Geçen gece, Türkçe müzikler çalan bir barda Emel Müftüoğlu’nun epeydir dinlemediğim bu şarkısını hatırladım.
Unuttuğumu zannediyordum ama melodi başlar başlamaz nakaratını sular seller gbi ezbere bildiğimi fark ettim.
"Hadi gir ruhuma sar beni
Çal fikrimi deli et beni
Fırtınalar kopar içimde
Unuttur bana kendimi!"
O barda bulunma "bahanem", işten ayrılan bir arkadaşımıza veda etmekti.
Şarkının nakaratını tek bilen ben değilmişim.
İnsanların "kendilerini unutma isteklerini" böyle feryat figan ortaya koymalarının nedeni, özel hayatlarında mutsuz olmaları değildi herhalde.
O gece orada birlikte olduğum arkadaşların özel hayatlarını biliyorum, eşlerini, sevgililerini tanıyorum, mutsuz olmadıklarını da bu nedenle gayet iyi biliyorum.
Ama bir kendinden geçme isteğinin de saklanamadığını söylemeliyim.
Bekâr olanlarını ya da şu sıra yalnız olanlarını da bu nedenle anlamakta zorlandığımı söylemeliyim.
Madem böyle deli divane bir aşk yaşamak istiyorsun, o zaman ne bekliyorsun?
Hoş, kendine bakan, akıllı, işinde başarılı genç kadınlar ve erkekler bunlar.
Kolayca kendilerini sevecek ya da sevebilecekleri birisini bulabilirler ama bir garip "mükemmellik arayışı" yalnız kalmalarına neden oluyor.
Böyle bir fikir, bir erkek ya da kadına musallat olunca da işte böyle feryat ediyorlar: Hadi gir ruhuma sar beni!
Gazeteci Iris Krasnow, "Surrendering to Marriage" (Evliliğe Teslim Olmak) isimli kitabında kendi evliliğini şöyle anlatıyor:
"En sonunda mükemmel olmayan bu adamla, mükemmel olmayan bir ilişkiye teslim oldum!"
Evli, bekâr herkese tavsiyesi de bu zaten: Teslim olun.
Krasnow’a göre evliliğe teslim olmak gerekliliği, "otların çitin öteki yanında daha yeşil olmamasından" kaynaklanıyor.
"Ebediyen mutlu olacağınızı düşünmek boşanmanın ilk adımıdır. Ayrıca mükemmel aşkı başka yerde aramaktan da vazgeçin çünkü aradığınız türde bir yaratık yok yeryüzünde" diye yazıyor.
Bence Krasnow’un en büyük sorunu kendi evliliğini tarif ederken vardığı sonucun yanlış olmasından kaynaklanıyor.
Yani "mükemmel olmayan bir adamla" ilişkisine teslim olmayı yanlış yorumlamasından...
Krasnow aslında gerçek aşkı bulmuş, ama bulduğunun ne olduğunun farkında bile değil.
Aşkın insan ruhu üzerinde yarattığı en önemli etki verdiği "seçilmiş olma duygusu".
Etrafta bize benzeyen belki on binlerce insan varken, bir kadının (ya da bir erkeğin) sizi tercih etmesinin verdiği seçilmiş olma duygusundan söz ediyorum.
"Seçilmiş olmak" aslında teolojik bir kavramdır: Herhangi bir insanın doğaüstü bir kararla, benzersiz ve olağanüstü bir görev için seçilmesi.
Aşkın doğasından kaynaklanan bir sonuç.
Aşk ilişkisindeki taraflardan biri ötekine hiçbir zaman şunu söylemez: Seni seviyorum çünkü çok zenginsin, beni güzel yerlere, yemeğe-tatile götürüyorsun vs.
Birisi bunu size söylerse, onun sizi değil, sizin "fasilitelerinizi" sevdiğini düşünürsünüz.
Gerçek aşk bunlarla ilgilenmez.
Tam tersine aşkın objesi zeki olmasa da, namussuz olsa da, alçak bir yalancı olsa da, fakir olsa da, genel güzellik değerleriyle kıyaslandığında çirkin sayılsa da ona âşık olunabilir.
Sevgililerimizi seçiş biçimimiz, tercih ettiğimiz insan tipi kendi temel yaradılışımızı ortaya koyar.
Bizi etrafta dolaşan öteki erkeklerin ya da kadınların cinsel çekimlerinden koruyan şey de budur.
Başa dönecek olursak, Krasnow "mükemmel olmayan bir adamla mükemmel olmayan bir ilişkiye teslim olmaktan" söz ediyordu.
Aşk da zaten budur. Seçtiğimiz birisine teslim olmak!
Bu gönüllü bir teslim oluştur ve en önemlisi neye teslim olduğunuzun da çoğu zaman farkında bile olmayabilirsiniz.
Onun için "mükemmel erkek" ya da "mükemmel kadın" bekleyerek, en güzel yılları yalnız geçirmek, çok da akıllı bir insan davranışı sayılmaz.
Bir de "mükemmel kadını" beklediğini söyleyip neredeyse haftada bir sevgili değiştiren genç erkekler var.
Tabii bu işi tek başlarına yapmıyorlar, kızlarla çıkıyorlar, demek ki bu sadece erkeklere özgü bir davranış sayılmaz.
Bu gençlerden birisiyle oldukça yakınım ve hep şunu soruyorum:
Sen kendini mükemmel buluyor musun ki mükemmel bir kadın hayali peşindesin?
Bu kadar mükemmelsen, neden bir ilişkide dikiş tutturmayı başaramıyorsun?
Bu hep "kızların suçu" olabilir mi?
Bir erkeği olgunlaştıran şey kadınlarla yaşadıklarıdır.
Ama tek hedefiniz "avcılık" ise bu mümkün olamaz.
Bir kadınla yeterince derin bir ilişki geliştirip içinizdeki olgun erkeği ortaya çıkaracak vaktiniz olmaz, her şeyden önce.
Kadınlar hayatınıza birbiri ardı sıra girerler ve çıkarlar.
Hepsi bundan ibaret kalır.
Bir kadınla düzgün gibi bir ilişki yaşayamayan bir erkek hiçbir zaman olgunlaşamaz.
Bunu da sözü bağlarken söylemiş olayım da içimde kalmasın!
Not: Dün tembellik günümdü, 7 Şubat 2015 günü Hürriyet’te yayımlanan bu yazımı okumamış olabileceğiniz düşüncesiyle yeniden yayımlıyorum.