, bazen Rusya'ya, Almanya'ya, AB'ye, Mısır'a, Suriye'ye bağırıp, çağırması halkımızın da hoşuna gidiyor.

Hele şimdi dayak yiyecekler arasına Finlandiya ve İsveç gibi tuzu kurular ile NATO gibi bir hayaletin de katılması, kahramanlık menkıbeleri yazmaya daha da elverişli bir zemin yaratıyor.

Bu politika, Erdoğan yönetimine, beceriksizliklerini örtmek için ihtiyaç duyduğu illüzyonu sağlıyor: Üst akıl ile dış güçler ile savaşan; Golyat'ı bir sapanla yere deviren Davut!

Bütün araştırmalar gösteriyor ki Erdoğan'ın yeniden seçilmesi ancak rakiplerinin yapacağı hata ile mümkün olabilecek.

Rakiplerinin o hatayı yapacağından son derece emin olduğunu da tahmin edebiliriz, sadece o güne kadar kitlesini ayakta tutacak Zal oğlu Rüstem rolünü oynaması gerekiyor.

Onun için de Miçotakis'in ABD Kongresi'nde 37 kez alkışlarla kesilen konuşmasından yararlanacak.

Yunanistan Başbakanı'nın Türkiye'ye karşı bulduğunu zannettiği fırsat, aslında Erdoğan'ın bulmayı beklediği fırsattır.

Erdoğan, diğer bütün otoriter rejimler gibi biliyor ki halkınızı dış kaynaklı tehditlerin varlığına ikna edebilirseniz, içerdeki ayrışmayı engeller, halkın yeniden arkanızda toplanmasını sağlayabilirsiniz.

Buna kitlelerin öfkesinin yer değiştirmesi deniliyor.

İşsizlikten, pahalılıktan, geleceğe ilişkin ümitlerini kaybetmekten iktidara öfkelenenler, bu tür gerilim dönemlerinde bu öfkelerini dışarıdaki düşmana yöneltirler.

Bu düşman "üst akıl" ya da "stokçular" gibi hayali de olabilir, Yunanistan, İsveç, Finlandiya gibi somut da.

Freud, "insan kalabalıklarını tutkuyla bir araya getirmek daima mümkündür. Yeter ki onlara öfkelerini kusabilecekleri başka kalabalıklar gösterin" diye yazmıştı.

Erdoğan bunu gayet iyi bilen bir lider.

Georgetown Üniversitesi psikologlarından Dr. Fathali M. Mogadham'ın, "Diktatörlüğün Psikolojisi" isimli kitabından şu alıntıyı daha önce sizlere aktarmıştım, tekrarlayayım:

"Demokratik yollardan seçilmiş karizmatik bir lider, sahip olduğu desteği arttırmak için ulusun dikkatini dış kaynaklı tehditlere çekecek manevralara giriştiği zaman, demokrasiye yönelik en büyük tehlike baş gösterir ki bu durumdaki bir lider bölücü bir taktik olarak savaş bile çıkarabilir."

"Erdoğan o kadar ileri gitmeyecektir" demeyin, bugüne kadar yaptıkları, iktidarını korumak için neler yapabileceğini de gösteriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"