Konya'da listenin beşinci sırasında kendisine yer bulabilen İyi Partili milletvekili adayı partisinden istifa etti ve şunu söyledi:
"İlkeli siyasetin, ülkeyi yönetebilme kabiliyetini gösteren en temel erdem olduğuna inanıyorum. Bu erdeme sahip olmayan bir genel başkanın milletimizi geçtiğimiz bu darboğazdan kurtarmaya ehil olmadığını düşünüyorum."
Söz konusu aday, listenin beşinci sırasında değil de birinci sırasında yer almış olsaydı Meral Akşener'in ülkeyi yönetme kabiliyeti olan ilkeli bir siyasetçi olduğuna iman etmeye devam edecekti.
Buna çok şaşırmamalıyız.
Türkiye'de siyaset ilk kez bu düzeyde yapılıyor değil, özellikle de 12 Eylül'den sonra siyasetin seviyesi buralara kadar düştü.
12 Eylül rejimi, Siyasi Partiler Kanunu'nda yaptığı değişikliklerle parti genel başkanlarına milletvekillerinin tümünü isterlerse bizzat seçebilme olanağı verdi.
Hâkim gözetiminde yapılan, parti üyelerinin katıldığı ön seçimlerin yerini parti genel merkezlerinde düzenlenen listeler aldı.
Bunun sonucu, partilerin genel başkanlarının tek seçiciye dönüşmesi oldu.
Bazen lütfedip adına "eğilim / temayül yoklaması" dedikleri bir şeyi yapıyorlar ama "listeye son şeklini" verenler yine kendileri.
"Tek başlarına" yapıyormuş gibi görünmek istemedikleri için "yetkili kurullar" da işin içine dahil oluyor elbette.
Bir ay sonraki seçimde de milletvekillerini parti genel başkanları seçmiş olacak.
Biz vatandaşlar, hangi genel başkanın listesinden kaç kişinin seçileceğini belirleyecek bir formaliteyi tamamlayabilmek için sandık başına gideceğiz.
Ve seçeceğimiz kişilerin belli bir yüzdesinin "ilkeli siyasetten" anladığı şeyin partisinden istifa eden bu adayınki kadar olduğunu da bilerek!
Milletvekili aday listelerinin YSK'ya teslim edilmesinden beri bazı okuyuculardan ki çoğunluğunu CHP seçmeni oluşturuyor yakınmalar alıyorum.
Belli ki ittifak gereği parti listelerinde üst sıralara konulan isimlere elleri titreyerek de olsa oy verecekler.
Onlara toptan bir yanıt vereyim dedim: Şunu unutmayınız ki beğenmediğiniz o adayların partilerinin seçmenleri de aynı sizin gibi elleri titreyerek CHP'in ambleminin altına "evet" mührünü basacaklar.
İttifaklara girmenin kaçınılmaz sonucu bu ve Altılı Masa, Millet İttifakı olarak seçime girmemiş olsaydı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve partisinin bu seçimi de güle oynaya kazanabileceğini hepimiz biliyoruz.
CHP seçmeninin sorgulaması gereken şey bu saatten sonra "onun bu listede işi ne, bunun listede adı olmasını beğenmedim" demek değil.
Sorgulanması gereken şey "CHP neden tek başına bu seçimi kazanabilecek bir iddia ortaya koyamıyor" sorusudur ve artık o sorgulamayı yapmak için de çok geç.
Parti üyelerinin ve seçmenlerinin, bir tür "gözlemci" konumunda kalmalarına yol açan Siyasi Partiler Kanunu, bir demokraside olması gerektiği şekilde değişene kadar da böyle gelmiş, böyle gidecek.
* * *
Aynı şeyi yapıp, farklı sonuç beklemek
Polonya Tarım Bakanı Kowalczyk, Ukrayna'dan ithal edilen ucuz tahıl nedeniyle çiftçilerin başlattığı protestoların sonucunda istifa etmek zorunda kaldı.
Polonya'da bakanın istifasıyla sonuçlanan durum, çok uzun süredir Türkiye'nin tarım politikalarının esasını teşkil ediyor.
Haksızlık etmeyeyim, bu işi başlatan da AKP iktidarı olmadı, Turgut Özal'dan beri böyle ve bu politika bizlere "vatandaş gıdasını ucuza temin etsin" kılığında yutturuldu.
Türkiye, benim ilk gençlik yıllarımda tarımsal üretimi kendisine yettiği gibi ciddi bir tarım ihracatçısıydı.
Bölünmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan insanların ülkesinde bu da bir ayrışma konusuydu:
Türkiye, Orta Doğu ve Avrupa'nın kasabı, manavı mı olsun, yoksa tarımı boş verip sanayileşelim mi?
İkisinin bir arada yürütülmesi mümkün değilmiş gibi!
Sonuçta ne adam gibi bir sanayileşme süreci yaşayabildik, ne tarımsal üretimimizi koruyabildik.
Şu anda dünyada gıda üretiminin kendine yeterliliğinde 28. sıradayız.
2021'de buğday üretiminin ihtiyacımızı karşılama oranı yüzde 102,3 imiş. 2022'de yüzde 87,3'e gerilemiş.
Mısır üretiminde yeterlilik oranımız yüzde 84,9'dan yüzde 76,6'ya gerilemiş.
Sadece bu veriler bile Türkiye'nin derli toplu bir tarım politikasına sahip olmadığını gösteriyor.
Tarımsal üretim düşüyor, çünkü köylü emeğinin karşılığını alamıyor.
Tarımsal girdi maliyetleri artıyor, bu fiyatlara yansıyor, tarımsal ürünlerde fiyatları dengeleyeceğiz diye tarımsal ürün ithal ediyoruz.
Dünyanın en tuhaf denklemi bu: Çiftçi ürünü para etmediği için şikayetçi, tüketici gıda fiyatlarındaki aşırı artıştan yakınıyor!
Ve ülkeyi yönetenlerin aklına şu soru gelmiyor: Nasıl oluyor da ortalama ücreti bizden çok yüksek olan Hollanda, eti bizden ucuza üretebiliyor ve maliyetlerimizin altında bir fiyattan bize satabiliyor?
Bizim köylümüz mü aç gözlü?
Ürünü pazara çıkaran tüccar mı aç gözlü?
Arızi tipleri bir kenara ayırın, ezici çoğunluğu normal, sizin benim gibi insanlar.
Sebebi çok açık: Gübrede dışa bağımlıyız. Tarımsal ilaçlamada da öyle. Traktörlerin, kamyonların, tarım makinelerinin kullandığı akaryakıtta da! Çiftçinin uygun krediye erişimi sınırlı, Ziraat Bankası, kaynaklarını müteahhitlere ve medya patronlarına harcıyor. Çiftçinin kredi ihtiyacını tüccar karşılıyor, bu da kaçınılmaz olarak fiyatlara yansıyor.
Ve hükümetin bu durumda uygulamayı bildiği tek politika var: İthalat!
Zannediyorlar ki ucuza et ithal ederek, soğanın ithalatını serbest bırakarak fiyatları indirebilecekler.
Bunca yıldır aynı şeyi tekrarladıkları halde fiyatların neden bir türlü düzene girmediğini anlayabilmekten bile acizler mi, yoksa bu politikanın arkasında başka hesaplar mı var?
Her yeni ithalat kararı, üretimdeki çiftçinin bir bölümünün daha işi bırakmasına yol açıyor.
Bu bir kısır döngü ve bundan çıkış yok.
Döngünün tamamlanacağı gün yiyecek içecek her şeyimizi dışardan satın aldığımız gün olacak.
Dünyanın en tuhaf denklemi bu: Çiftçi ürünü para etmediği için şikayetçi, tüketici gıda fiyatlarındaki aşırı artıştan yakınıyor!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|