24 Haziran 2019

Her şey güzel olsun!

“Bir seçimi çalma denemesi” halktan hiç beklemediği bir tokat yedi

İstanbul seçimi gösterdi ki Türkiye’nin sandıktaki iradesine sahip çıkma içgüdüsü her şeyin üstünde.

Bir önceki seçimde iki aday arasındaki fark 15 bin bile değilken, bu kez 800 bine yaklaştı.

Araştırma şirketlerinin seçimden önce tahmin ettiği gibi bir fark oluştu.

Bir anlamda tarihin tekerrür ettiğini bile söyleyebiliriz.

12 Eylül muktedirlerine verilen türden bir ders verdi seçmen.

“Bir seçimi çalma denemesi” halktan hiç beklemediği bir tokat yedi.

AKP’nin karar alıcıları ve siyaset oluşturucuları ki bu esasen bizzat Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil,  31 Mart’taki yenilgiyi kabul etme olgunluğunu gösterebilselerdi, böyle ağır bir yenilgiyle de karşılaşmayacaklardı.

Bu seçimin siyasi sonuçları, İstanbul’da yerel yönetimin el değiştirmesinden ibaret olmayacak.

Seçimi Erdoğan kaybetti

Seçimin yenilenme kararı verilmesinin ardından AKP’nin seçim stratejisi, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geri çekileceği, Ekrem İmamoğlu’nun doğrudan muhatap olarak alınmayacağı, Binali Yıldırım’ın öne çıkarılacağı şeklinde özetlenebilirdi.

Ancak kampanya ilerledikçe, İmamoğlu’nun yarışı önde bitireceği ile ilgili araştırmalar çıktıkça Erdoğan bunu terk etti.

Bütün gücüyle İmamoğlu’nun karşısına çıktı ve kaybetti.

Erdoğan, siyasi içgüdüleri çok güçlü ve her durumu lehine çevirmesini bilen bir siyasetçi olarak tanınırdı.

Öyle görünüyor ki bu özelliklerinden çok şey kaybetmiş.

Çevresi “yes sir”cülerle çevrilmiş, kendi sesinden başkasına kulakları kapalı her liderin önünde sonunda karşılaşacağı bir şeydir bu.

Şimdi bu yenilgi üzerine bir özeleştiri yapıp, kendi hatalarını da göreceğini zannetmeyin ama.

Erdoğan durumundaki siyasi liderlerin bunu yapabildikleri pek görülmemiştir.

Egosu patlayacak kadar şişmiş bir siyasi liderin, kendisinden başka herkesi suçlayacağını ama hatanın büyüğünün aslında kendisinde olduğunu asla görmeyeceğini söyleyebiliriz.

Bundan sonrası artık Erdoğan açısından “gerileme devri” diye tanımlanabilir.

31 Mart sonuçlarını kabul etmeyip, YSK’yı sıkıştırarak seçimi çalma denemesinin bedelini böylece ödeyecek.

2023’e kadar bekleyemez

Erdoğan’ın, Türkiye’nin en büyük kentinde aldığı ağır yenilginin elbette siyasal sonuçları olur.

Bu güvensizliğe karşı ne kadar dayanabileceğini zaman içinde göreceğiz ama şunu bugünden söyleyebiliriz ki gelecek genel seçim için artık 2023’ü beklemek söz konusu olamayacak.

Türkiye, S – 400 meselesi, ekonomik kriz gibi nedenlerle türbülanslı bir döneme girecek.

Bu türbülans sürerken elbette bir genel seçimi göze alamayacaktır.

Ancak şunu da biliyor olmalı ki böyle türbülanslı dönemlerden geçebilmek için siyaseten de güçlü olmak gerekir.

Ve şu anda o gücü önemli bir hasar almış bulunuyor.

Seçimi kazanmak için Abdullah Öcalan’ı bile devreye sokmasının da elbette siyasi sonuçları olacak.

Seçime iki gün kala Öcalan’n “yerli ve milli şahsiyet” olarak ileri sürülmesinin Devlet Bahçeli açısından da bazı negatif sonuçları olmasını beklemek gerek.

Hem Erdoğan’ın, hem Bahçeli’nin artık ciddi bir beka sorunu yaşayacaklarını söyleyebiliriz.

Kılıçdaroğlu ve “politik Sinderella”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu seçimin tartışmasız galibi.

Kimsenin tanımadığı bir ilçe belediye başkanını aday gösterirken yüklendiği riskin ödülünü hak ederek alacak.

Ekrem İmamoğlu, bu yılın başında adını çok az kişinin bildiği, küçük bir ilçenin belediye başkanıydı.

Yılın yarısı bitmeden “geleceğin liderine” dönüştü.

Bu “politik Sinderalla” öyküsünün yaratıcısı Kılıçdaroğlu’ndan başkası değil.

Elbette onun İmamoğlu’nu fark etmesini sağlayan CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu da unutmamalı.

AKP medyasının Kaftancıoğlu’nu yiyip, bitirmek için kendini parçalamasının bir anlamı varmış demek ki!

Elbette İmamoğlu’ndaki liderlik kumaşını da ihmal etmemek gerek ancak o kumaşı fark eden ve adeta kendisine de bir rakip yaratmayı göze alanın hakkını da teslim etmeliyiz.

İmamoğlu’nun önünde şimdi çok ciddi bir sınav var: Kendisine bağlanan ümitlerin karşılığını vermek!

İyi bir belediye başkanı olur, seçim öncesi vaat ettiği gibi herkesi kucaklayabilir ve İstanbul’da bir iz bırakabilirse, siyaseten önünün çok açık olduğunu söyleyebiliriz.

Hayal kırıklığı yaratır, bu başarının sadece kendisine ait bir kişisel başarı olduğunu düşünür ve ona göre davranırsa, bir kuyruklu yıldızdan farkı olmayacağını da aklında tutmalı.

Dileyelim ki Türkiye için her şey güzel olsun!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım

Artık ne istediğini açıkça söylemeli

Cumhurbaşkanı'nı seçtik ve memleketi düzgünce yönetsin, haklarımızı korusun diye emrine ne istediyse verdik... Ve şimdi o da elinde bunca imkân varken çıkmış, "1 Mayıs'ı propaganda aracına dönüştürmek isteyen terör örgütlerine istismar zemini hazırlanmamalıdır" diyor. Terör örgütlerinin faaliyetlerini önleyebilmesi için bütün bir kenti evine hapsetmesi gerekiyormuş demek ki!

Sokaktan ödü kopan bir rejim

Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor. Oysa otokrasileri yıkan şey, kitlelerin toplantıları, protestoları değil; baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz Tayyip Bey...