18 Kasım 2019

Komisyonu öde, erken emekliliği kap

Erdoğan’ı yanınıza çekip, bu sorunu aşabilirsiniz yeter ki nereye odaklanacağınızı iyi tespit edin!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Ülkenin başına erken emekliliği dolayanlar siyasi rant peşinde. Bu milletin zararına. Seçim kaybetsek de yapmayacağız" dedi.

İnsanların erken emeklilik istemelerini anlayabiliyorum.

Büyük çoğunluğa maaşları yetmiyor, erken emekli olup, bir ikinci işte de çalışabilirlerse ancak geçinebileceklerinin hesabını yapıyorlar.

Sosyal güvenlik sisteminde bunun açacağı delikleri kapatmanın zor olduğunu, başka toplumsal maliyetlerinin olacağını da geçmişteki uygulamalardan biliyoruz.

Tabii Erdoğan’ın "Seçimi kaybetsek bile bu işi yapmayacağız" demesi emeklilikte yaşa takılanların ümitlerini kırmış olmalı.

Ama unutmayın ki derdini veren büyük Allah, çaresini de verir!

Erdoğan’ı yanınıza çekip, bu sorunu aşabilirsiniz yeter ki nereye odaklanacağınızı iyi tespit edin!

Aslına bakarsanız bu sorunun mucizevi çözümünü ben bulmuş değilim.

Erdoğan, "Milleti zarara uğratacak işi seçim kaybetsem bile yapmam" dediği konuşmasında bunun ipucunu da verdi.

Buyurun birlikte okuyalım:

"(Şehir hastanelerinin görüntülerini videoda izlettikten sonra) Bunlar benim Ahmet’ime, Mehmet’ime, Ayşe’me, Fatma’ma layık değil mi? Ama bunu çok görüyorlar. ‘Zarar ediyor’ diyorlar. Yahu halkıma hizmette zarar ediyorsak, edelim."

Demek ki neymiş? Halka hizmette zarar edilebiliyormuş.

Peki erken emekli olmak isteyenler Fransız, Nijeryalı ya da Vanuatulu mu?

Hayır, onlar da Türk ve zaten çok düşük olan emekli maaşına dayanılmaz bir ihtiyaç hissettiklerine göre "sosyete" değil, "halk" sayılmalılar.

Demek ki kritik olan mesele "SGK’nın zararı konusu" değil.

Bir kısım halk için zararı göze alabiliyor ama diğer kısım halk için zarar istemiyor olamayacağına göre!

O halde "zarar" konusuna değil, "yarar" konusuna odaklanmalıyız.

Şehir hastaneleri zarar etmesine rağmen birbiri ardına dikiliyor, çünkü bunlardan "yararlananlar" var.

Yararlananları kısaca "iktidara yakın müteahhitler" olarak tanımlayabiliriz.

Çünkü bu ihaleler, bu iktidarın alıştığı yöntemlerle yapılıyor: "İstediğime veririm, istediğime vermem, sorana da ‘ticari sır’ der söylemem ihaleleri" bunlar!

Bir örnek Ankara’dan vereyim: Etlik ve Bilkent şehir hastanelerinde toplam 7 bin 300 yatak olacak.

Bu hastanelere deyim yerindeyse "müşteri" kazandırmak için kapatılacak 11 hastanedeki yatak sayısı 7 bin 150.

150 adet fazladan hastane yatağı için ödeyeceğimiz para 3 milyar Amerikan Doları.

3 milyar dolara 600 yataklı hastanelerden 20 tane yapılabilirdi. Hadi diyelim ki hesap yanlış, 10 tane yapılsın.

3 milyar dolara mevcut 7 bin 150 yatağa ilaveten (600 X 10 =) 6 bin yatak yapmak mı daha mantıklı, mevcuttaki yatak kapasitesine sadece 150 adet yatak eklemek mi?

3 milyar dolardaki müteahhit karı nedir? Bu kardan "çarkları yağlamak için" ayrılması gereken yüzde kaçtır? Bunları ben bilmem, aklım da ermez zaten.

Ancak şunu söyleyebilirim ki AKP iktidarında, müteahhitlerin cebine para konmuyorsa hiçbir iş yürümez.

Emeklilikte yaşa takılanlar, yandaş müteahhit konsorsiyumuna baş vurmalı ve bu kanun çıkarsa alacakları maaşın mesela yüzde 30’unu bu konsorsiyuma bırakacaklarını taahhüt etmeliler.

Bakın bakalım erken emeklilik çıkıyor mu, çıkmıyor mu?

* * *

Burhan Kuzu "5" alsın diplomamı yırtarım

İki dönem milletvekilliği de yapan gazeteci Ahmet Tan, eski adıyla Mülkiye, bugünkü adıyla Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun.

"Mülkiyeli ağabeyim" yani!

Ne zaman kalktı bilmiyorum ama bizim okuduğumuz yıllarda sınıfı geçebilmek için bütün derslerin ortalamasının 10 üzerinden 7 olması gerekiyordu.

10 üzerinden 7 ortalamayı tutturamayanlar, 7’nin altındaki derslerden bütünleme sınavlarına girerlerdi.

Bu da yetmez, şubat ayında okulda kura çekilir, iki dersten sınava girilir, bundan da 7’nin altında almamak gerekirdi.

Bu kalksın diye boykot da yapmıştık ama sonuç "otur 0" oldu, hepimizin mezuniyet ortalama notu düştü.

Her neyse, Ahmet Tan’ın okuduğu Anayasa Hukuku kitabında geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın 1968 – 1969 dönemindeki Anayasa Hukuku sınavında sorduğu sorular kalmış.

Tan, dün Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında bu soruları aktarıyordu.

Soruları okurken düşündüm. "Bugün haber kanallarında programlara katılan bazı ‘purofüsürler’ bu sorularla bir sınava girseler, kaç alırlardı" diye!

Hatta iddiaya girmeyi bile düşünüyorum: Attığı tweet'lere, programlarda söylediklerine bakarsam Anayasa profesörü Burhan Kuzu, 10 üzerinden 5 bile alamaz!

Söz konusu sorulara buradan ulaşabilirsiniz.

(Merak edenlere not: Söylemesi ayıptır, benim Anayasa Hukuku notum 9 idi.)

* * *

Binali Bey için görev önerim

Gazetelerde yayımlanan haberlerden anlaşılıyor ki AKP Milletvekili Binali Yıldırım’a "özgül ağırlığına uygun bir görev" bulmakta sıkıntı var.

Bu da normal. Bakanlık yapmış, Başbakan olmuş, TC Protokolü’nünün 2 numarası olan TBMM Başkanlığı’na seçilmiş bir kişi Binali Bey.

Bu yüzden "ona layık bir görev bulmak" gerçekten de zor ve Reis’in de canı bu yüzden sıkılıyor olmalı.

Benim bir önerim var:

Binali Bey girişimci çocuk yetiştirmek konusunda gerçek bir uzman sayılır ve Türkiye onun bu özelliğinden ne yazık ki yararlanmasını hala öğrenebilmiş değil.

Doğrudan Cumhurbaşkanı’na rapor eden bir bağımsız kurum kurulsun ve Binali Bey bunun başına geçsin. Çünkü bakanlık hafif gelir.

Bu kurum, dar gelirli aile çocuklarının, girişimcilik yeteneklerini nasıl ortaya çıkarıp, başarıya ulaşabileceklerini öğretmeye ve bu bilgiyi yaymaya odaklanan bir kurum olacak.

Böylece memleketimizde sadece Binali Bey’in çocuklarının sırtına binmiş yükü dağıtmak, herkesin elini taşın altına sokmasını sağlamak da mümkün olacak.

Acaba Reis bu konuya ne der?

Çünkü onun sayısını sayamayacağımız kadar çok uzmanlık alanlarından biri de bu konu.

İkisi baş başa verip, şu gariban gençlere bir el vermeyi düşünmezler mi?

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"