Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Bağımlılıkla Mücadele Yüksek Kurulu'nu topladı ve alkol ve tütün bağımlılığına karşı yeni yasaklar getirileceğini açıkladı.
"Bağımlılıkla mücadele" deyince akıllarına yasaklardan başka bir şey gelmiyor olması da AKP zihniyetinin bir sonucu.
Bu arkadaşlar, ellerinde şu anda sadece çekiç kaldığı için her sorunu çivi zannediyorlar.
Ve ne yazık ki gerçek niyetlerini hep bir şeylerin arkasına saklamak zorunda hissediyorlar.
Bir türlü kendileri olamıyorlar.
Nitekim, Oktay'ın yaptığı açıklamalara bakınca asıl derdinin "bağımlılıkla mücadele" değil, doğrudan doğruya vatandaşların hayat tarzına müdahale olduğu da görülüyor.
Memlekette uyuşturucu kullanımı, satışı, dağıtımı zaten yasak ve ağır şekilde cezalandırılmıyor mu?
İçki ve sigara satışı, kullanımı, reklamı son derece katı kurallara bağlanmadı mı?
Ama hâlâ yasaklardan söz etmeye devam ediyorlar.
Çünkü asıl dertleri "dayatmacılık".
Bunu açıkça söyleyemiyor olmalarından kaynaklanan bir iç kaşıntıdan da mustarip olduklarına eminim ama bunun ilacı ne yazık ki yok.
Oktay'ın, Milliyet'te Abdullah Karakuş'a yaptığı açıklamaya göre artık "meyhaneye" de "meyhane" demek yasaklanacakmış.
Diyelim ki adı şimdi "At Geç Meyhanesi" olan yerin adı şöyle olacak: "At Geç, Anladın Sen"!
Neden: Çünkü tabelanıza "meyhane" yazamayacaksınız.
Meyhane, İstanbul tarihinin önemli bir parçası. Farsçadan üretilmiş bir kelime, "içki satılan yer" anlamına geliyor.
İmparator Bilge Leo'nun kanunnameleriyle ilk kez bundan 1200 yıl önce bir düzene sokuldular ki bu, meyhane benzeri yerlerin tarihinin İstanbul'da çok daha eski olduğunu da gösteriyor.
Evliya Çelebi'den de öğreniyoruz ki 17. yüzyılda, sadece Galata'da 200'den fazla meyhane faaliyetteymiş.
Ve şimdi yasakçı AKP zihniyeti, "meyhane" kelimesini de sözlüklerimizden silmeye hazırlanıyor.
Elbette kanun çıkarıp meyhane adını yasaklayabilmeleri mümkün.
Shakespeare, Romeo ve Juliet'te şöyle yazmıştı:
"Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile kokmaz mı aynı güzellikte?"
Oktay Bey üzülecek belki ama emin olsun ki meyhanenin adı meyhane olmasa da aynı güzellikte kokmaya devam edecek.
Sarımsak kokusuyla yarışan anasona eşlik eden mis gibi kızartmalar, ezmeler, ızgaralar...
Kasaba kavununun yanında altı ay salamurada beklediği için göz göz olmuş tam yağlı bir dilim Ezine peyniri.
Sen adına meyhane desen ne olur, demesen ne olur?
Sözlüklerden bu kelimeyi silmeyi başarabilsen bile kokusunu hafızalardan, tadını damaklardan, sohbetini gönüllerden silemezsin ki.
Şunu da not düşeyim, her iddiasına varım: Bu beylerin tozu dünya yüzünde kalmadığında, isimlerini üçüncü kuşak torunları bile hatırlamadığında da meyhaneler burada olacak.
* * *
İşçi tabutuna son çivi!
Karl Marx erken yaşadı, erken öldü ve AKP iktidarını göremedi.
AKP iktidarının günlük icraatlarını izleyerek, vahşi kapitalizm, vahşi kapitalist sömürüyü meşru kılmak için dinin alet edilmesi ile ilgili olarak o kadar çok örnek bulurdu ki on binlerce sayfa tutan kitaplarını, makalelerini, risalelerini yazmasına da gerek kalmazdı.
Soma'da 301 işçinin yeterli önlemler alınmadığı için çöken madende toprak altında kalarak hayatlarını kaybetmeleriyle ilgili davada Yargıtay, kendi kararını bozdu.
Tuhaf değil mi? Kendi kararını bozdu!
Olabilir elbette; Yargıtay şu ya da bu kanuni nedenle bir mahkemenin kararını da, kendi kararını da bozabilir. Bu kararın kimin lehine olduğundan çok Türk hukukundaki yerine bakmak gerekir.
Ancak bu kez bir tuhaflık var.
Bu dava ile ilgili olarak Yargıtay 12. Dairesi'nde önce heyet değişti, ardından da karar!
Soma'daki madenin patronları hakkında 301 kere öldürme, 162 kere yaralama suçundan ceza verilmesini öngören kararın değişmesinin nedeni, heyetin değişmesi.
Heyetin yeni üyelerinden ikisi Adalet Bakanlığı'nın, biri de HSK'nın eski bürokratı.
Yani AKP hükümeti tarafından önce idari görevlere atandılar, oradaki hizmetlerini tamamladıktan sonra da Yargıtay'a atandılar ki rejimin bekçiliğine orada devam edebilsinler.
Bu da durduk yerde olmuyor tabii.
İki Yargıtay savcısı, eski kararın düzeltilmesi için başvuruda bulunurken şunu yazıyor:
"Sanıkların çalışma arkadaşlarının yaşamlarını yitirmesi ve yaralanmalarını istemeleri ya da kabullenmeleri, ahlaki ve vicdani değerlerle bağdaşması mümkün olmayan durumdur. Soma Kömürleri A.Ş.'nin çok büyük finansal yatırımlar yaparak ve yüksek istihdam sağlayarak başlattıkları söz konusu üretim faaliyeti çerçevesinde çalışanlarının en temel hakları olan yaşam haklarını hiçe saydıklarını düşünmek mümkün değildir."
Ve Yargıtay da yeni üyeleri marifetiyle mahkumiyet kararını bozuyor.
Analar ne hukukçular doğuruyor, insanın gözleri yaşarıyor sayın seyirciler!
Bu karar yerleşik bir içtihat haline gelirse, bir daha iş kazasında ölen işçilerin hesaplarını sormak mümkün olamayacak demektir.
"Kim işçisinin ölmesini ister ki üstelik de o kadar yatırım da yaptı adamcağız" argümanı bu tür davalarda kaybedecek olanların yine işçiler olacağını gösteriyor.
Siyasal İslamcı ideolojinin, esasen vahşi kapitalist düzenin bekçiliğini hedeflediği, büründükleri dindar kisvesinin amacının da insanların bu gerçeği görmesini engellemek olduğunu böylece açık şekilde sobelemiş bulunuyoruz.
Soma madenlerindeki iş cinayetinin hemen ardından Başbakan süpermarkette işçi tokatladı, danışmanı işçi tekmeledi. Hukukçuları da işçilerin tabutlarına son çiviyi böyle çaktılar.
Ölen işçilerin ardından bir Fatiha okumayı ihmal etmediler tabii!
* * *
İnsan rakıdan soğur
Konu bugün meyhaneden açıldı, Turizm Bakanlığı'nın seçtiği "En iyi 10 Meze" ile devam edeyim o zaman.
Sıralama şöyle: Fava, Mercimek köftesi, deniz börülcesi, acılı domates ezmesi, Çerkes tavuğu, paçanga böreği, içli köfte, pastırmalı humus, karides güveç, balık kokoreç!
Bu seçimi kim yaptı bilmiyorum ama içli köfteye ve Çerkes tavuğuna "meze" demek her şeyden önce emeğe saygısızlıktır, ayıptır. Bunlar bildiğin ana yemektir, meze değil.
Mercimek köftesiyle de rakı değil, tuzlu soğuk bir ayran daha iyi gider.
Turist kardeşlerimize şunu söyleyeyim ki bu listeyi yapanların amacı sizi rakıdan soğutmak olmalı.
En iyi on meze arasında, lakerda, çiroz, yoksa başka türlüsü aklıma gelmiyor.
Hele birinci sıraya kavun – beyaz peynir konulmadıysa, listeyi yapan eline rakı kadehi almamış demektir.
Mevsiminde domatesi de beyaz peynire yakıştırabilirsiniz, hem de Türk bayrağı gibi olur: Kırmızı – beyaz!
Humus memleketimizde de yapılır elbette ama iyisi Beyrut'ta yenir. Rakının yanında illa da nohut yemek isterseniz beyaz leblebiden şaşmayın derim.
Balık kokoreçe gelince: Bırakın bunu en iyi Türk mezesi saymayı, balığı o hale sokanı iyi meyhanelerden sopayla kovalarlar.