Mezuniyet töreninde “Tayyipler Alemi” başlıklı karikatürü pankart olarak taşıyan beş ODTÜ öğrencisi dün yargıç karşısındaydı.
Cumhurbaşkanı, öğrencilerle çay içti ve bu çay partisi memleketimizin demokrasisi için bir “nefes” olarak yorumlandı ama gördüğünüz gibi öğrencilerin çilesi bitmiş değil.
Çünkü, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu, takibi şikayete bağlı bir suç değil.
Bu davalar Adalet Bakanlığı’nın “oluru” ile açılıyor.
Ayrıca 15 Temmuz sonrasındaki ilk bahar havası sırasında Cumhurbaşkanı bazı hakaret davalarındaki şikayetini geri çekmişti ama Adalet Bakanlığı, mahkemelerin bu yönde verdikleri kararı Yargıtay’a giderek bozdurmuştu.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın öğrencilere çay ısmarlamış olması hukuken bir anlam ifade etmiyor.
Elbette “bağımsız” mahkemelerimizin çay partisinin yarattığı durumdan vazife çıkararak öğrenciler için beraat kararı vermesi mümkün.
Nitekim dünkü duruşma sonunda öğrenci avukatlarının yurt dışı yasağının kaldırılması ve duruşmalardan vareste tutulmaları talepleri kabul gördü.
Ama yargılama, sonuna kadar gidecek burası gerçek.
Mahkeme, söz konusu karikatür ile ilgili olarak daha önce verilen kararı istedi. Buna dayanarak beraat kararı da verecektir, eminim.
Peki bu karar, bundan sonra benzeri davaların açılmasını engeller mi? Kuşkuluyum. Onun için “nasıl olsa beraat etti” diye aynı pankartı taşımaya kalkmayın derim. Cumhurbaşkanı’nın gençler ile çay içmesi bazı çevrelerde alkışlarla karşılanmıştı hatırlarsınız.
Peki bir pankart taşıdılar diye beş öğrencinin mahkemelerde süründürülmesine, tutuklanıp hapishaneye de atılmalarına yol açan siyasal iklimin sorumlusu kimdi?
Bu iklim nedeniyle kovuşturmaya uğrayan, tutuklanan, kısa ya da uzun sürelerle özgürlüklerinden mahrum bırakılanların hepsine çay ısmarlanacak olsa, Çaykur’un depolarında çay kalır mı?
***
İşledikleri suça bakın!
Saray’daki çay partisinin gündeme geldiği günlerde başka bir üniversitenin beş öğrencisi hakkında beş yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Gazetelere pek yansımayan haber, Amasya Üniversitesi’nde okuyan 5 öğrenci ile ilgili.
Savcı, beş öğrenciyi “terör örgütü propagandası yapmakla” suçluyor.
Merak ettim bu çocuklar bu işi nasıl yapmışlar diye:
Grup Yorum’un Dağlara Gel isimli şarkısının videosunu paylaşmışlar.
IMC TV’nin, Özgür Gündem’in, Med Haber sitesinin ve Sosyalist Halk Platformu’nun Facebook sayfalarını beğenmişler.
Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, İdris Baluken, Ferhat Öncü ve Meral Danış Beştaş’ın Twitter hesaplarını da takip etmek gibi caniyane bir suçu da işlemişler!
Mahkeme iddianameyi kabul etmiş, dava kasım ayında başlayacak.
Kimsenin bu gençleri çaya davet etmesini beklemiyorum ama “insaf be birader”!
***
Ona öyle demezler
TBMM Başkanı Binali Yıldırım, “Türkiye’nin sosyal devlet olma alanında son 15 yılda büyük mesafeler kat ettiğini” söyledi.
Sonra da bu mesafeye örnek olsun diye başından geçen bir hikayeyi anlattı:
“Ancak önceki ziyaretlerden birinde yaşlı bir amca geldi, hanımı vefat etmiş evlenecek, bir türlü evlenemiyor, beni evlendir dedi. Hanımlara para veriyorsunuz kimse yüzümüze bakmıyor, evlenemiyoruz dedi. Dolayısıyla sosyal devletin de ölçüsünü, ayarını yerinde tutmakta fayda var.”
TBMM Başkanı, bu hikayeyi kendi adını taşıyan Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi’nde düzenlenen bir çalıştayda anlattı.
Toplantının konusu da ciddi: 2023 vizyonunda Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri’nin Rolü!
Salondakiler bu soğuk bile diyemeyeceğim espriye gülüp, alkışlamışlar.
Öyle görünüyor ki Binali Yıldırım, sosyal devlet kavramıyla, fakirlik yardımı kavramlarını birbirine karıştırıyor.
Toplumsal adaleti ve eşitliği yaratmak başka bir şeydir.
Kömür, gıda, para yardımı yapmakla sosyal devlet olunmaz.
Sosyal devlet, vatandaşların eşit haklara sahip bireyler olarak bu tür olanaklara kendi çabalarıyla ulaşabilmeleri şansını yaratır.
Yeni iş alanları açar, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini giderecek önlemleri alır, eğitimde herkesin aynı fırsata sahip olmasını gözetir vs.
Hele hele eşini kaybetmiş yaşlı erkeklere bakacak muhtaç kadınlar yaratma peşinde hiç koşmaz.
Yıldırım, partisinin iktidarda olduğu dönemde bu tür yardımların artmasıyla övünüyor. 2002’de 3 milyar 100 milyon liradan, şu anda 52 milyar liraya çıkılmış!
Bu, ülkede fakirliğin yaygınlaştığını gösterir, devletin sosyal niteliğinin pekiştiğini değil.
Şu anda 15 milyonun üzerinde vatandaşımız bu tür yardımlardan yararlanıyor.
Her dört seçmenden biri!
Her dört seçmenden birini iktidarın dağıttığı yardımlara muhtaç hale getirmek belki seçim başarısı için garanti sağlar ama bu kadar insanın ancak yardım paralarıyla geçimini sağlayabilmesi bir ülkeyi yönetenler için utanılması gereken bir durumdur!