FETÖ’nün, Silahlı Kuvvetler yapılanmasında mahrem imam olduğu ortaya çıkan eski öğretmen Hakan Meşhur itirafçı olmuş ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istemiş.
Aynı kişinin 2010 yılındaki KPSS soru hırsızlığının sanıklarından biri olduğunu da hatırlatayım.
Bu adam, zamanında KPSS soruşturması çerçevesinde gözaltına da alınmış ama o zaman “sorular çok kolaydı” diye kendisini savunmuş, Fethullahçı çeteyi ele vermek aklına gelmemiş!
Şimdi ankesör soruşturmasıyla yakayı ele verince “itirafçı” olabiliyor.
Sizce de bu işte bir tuhaflık yok mu, yoksa sadece bana mı öyle geliyor?
Bu adam yakalanmadan önce savcıya gelip, bütün bildiklerini açıklamamış.
İlk göz altına alındığında da “Ben KPSS’de kopya çektim, soruları şunlar verdi” diye anlatmamış.
Şimdi yakalanınca “etkin pişmanlık hükümlerinden” yararlanmaya karar veriyor.
Gerçekten pişman olmuş olsaydı, yakalanmadan önce gidip çeteyi ele verecek bilgileri savcılara anlatması gerekmez miydi?
Öte yandan anlattığı hikaye de bilinmedik bir şey değil.
Anlattığı şey, daha o günlerde, ilk soruşturma sırasında gözaltına alınan bir öğretmen tarafından anlatılan bir bilginin tekrarından başka bir şey değil.
Zaten ben de üç yıl boyunca her pazartesi günü KPSS sorularını “nefesi kuvvetli bir hocanın çaldığını” o ilk soruşturmada verilen ifadelerden yola çıkarak sormuştum.
O günlerde ortakların keyifleri yerindeydi, Erdoğan, Gülen’i; Gülen, Erdoğan’ı çok seviyor, “aynı menzili maksuda doğru birlikte yolculuk” yapıyorlardı.
Hadi o günlerde itirafçı olmak işine gelmemişti. Fethullahçılar, Reis’in kanatları altında faaliyet gösterebiliyorlardı.
Peki, 15 Temmuz’dan bugüne kaç yıl geçti?
Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak bu kadar basit mi?
***
Erdoğan’ın eli hangi cepteyse, İmamoğlu da oraya sokacak
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’na çok kızdı.
Sinirlenmesinin nedeni İmamoğlu’nun seçim vaatlerinden bazıları.
İmamoğlu, doğum yapmış annelerin, çocuğu 4 yaşına gelene kadar toplu taşımayı ücretsiz kullanacaklarını söylemişti.
Cumhurbaşkanı da kendisine şöyle yanıt veriyor:
“Ufukta seçim sandığını görünce sosyal devlet diyorlar. Ne diyorlar, doğum yapmış, çocuğu 4 yaşına kadar olan annelere otobüsler bedava, sonra gençliğe şu yaşına kadar otobüsler bedava. Sen kimin cebinden nereye, neyi bedava yapıyorsun?”
Cumhurbaşkanı sinirlenince bazen doğru şeyler de söylüyor.
Bir siyasetçi, bir kamu hizmetinin bedava olacağını vaat ediyorsa, bilin ki bu aslında bedava filan değildir.
Her hizmetin bir maliyeti vardır ve kullanıcısından alınmayan hizmetin bedelini vergi mükelleflerinin tümü öder.
Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın mitinglerde bedava dağıttığı çaylar gibi!
Ya da millet kıraathanelerinde bedava dağıtılan çay – poğaça – kekler gibi.
Tanzim satışlarında olduğu gibi.
Bunlar tabii ufak tefek işler.
Mesela, Yap – İşlet – Devret yöntemiyle yapılan ve sözleşmeyle ABD doları üzerinden geçiş ücreti taahhüt edilen Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücretlerinin düşürülmesi işinde de böyle oldu.
Köprü geçiş ücreti düşürüldü ki geçen daha az ödesin, aradaki fark bütçeden karşılansın.
Yani İmamoğlu çıkıp gönül huzuruyla Erdoğan’a şu yanıtı verebilir: “Sen o paraları nereden buluyorsan, ben de oradan alacağım!”
***
Türkiye yargısının hali
Cumhurbaşkanı’na hakaret eden vatandaşı beraat ettirdiği için görev yeri değiştirilen yargıç ile ilgili olarak HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz bir açıklama yaptı.
Yer değiştirme kararının, yargıcın mahkemede verdiği karar nedeniyle değil, karar gerekçesini yazarken kullandığı ifadeler nedeniyle alındığını belirtiyor.
Yargıç bağımsızlığının önemini vurguluyor.
HSK Başkanvekili, bir yargıcın sırf kararı nedeniyle cezalandırılmasının HSK’nın varlık nedenine aykırı olduğunu söylüyor.
Dün bu konuda bir yorum yapmış ve HSK’nın kararının Türkiye’de yargının bulunduğu durumu gösterdiğini söylemiştim.
HSK Başkan Vekili’nin açıklamasından da bilginiz olsun istedim.
HSK Başkan Vekili, söylediğinde haklı olabilir, yargıcın söz konusu kararının tam metnini okumuş değilim.
Ama şunu da söylemem gerekiyor ki eğer yargıçları, savcıları kararlarındaki ya da iddianamelerini yazarken kullandıkları ifadeler nedeniyle soruşturup, suçlayabilecek isek, Türkiye’de yargıç ya da savcı bulabilmemiz çok zor olacak.
Özellikle de adeta siyasi makammış gibi davranan savcıları kast ediyorum.
Cumhurbaşkanı ya da İçişleri Bakanı’nın bir işaretiyle dava açabilen, uyduruk gerekçeleri siyasi bir tarafmış gibi ardı ardına sıralayarak iddianame yazan savcılarımız var.
AİHM’nin, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararları, siyasi otoritenin gözüne girebilmek için sallamayan yargıçları da unutmayalım.
***
2 gün ara veriyorum
Bir seyahat nedeniyle Cuma ve Cumartesi günleri yazamayacağım.
Sizlerle 11 Mart Pazartesi günü yine burada buluşacağız.