19 Mart 2020

İtalya gibi olmamıza kaç gün kaldı?

Türkiye’de hükümetin bu işi önlemek için yapabileceklerinin hepsini yaptığından, "bakanın çok iyi çalıştığından" hâlâ emin misiniz?

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, sosyal medya hesabı üzerinden bir paylaşım yaptı.

Dikkatinizden kaçmış olabileceği düşüncesiyle önce bunu size aktarmak istiyorum:

"Türkiye, kritik olgu eşiği olan 100’e ulaştı. Az test yaptığımızı, hastaların yüzde 20’sinin hastaneye gelip tanı aldığını düşünürsek kritik eşiğe günler öncesinden ulaşmış olmamız da olası. Hong Kong, Singapur olma şansımızı kaybettik. Bundan sonra tüm enerjimizi İtalya olmamaya harcamalıyız."

Prof. Dr. Azap, yukarıda da belirttiğim gibi bu salgın ile mücadele amacıyla oluşturulan bilim kurulunun bir üyesi.

Ve belli ki sesini kurulda duyuramamış, sosyal medyadan feryat ediyor.

"Salgının ilk gününden beri çok iyi çalışan Sağlık Bakanı" diye yerlere göklere sığdıramıyorlar ama gördüğünüz gibi virüs ile mücadelede Hong Kong ve Singapur olma şansımızı kaybettiğimizi en yetkili ağızlardan biri söylüyor.

Salgının başladığını öğrendiğimiz gün ile ilk "resmen açıklanan hastanın" ilan edildiği gün arasında geçen sürede aslında dişe dokunur hiç bir şey yapamadığımızı gösteren bir durum bu.

Hong Kong, Singapur, Güney Kore gibi ülkeler, salgın burunlarının dibinde başlamasına rağmen İtalya ya da İran kadar etkilenmediler çünkü insanların hastaneye gelmelerini beklemeden yaygın test uygulamasıyla enfekte kişileri tespit edip, karantinaya aldılar.

Böylece virüsün yayılma hızını düşürebildiler, ölümleri de o oranda azaltabildiler.

Biz bütün illere test kiti yollama işini daha iki gün önce başarabildik ve o da sadece belli merkezlerde olacak şekilde!

Hâlâ sadece hastalık kuşkusuyla hastaneye gelenlere test yapılıyor, henüz belirti göstermeyen ama taşıyıcı konumda olan belki de on binlerce kişi de aramızda dolaşıp, virüsü yaymaya devam ediyor.

Prof. Dr. Azap da zaten bunun için "İtalya olmamaya çalışmalıyız" diyor!

İtalya olmamanın yolu da belli: Karantina koşullarına uyulmasını gerekirse sert önlemlerle sağlamak.

Bizde hâlâ alış veriş merkezleri açık. Kahvehane, barlar filan kapalı ama lokantalar açık.

Dün Diyanet’in genelgesine rağmen camilerde toplu namaz kılındı. Kıldırmak istemeyen imamlar neredeyse dayak yiyecekti.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı sanki bu iş kendi göreviymiş gibi açıklama yapıyor: Sokağa çıkma yasağı filan olmayacak! Oysa görüyoruz ki İtalya gibi olmamanın yolu, bundan geçiyor.

Yani anlayacağınız hükümet şaşkın ördek gibi:

* Herkese test yapılmadığı için hasta sayısını az zannediyor.

* Herkese test yapıp, hasta olanları enterne etme fırsatını artık çoktan kaçırmış durumda.

* Buna karşın hasta olmayanları, virüsten koruyacak tek önlem olan sokağa çıkma yasağına da karşı.

Çin, 2 ayın sonunda hastalığın yayılmasını kontrol altına alabildiyse, bunun nedeni hasta olmayanların, virüs kapmasını önleyen sokağa çıkma yasağı.

İtalya’da salgının yayılma hızı durdurulabildi, çünkü sokağa çıkma yasağı uygulanıyor.

En etkili yöntem, çok test yapıp, virüs bulaşmış olan hastaları, toplumdan tecrit etmek ve bunu yapabilecek miktarda teste ne zaman sahip olacağımız bile belli değil.

Türkiye’de hükümetin bu işi önlemek için yapabileceklerinin hepsini yaptığından, "bakanın çok iyi çalıştığından" hâlâ emin misiniz?

* * *

İşçiler yine unutuldu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, salgın nedeniyle ortaya çıkan ekonomik sorunu çözmek için aldıkları önlemleri dün bir basın toplantısıyla açıkladı.

Salgının yol açtığı ekonomik tahribatı telafi etmeye yetecek çapta bir önlemler demeti olup olmadığını bilemeyeceğim. Bunu uzmanlar değerlendirecektir.

Görüyorum ki işçiler, yine ekonomik tedbirler şemsiyesinin dışında kalmış.

Küçük ya da büyük işletmelere değişik avantajlar sağlanıyor ama bu avantajların, o işletmelerin çalıştırdığı insanlara yarayıp, yaramayacağı da işletme sahiplerinin insafına kalmış gibi görünüyor.

Niye, bu destek paketinden yararlanacak olan işletmelerin, işçi çıkarmaması şartı koşulmadı?

Geçici çalışma ödeneğinden yararlanma koşullarının kolaylaştırılması, işçi çıkartmalara ses çıkarılmayacağı anlamına mı geliyor?

* * *

Burhan Kuzu, hiç inandırıcı değil!

Yargı üzerinde baskı kurarak uyuşturucu kaçakçısı Zindaşti’yi tahliye ettirdiği ile ilgili iddialar üzerine açılan soruşturmada, Kuzu’nun verdiği ifade ortaya çıktı.

Cumhuriyet’ten Zehra Özdilek’in haberine göre Kuzu, davaya bakan hakimleri aradığını kabul ediyor ama baskı yapmamış!

Kuzu’nun bu olaydaki genel tutumu bu zaten: İnkar et, kısmen kabul et, inkar et, kısmen kabul et, inkar et, kısmen kabul et!

Hatırlarsınız, Zindaşti’yi tanımadığını da söylemişti, sonra birlikte yemek yerden fotoğrafları bile ortaya çıktı.

Şimdi de benzer bir taktiği hakimlere baskı yaptığı iddiasıyla ilgili olarak izliyor.

Hakimleri niye aradığını şöyle açıklıyor:

"Eski bir öğrencim olan Zindaşti’nin avukatı İlker, uzman görüşü şeklinde hukuki mütalaamı mahkeme hakimine bildirmemi istedi. Talimat ve telkinde bulunmaksızın düşüncemi iletmek amacıyla Cevdet Özcan’ı telefonla aradım. Eğer delil yoksa tutuklanmanın bir tedbir olduğunu serbest bırakılabileceğini söyledim."

Sorum: Ne zamandır "bilirkişi görüşleri" hakimlere telefonla aktarılıyor?

Kuzu, kendisinden vatandaşlığa geçmesi için yardım isteyen Zindaşti ile yemek yedikten sonra aralarında mesajlaşmış olmasını şöyle açıklıyor:

"Böyle bir mesaj yazdığımı da hatırlamıyorum. Herhangi bir şekilde ihale takibi veya başka bir işlem takibi söz konusu değildir."

Sorum: Resmi sıfatı da olan bir kişi, bir uyuşturucu kaçakçısı ile niye yemek yer, niye mesajlaşır?

Kuzu, Zindaşti’nin tahliye edilip, ortadan kaybolmasından sonra itiraz mercii olan 6. Sulh Ceza hâkimini de aramıştı.

İfadesinde, mahkeme hakiminin kendisine itirazı kabul ettiğini ve şahıs hakkında tutuklama kararı verdiğini söylemesi üzerine telefonu kapattığını söylüyor.

Sorum: Hadi ilk hakimi "bilirkişi" diye aradınız, ikinci hakimi hangi sıfatla aradınız? HSK müfettişlerine ifade veren iki hakim ve bir savcı "Ankara’dan sürekli arıyordu. İran ile ilişkiler için serbest kalmalı diyordu" şeklinde ifade vermişlerdi. Kuzu, bu durum kendisine hatırlatılınca ifadesinde şöyle diyor:

"Ben binlerce hukuk fakültesi öğrencisine hocalık yaptım. Çok sayıda hakim, savcı öğrencim vardır. Bu nedenle hakimler ve savcılar ile sıklıkla görüşürüm. Bu görüşmelerimde herhangi bir art niyetim yoktur. Siyasetçi kimliğim de var. İnsanların mağduriyetini giderecek talepleri idari makamlara iletirim."

Sorum: Zindaşti dışında hangi sanıklar için hakim ve savcıları arayıp, kararlarını etkilemeye çalıştınız?

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"