Bizim gençlik yıllarımızda bazı varlıklı aileler, kız çocuklarını yurtdışında (özellikle İsviçre) okumaya yollarken bu okulları tercih ederlerdi.
Bu okulların isimleri neydi, doğrusu hatırlamıyorum ama insanlar aralarında konuşurlarken bunlara "lady okulu" dendiği aklımda kalmış.
Kız çocuklarını, 'bir salon hanımefendisi olarak' yetiştirmeyi hedefleyen okullardı bunlar. Hadi daha açık yazayım, 'iyi bir evliliğe hazırlayan' okullar!
Müfredatları neydi, o yıllarda bu tür işlerle dalga geçtiğim için hiç ilgilenip, sormadığım bir şey olduğu için bilmiyorum.
Ama Prof. Dr. Kemal Gözler’in geçenlerde yayımlanan bir makalesini okurken aklıma takıldı: Acaba yeni Türkiye’nin lady okulları, ilahiyat fakülteleri mi oldu? (İki bölümden oluşan bu makaleyi, anayasa.gen.tr sitesinde okuyabilirsiniz.)
Benim için çok şaşırtıcı bir bilgi bu: İlahiyat fakültelerindeki kadın öğrenci oranı yüzde 62.
2018-2019 öğretim yılında ilahiyat fakültelerine 12 bin 698 erkek öğrenciye karşılık, 20 bin 504 kadın öğrenci kayıt yaptırmış.
Prof. Dr. Gözler, bir karşılaştırma için hukuk fakültelerine bakmış; kadın ve erkek öğrenci sayısı neredeyse eşit. Aynı dönemde hukuk fakültelerine 8 bin 672 erkek, 8 bin 508 kadın öğrenci girmiş.
Oysa, 2019 yılı itibarıyla devletin ilahiyat fakültelerinde görev yapan toplam 607 profesörden sadece 14’ü, 382 doçentten sadece 34’ü, bin 299 doktor öğretim üyesinden sadece 190’ı kadın.
İlahiyat fakültelerinde kadın oranı, öğrenci düzeyinde yüzde 70, öğretim üyesi düzeyinde ise sadece yüzde 10!
Türkiye’de ilahiyat fakültelerinin, öğrencilerinin yüzde 70’i kadın, öğretim üyelerinin ise yüzde 90’ı erkek!
Şunu mu anlamalıyım: Muhafazakar aileler, kızlarını 'iyi bir eş ve anne olsunlar diye' ilahiyata gönderiyorlar ve bir kuru diploma onlara yetiyor.
Hem AKP zenginlerinin 'iyi eğitimli eş ihtiyacı' karşılanıyor, hem de kızların normal okullara gönderilerek 'ahlaken bozulmalarının' önüne geçiliyor!
Öyle mi?
Yoksa şunu mu düşünmeliyim: İslamcılar, kadının yerini 'ev' olarak tarif ettikleri için mezun olan kadın öğrenciler evlerine dönmek zorunda kalırlarken, meydanı erkeklere bırakıyorlar, akademik kariyer erkeklere nasip oluyor.
Türkiye’deki hiçbir fakültede böyle bir oran olmadığına, kadın - erkek öğretim üyesi dengesi bu kadar bozuk olmadığına göre, sorun belki de ilahiyat fakültelerine hakim olan zihniyette. (Tüm üniversiteler esas alındığında kadın akademisyen oranı yüzde 44,6.)
Ne dersiniz? Hangisi doğru? İlahiyat fakülteleri, yeni Türkiye’nin, yeni lady okulları mı oldu?
* * *
Rejim artık korkutamıyor
İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerin yararlandığı indirimli kahvaltının kaldırılması ve indirimli öğünün de günde bire indirilmesini protesto eden öğrencilere, polisin nasıl müdahale ettiğine ilişkin haber videolarını izlediniz mi, bilmiyorum.
Görüntünün, 'düzeni sağlamaya çalışan polis' ile bir ilgisi yok.
Daha çok eski kovboy filmlerinde rastlayacağımız türden bir görüntü bu: 'Mavi ceketli süvariler, Kızılderili kabilesini basmış, insanları kılıçtan geçiriyorlar' görüntüsü bu.
Polis gücüne hakim olan hırs ve kin elle tutulacak derecede açık ve yoğun.
Bu tekil bir örnek değil.
Benzerlerine her gün bir yerlerde rastlamak mümkün.
Bu memleket o kadar kötü yönetiliyor ki değişik vatandaş gruplarının canı yanıyor, insanlar buna seslerini yükseltmek istiyor.
'Eski Türkiye' olsaydı, iktidarın işi daha kolay olurdu. Protesto etmek arızi, susup kabullenmek genel geçer durumdu.
'Yeni Türkiye' insanı, artık susup oturmuyor.
Yaşadıkça öğrendik ki susup oturmak çare değil, sesini çıkarman gerekiyor.
İnsanlar, kendileri gibi düşünen insanlarla birlikte hareket edebildiklerinde bazı şeyleri değiştirebileceklerini gördüler çünkü.
Taksim’e Topçu Kışlası görünümünde alış veriş merkezi inşa edemediler mesela. Muktedirin bugün hâlâ onun kızgınlığıyla hareket edip, intikam peşinde koşmasının nedeni, avucunun içinde zannettiği o rantın doğmadan uçup gitmesidir.
Kaz Dağları’nın altını üstüne getiren maden şirketi, pılıyı pırtıyı toplayıp, gitti.
İktidardan korktukları için mi, yükselen halk tepkisinin karşısında direnemeyeceklerini bildikleri için mi?
On binlerce kişi Kanal İstanbul’un ÇED raporuna itiraz etmek için yağmur, fırtına demeden kuyruklarda bekledi.
Milyar dolarlık şehir rantı yaratma hayalini, uyduruk bir kanalın arkasına saklayabileceklerini zannedenler de öğrenecekler, halkın yok sayılamayacağını.
Onun için polis şiddeti, her hangi bir demokratik ülkede rastlanmayacak derecede yaygın olarak kullanılıyor.
Bu şiddetle kimin muhatap olduğunun o kadar önemi yok rejim için.
Bazen protestocu kadınları dövmek gerekiyor, bazen öğrencileri, bazen bireysel özgürlükleri için sokağa çıkmak isteyenleri.
İtiraz etmenin bedeli en hızlı polis dayağı ile tahsil edilebiliyor.
Bununla uslanmayana gözaltı, tutuklama.
Daha da mı olmadı, Osman Kavala örneği var, ders almaları için.
Geçtiğimiz hafta sonu sıra İstanbul Üniversitesi öğrencilerindeydi. Bakalım bu hafta sıra kime gelecek?
Unuttukları şu ki artık insanları korkutmayı beceremiyorlar.