09 Ocak 2019

Hadi gir ruhuma, sar beni!

Gezi Parkı protestolarını, üç beş kişinin kafa kafaya vererek aylar öncesinden planladığına inanma davranışı, bir “sanrı” olarak teşhis edilebilir

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dün önemli bir konuya parmak bastı:
“Ruh sağlığı yasasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bu alanda boşluk hakimdir. Ruh sağlığı yasasının bu yıl içinde TBMM’den çıkarılmasını temenni ediyorum.”
MHP Aydın Milletvekili Deniz Depboylu bu konuda bir kanun teklifini geçtiğimiz yılın mart ayında vermişti. Demek ki yeniden hatırlanması için yoğun kar yağışı beklenmiş.
Kim bilir, belki de kar yağışı Buzlar Çözülmeden’i; Buzlar Çözülmeden, Kaymakam’ı, Kaymakam ise delilerin bir kasabayı akıllılardan daha iyi yönetebildiğini hatırlatmıştır!
James Joyce zemininde ama Bahçeli usulünde serbest çağrışım!
Devlet Bahçeli bu, kestirilemez, öngörülemez, neyi neden yaptığı kolayca tahmin edilemez!
Kanun teklifi, toplumun ruh sağlığı sorunu yaşayan bireylerinin  tedavi hizmetlerine kolay ulaşımını sağlamayı hedefliyor.
Şizofreni ve ruhsal rahatsızlıklar, şu anormallikler ile tanımlanıyor:
Sanrılar, halüsinasyonlar, düzensiz düşünme / konuşma, katatoni dahil düzensiz – anormal motor fonksiyonlar ve negatif semptomlar.
Konuyu açıyorum:
Sanrılar, su götürmez gerçeklerin karşısında bile gerçeği reddeden inançlardır.
Mesela, Gezi Parkı protestolarını, üç beş kişinin kafa kafaya vererek aylar öncesinden planladığına inanma davranışı, bir “sanrı” olarak teşhis edilebilir.
Böyle hastalar kafalarında hikayeler uydururlar ve bunu gerçek zannedip, ona göre davranırlar.
Halüsinasyonlar, her hangi bir dış uyarıcı olmadan hissedilen algılardır.
Mesela Kabataş’ta, üzeri çıplak, deri pantolonlu, başları bandanalı 60 – 70 erkeğin, bir kadının üzerine çişlerini (tabii ki küçük) yapıp, dövdüklerini ve bebeğini havalara fırlattıklarını zannetmek, böyle bir rahatsızlığa karşılık geliyor.
Polis dayağından ve gazından kaçıp, bir camiye sığınan insanların orada içki içip alem yaptıklarına inanmak da böyle bir şey!
Düzensiz düşünce – konuşma bozukluğu, insanların konuşmasında veya konuşma biçiminde ortaya çıkar.
Bunların ne demek istediklerini anlamak zordur. Bugün ak dediklerine, üç gün sonra kara diyebilirler.
Mesela MHP’nin, Başkanlık sistemi hakkında söylediği sözlerin üç yıl içinde tam tersine dönmesi buna bir örnek olabilir ama elbette sadece örnek diye!
Unutmayalım ki MHP gerçek değil, bir tüzel kişilik ve tüzel kişilerin ruh sağlığından söz edemeyiz, çünkü ruhları yoktur!
“Katatoni dahil, oldukça düzensiz / anormal motor fonksiyon bozukluğu” da çocukça zevzeklik yapmaktan tutun da durduk yerde ajitasyon / provokasyon yapmaya varan şekillerde ortaya çıkabiliyor.
Yersiz kaş – göz işaretleri, kalıplaşmış tekrarlayan hareketler, sert bir duruş, hep aynı sözleri tekrarlamak gibi.
Örnek vermeyeceğim, salı günleri haber kanallarına bakın yeter!
Yani diyeceğim o ki milletimizin yüzde şu kadarını “evinde zor tutuyoruz”, aslında ciddi bir ruh sağlığı kliniğine kapatılmaları lazım.
Devlet Bey’e katılıyorum, bu kanun bir an önce çıkarılmalıdır! Çıkarmak istemeyenler, ne yapmak istemektedirler?

***

Çal fikrimi, deli et beni!

Güne Devlet Bey sayesinde “deliler” ile başladım, izninizle “cinler” (iyi saatte olsunlar) ile devam edeceğim.
Müge Anlı’dan öğreniyoruz ki RTÜK, ekranlarda “cin” kelimesinin kullanılmasını yasaklamış.
Müge Anlı bir konuyu anlatırken “Çocuğun içinde, RTÜK yasakladığı için söyleyemiyorum, ‘üç harfliler’ olduğu söylenmiş” diye anlatıyor.
Sonra yayına bağlanan psikiyatri uzmanını, “cin” dememesi için uyarıyor:
“Kullanmayın o kelimeyi lütfen beyefendi. Başımızı RTÜK’le belaya sokmayın.
Cinler söz konusu olduğunda uzman sayılırım. Yazının başında da “iyi saatte olsunlar” dedim ki sizler de bunu okuyun, benim gibi cin çarpmalarına karşı bağışıklık kazanın. Cinler, düğünlerini yatsı ile sabah namazı arasında yaparlar. Yani rüyanızda gördüğünüz Charlize Theron ya da George Clooney değil, cinlerdir, havaya girmeyin!
Rahmetli anneannem tembihlemişti, yatmadan önce dişlerinizi fırçalamazsanız, dişlerinizdeki yemek artıklarını gece siz uyurken cinler gelip yerler. Ağzınızın içinde cinlerin bir ziyafet vermelerini istiyor olabilir misiniz?
Hatırlar mısınız bilmem, 6 yıl önce TRT Haber’de yayımlanan bir araştırma programında ilahiyatçı Mehmet Şeker ve yazar Ömer Özkaya bu konuya da temas etmişlerdi:
“CIA ve Mossad’ın bu alanda (üç harfliler) çalışmaları var. Ancak metafizik yoluyla istihbarat elde etme konusunda en tecrübeli örgüt Rusların KGB’si. Rusların denizaltılarla cinler aracılığıyla istihbarat sağladığı biliniyor.”

-

Aynı programda NASA yetkililerinin, Sakarya’daki bir hocaya gitmek için bir sağcı politikacıyı aracı kılmak istediklerini ve amaçlarının hoca efendiden uyduların tamirinde cinlerden yararlanmanın mümkün olup olmadığını öğrenmek olduğunu da öğrenmiştik.
Hiç bir şeyden korkmayan, aslan yürekli Melih Gökçek bile “cin” demeye cesaret edemezdi, “’üç harfliler” derdi, hatırlarsınız.
Yani diyeceğim o ki RTÜK’ün tutumu alkışlanmalı!
Memleket ahalisinin zaten üç kuruşluk aklı kaldı, Devlet Bey bunun için kanun çıkarmaya çalışıyor. Bir de “üç harflileri” kızdırıp, başımıza iş açmayalım.

***

Gözün aydın, olan oldu sonunda!

Ruhlardı, cinlerdi derken Ajda Pekkan’ın şarkısına döndük! Yani “gözün aydın, olan oldu sonunda!”
Memleketimizin ana muhalefet partisinin grup başkan vekili dün öyle bir konuştu ki galiba hepimiz Stephen King’in bir öyküsünün içinde yaşıyoruz!
Özgür Özel dedi ki:
Türkiye’yi ne Erdoğan, ne Bahçeli yönetiyor; daha güçlü ve derin bir akıl yönetiyor!”
Bu sözleri okuyunca, sis dağıldı. Her şeyi anladım.
Türkiye’yi ne Erdoğan ne de Bahçeli yönetiyor!
Ve doğal olarak muhalefetin de Kemal Bey ve şürekasından oluşmasını bu üst akıl emretmiş durumda.
Artık Malta vatandaşı mı olursunuz, gelir Bodrum’da misafirim mi olursunuz bilemeyeceğim ama şu kesin: Bu memleketten ümidimizi kesmemizi önleyecek tek şey artık cinlerin (iyi saatte olsunlar) bizim tarafımıza geçmelerini beklemektir!
Kemal Bey ve avanesinden ise çay ısmarlamalarını bekleyin yeter! Başka bir şey bekleyen avucunu yalar!

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"