29 Mart 2023

Kılıçdaroğlu'nun kampanya filmi

Türkiye'ye kavgasız, dövüşsüz, mutlu bir gelecek vaat etmenin toplumda bir karşılığı olacaktır

Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "sana söz baharlar gelecek" kampanya filmlerini sosyal medyada izledim.

Doğru bir çıkış noktası yakalandığını düşünüyorum.

Türkiye, uzun süredir "mutsuz insanlar ülkesi"!

20 Mart Dünya Mutluluk Günü'nde öğrendik ki Türkiye, Küresel Mutluluk Raporu'nda bir önceki yıla göre iki sıra daha gerileyerek 137 ülke arasında 106. sıraya düştü.

Düzenli olarak her geçen yıl daha da mutsuz oluyoruz.

Özellikle genç nüfus içinde geleceğe ümitle bakanlar bir avuç.

Türkiye'ye kavgasız, dövüşsüz, mutlu bir gelecek vaat etmenin toplumda bir karşılığı olacaktır.

Bu toplum huzur ve mutluluk arıyor, gelecekten ümitli olmak istiyor.

Kılıçdaroğlu'nun kampanya filmini izledim, Paco de Lucia'nın müziği üzerine Sezen Aksu'nun sözleriyle dinleyip, çok kişinin de severek söylediği bir şarkının seçilmiş olması da doğru bir karar.

Ancak iki eleştirim var; birincisi filmdeki "GSM operatörü reklamı" havası.

GSM operatörleri ve bankalar bu tür o kadar çok reklam filmi yayınladılar ki sayısını bulabilmek bile zor.

Kampanyanın yaratıcılarına çok çiğnenmiş yollardan gitmenin doğru olmadığını hatırlatmak isterim.

Reklamcılığın altın döneminin en büyük yıldızı kabul edilen Bill Bernbach'tan bir söz aktaracağım, bu işlerle ilgilenenlerin kulağına küpe olsun diye:

"Gerçek, insanlar size inanmadığı sürece gerçek değildir. Anlattığınız şeyi anlamazlarsa size inanmazlar. Sizi dinlemezlerse, anlattığınız şeye inanmazlar. Anlattığınız şey ilginç değilse, sizi dinlemezler. Ve eğer anlattığınız şeyi hayal gücünüzle süsleyerek özgün ve yepyeni bir yöntemle anlatmazsanız ilginç olamazsınız."

Ve ikincisi: Instagramda izlediğim filmde Kılıçdaroğlu, bunalmış, yıkılmış insanlara "her defasında bu son olsun istiyorsun" diye sesleniyor. Ardından da ekliyor: "Al benden de o kadar!"

Ben olsam "her defasında bu son olsun istiyorsun" demezdim, "al benden de o kadar" asla demezdim.

Çünkü "bu son olsun" istediğimiz her seçimde o mutsuzluğa son veremeyen insanın kim olduğunu da bize hatırlatıyor.

Siyasal iletişimde her kelimenin, her jestin kendi içerdiğinden farklı anlamlar çağrıştırabileceğini de dikkate almak gerekir.

Biliyorum kampanyayı yapanlar bu işleri benden daha çok biliyorlardır.

Çok uzun yıllarını "reklam veren, reklam ve tanıtım kampanyalarının üretilmesi süreçlerinde aktif olmuş bir iletişimci – yönetici" olarak gördüğümü söyleyeyim dedim.

* * *

Bilal Bey, 95 milyonu nereden buldu?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın Mütevelli Heyeti Başkanı olduğu YETEV isimli vakıf, enerji sektörüne giriyor.

Bu vakıf aynı zamanda özel okul işletmeciliği de yapıyor, Yenidoğu Okulları, İrfan Okulları ve Palet Okulları ismini taşıyan eğitim kurumları var.

Hayli de büyük okullar bunlar. Yenidoğu'nun İstanbul'daki dört kampüsünde toplam 51 bin 500 metrekare kapalı alanı bulunuyor. 24 kişilik sınıflarda Montessori sistemi eğitim yapılıyor.

İrfan Okulları'nda ise ana okulundan orta okula ve teknoloji lisesine yayılmış bir yelpaze var.

Palet Okulları da dört ayrı kampüste Montessori sistemini uyguluyor.

2018 yılında kurulmuş bir vakfın böyle bir fiziksel büyüklüğe kavuşması Bilal Bey kardeşimizin üstün becerilerinden mi kaynaklanıyor?

Bana soracak olursanız bunun yönetim becerisiyle alakası yok, oraya sonra geleceğiz.

Şimdi güneş enerjisi santrali kurmak üzere gerekli izinleri almışlar, kuracakları santral için ÇED raporu da gerekmeyecekmiş.

İsmail Arı'nın BirGün'deki haberine göre Bor ilçesinin Okçu Köyü'nde kurulacak güneş enerjisi santralı 95 milyon liraya mâl olacak. İmar planında "tarımsal nitelikli arazi" olarak görünen 13 hektarlık bir alanda 13 bin 211 adet panel kurulması planlanıyor. Projenin ekonomik ömrünün 49 yıl olacağı, 6 ay içinde faaliyete geçeceği belirtiliyor.

Bu vakıf Erdoğan ailesinin kontrolündeki tek vakıf değil.

Tam sayıyı bulmak giderek güçleşiyor, maşallah kardeşlerin her biri bu işin ustası.

Vakıflar şeffaf olmadıkları için internet sitelerinde parasal kaynaklarının ne olduğunu açıkça göremiyoruz.

Vakıflar Genel Müdürlüğü bunları denetliyor olmalı ama böyle vakıflarda gerçek bir denetimi yürütecek yürekte görevlisi var mıdır, sanmıyorum.

Bu vakıfların mali gücü bağışlardan oluşuyor.

Bildiğiniz gibi Erdoğan yüzüğünü satarak siyasete girmiş bir kişilik ve ailesinin de böyle dev vakıflar kuracak bir mali gücünün olmadığını varsaymamız gerekiyor.

Biliyoruz ki bu vakıfların en büyük bağışçıları da devletle şu ya da bu şekilde iş yapan büyük şirketler, müteahhitler vs.

Bilin ki bu bağışlar bizim cebimizden çıkıyor.

Kimisi ballı ihale aldığı için bağış yapar, kimisi bir işinin çözülmesini sağlamak için.

Ucu her halükârda vergilerimizden oluşan havuza dokunur.

Bir iş adamı durduk yerde bir vakfa 1 milyon dolar gibi paralar bağışlıyorsa bilin ki o bağışı misliyle çıkaracak bir iş kendisine verilmiştir.

Bu vakıfların ABD'de bile milyon dolarlık yatırımları var.

"Devletin kamu hizmetlerindeki yükünü azaltmak" diye yola çıkıyorlar ama vakıflar kamu kaynaklarından besleniyor.

Ve o kaynakların bu vakıflara akmasının tek nedeni çocukların babalarının Cumhurbaşkanı olması.

Önümüzdeki seçimde Cumhurbaşkanı seçilemezse bu vakıfların gelirleriyle siyaseti de finanse ederler, Saray'da alıştıkları müreffeh yaşamı da eksiksiz sürdürürler.

Her iktidar döneminde, iktidar büyüklerinin böyle vakıflar kurmalarının temel nedeni de budur.

Kılıçdaroğlu seçimi kazanırsa bu vakıfları iyice incelemeli. Bakalım altlarına neler süpürülmüş?

Bilal Erdoğan

* * *

Demirören'lerin borcunu ödemeye hazır mısınız?

Demirören Holding'in, Doğan Medya Grubu'nu satın almak için Ziraat Bankası'ndan kullandığı 895 milyon dolarlık kredi borcunun yalnızca yüzde 3,2'sini ödediği ortaya çıktı.

Kredi 2018 yılında alınmıştı.

Kredinin ödenmesinde zorluklarla karşılaşılınca yüzde 4 faiz ile 14 yıl vadeye yayılarak borç yeniden yapılandırılmıştı.

Ziraat Bankası Genel Müdürü Alpaslan Çakar, tüm alacakların yeniden yapılandırmaya esas alındığını belirterek, yapılandırma tarihinden itibaren firmadan toplam 586 milyon 221 bin 750 TL tahsil edildiğini açıkladı.

Demirören Holding'in Doğan Yayın Grubu'nu satın almak için Ziraat Bankası'ndan kullandığı kredi için gösterilen teminatlardan biri de Kemer'deki golf sahalarını da içeren araziydi.

Banka, alacağının küçük de olsa bir bölümünü kurtarmak için bu araziyi Emlak Konut'a devretti.

Yani, Ziraat Bankası teminatı bir başka kamu kuruluşunun kaynaklarını kullanarak nakde çevirdi ki o cep de yine biz vatandaşların cebi!

Demirören yönetiminde gazetelerin tirajı düştü, televizyonların izlenme oranları düştü ve bunun sonucunda da reklam gelirleri düştü.

O işletmelerin böyle bir krediyi çevirecek nakit akışını sağlayamayacağı çok açık.

Maaşların bile ilave kredilerle ödendiğini düşünmemiz için çok neden var.

Demirörenler, satın alındığında grubun en önemli varlıkları arasında olan dağıtım şirketini ve matbaalarını da kapattılar.

Ziraat Bankası Genel Müdürü "kredi ödenmezse acil aksiyon alırız" diyor ama bana soracak olursa çok geç kaldı.

Erdoğan hükümetinin yandaş medya yaratma planının sonuçlarını yine biz vatandaşlar ödeyeceğiz, bunu da not etmiş olayım.

Memleketin çiftçileri de "niye ucuz krediye ulaşamıyoruz" diye düşünüyorlarsa yanıtı bu kredide yatıyor.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Uyutmayacaklar, öldürecekler!

Sahipsiz kedi–köpek nüfusunun aşırı artışının yaratacağı sakıncaları önlemenin yolu, kısırlaştırmadan geçiyor, öldürmekten değil. Belediyelerin görevlerinden biri de budur. Bugün kedi–köpek kısırlaştırmak için ayrılacak bütçe, gelecekte kentleri saracak kemirgenlerle mücadele için harcanması gereken bütçe ile kıyaslanmaz bile

Elçinin hediyesi Yargıtay'ı fena germiş

Hediyeyi kabul ediyorlar, sonra gizlice liste oluşturmaya çalışıyorlar, duyulunca da kavga çıkıyor. Kendi üyeleri arasında bile adil olamayan, bu hassasiyeti gösteremeyen bir Yargıtay görüntüsü normal mi?

Türk Speedy Gonzales'ler iş başında!

İstanbul'da "speed dating" başlamış. "Hızlı flört" diye çevirmişler ama flört bu değil, buna olsa olsa "merhabalaşmak" diyebiliriz. Gerçi ben sanırım eski kafalıyım ama beş dakika içinde bir kadını ya da bir erkeği tanıyıp etkilenmek mümkün olabilir mi? Açıkçası bana yetmez...