İktidar partisi sözcüleri, Seçim Kanunu'nda önerdikleri değişikliğin "temsilde adalet" için yapılmak istendiğini söylüyorlar.
Ancak her şey ayan beyan ortada, bu değişiklik iddia ettikleri gibi "temsilde adaleti sağlamak" için değil, var olan adaletsizliği iktidar partilerinin lehine çevirmek için yapılacak.
"Temsilde adalet" kavramı, seçmenlerin verdikleri oyların "boşa gitmemesini sağlamak" demek.
Oysa bizim seçim sistemimizde "artık oylar", oyu fazla olana yarıyor.
Bu durum, geçtiğimiz seçimde oyu çok olan ittifaka yaramıştı, şimdi oyu çok olan partiye yarayacak.
Onun için bu seçmeni uyutmaya yönelik bir palavra.
Amaç adaleti sağlamak değil, mevcut adaletsizliği kendi lehine çevirmeye çalışmak.
TBMM'de, memleketteki siyasi eğilimlerin, güçleri oranında temsil edilebilmelerini sağlamak istiyor olsalardı, eşitsizliği gidermeye çalışırlardı.
Aslına bakarsanız iktidar koalisyonu "güçler birliğine" dayanan, bir otokratik rejim istiyor ve bir yandan bunu isterken diğer yandan "eşit temsil" için çabalamalarını beklemek güneşin batıdan doğmasını beklemek gibi bir şey.
Zaten demokrat değiller ki demokratik bir temsil düzeni getirmek istesinler.
Hesaplarını, geçmiş seçim sonuçlarına bakarak yaptıkları için sistemde bu değişikliği yapmak peşindeler.
Ve esasen geçen seçimde alabildikleri oyu alamayacaklarını da hesaplamışlar, bunu aşmak için de Seçim Kurulları ile oynayacaklar.
Onun için Seçim Kanunu içine koymak istedikleri gerçek saatli bomba, İl ve İlçe Seçim Kurulları ile ilgili.
Geçmişte, il ve ilçedeki en kıdemli hakim, doğal olarak seçim kurulunun başkanı oluyordu.
Şimdi bunu birinci sınıf hakimler arasından kurayla belirlemek istiyorlar.
Neden?
Bugüne kadar bu yöntemin nasıl bir sakınca yarattığını açıklamıyorlar ama değiştirmek istiyorlar.
Bunu istemelerinin nedeni, kuşku duymayın ki yeterince oy alamadıkları seçim çevrelerinde ali cengiz oyunu çevirmelerine kapı aralamak.
Sandık kurullarındaki siyasi parti üyeliğini zorlaştırmaya yönelik değişiklik de bu planın bir parçası.
Seçime hile karıştırmayı planlamıyorsanız, sandık gözlemciliğini niye zorlaştırıyorsunuz?
"Gizli sayım" günlerine geri mi döneceğiz?
* * *
Mübarek Cuma Soruları – 27
Kendisine gazeteci süsü veren bir tip, Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 milyon Euro'yu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için istemiş.
Korkmaz'a ait ses kayıtları bunu gösteriyor.
Ben de merak ettim haliyle: Hepsini Soylu kendisine mi alacaktı, yoksa "paylaşımda bir adalet" gözetilecek miydi?
TİP Milletvekili Ahmet Şık'ın açıkladığı ses kayıtlarından anlıyoruz ki Korkmaz, Kıraç'tan alacaklı olduğunu iddia ettiği paranın silinmesi için "kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" da söylüyor. Eşinin pasaportu da her nasılsa iptal edilmiş.
Bu "içerisi" neresi?
Yoksa Rabbim bize, kutsal AKP iktidarında, devletin polisinin mafya tahsilatçısı olarak kullanıldığını görmeyi de mi nasip etti?
Bakan Soylu'nun, yurtdışına kaçmasından önceki gün Sezgin Baran Korkmaz ile görüşmesi ve bu görüşmede iki de polis müdürünün bulunması bu tür ilişkilerin sonucunda mı gerçekleşti?
Polis müdürleri de "dağıtımdan" yararlanacaklar mıydı?
Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını saklayıp, savcılıklara göndermeyen İçişleri Bakanı'nın bu sorulara da yanıt vermeyeceğini biliyorum ama soruyorum ki kayıt altında kalsın, unutulmasın.
Şunun şurasında seçime bir buçuk yıldan az zaman kaldı ve gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir kötü huya sahip oldukları da bilinen bir başka gerçek.
Soylu, "mafyadan para alan politikacıyı" da biliyor ama açıklamıyor.
Belli ki bu politikacı AKP'li, yoksa adını çoktan açıklamışlardı.
Merak ediyorum, AKP'li milletvekillerinden kimse bu durumdan rahatsızlık duyuyor mu?
Adamın adı saklı kaldığı sürece içinizden herhangi birinin mafyadan para aldığını düşüneceğiz, bu sizi utandırmıyor mu?
Öte yandan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın da artık şu sorunun yanıtını araması lazım.
Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.
O da bunu fırsat bilerek, İçişleri Bakanı ile görüştükten sonra yurtdışına kaçtı ve bu arada da 150 milyon dolarlık malı başkalarına devredebildi.
Savcı ve hâkime birileri emir mi verdi?
Yoksa Sezgin Baran Korkmaz çarkları yağladı mı? Kime ne kadar "yağ" düştü? Aslan payını kim aldı?
Mafya tarafından maaşa bağlanmış AKP'li bir politikacının varlığı, derdest bir soruşturma dosyasından yer alıyor.
Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor?
Savcı da aynı mafyadan maaş mı alıyor?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da tam siper olmuş, soruları duymazdan geliyor ama unutulmasına fırsat vermeyeceğim.
15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri ile Beşiktaş saldırısı şehit yakınları ve gazileri için toplanan yardım paraları hangi yolla "nemalandırıldı", ne kadar getiri sağlandı?
Vakıfta kaç kişi çalışıyor, yıllık ücret ödemelerinin toplamı ne kadardır?
Vakıf yöneticilerinin toplam maaşları ne kadardır?
Yöneticilerinin maaş dışındaki temsil, ağırlama vs. gibi harcamaların tutarı nedir?
15 Temmuz ve Beşiktaş saldırısı mağdurlarına ödemeler eşit olarak mı yapılıyor?
Vakfın kuruluşundan bugüne kadar hak sahiplerine yaptığı ödemelerin toplamı nedir?
Şu anda vakfın mal varlığının parasal karşılığı ne kadardır?
Bakın 11 ayın sultanı mübarek Ramazan'ın da eli kulağında.
Bu soruları örtbas ederek oruç tutacaksanız, boş yere aç kalacaksınız demektir.
Buyurun size "Cuma sohbeti" niyetine İbn Hanbel'in aktardığı bir sahih hadis:
"Nice oruç tutanlar var ki, oruçlarından payları açlık ve susuzluktur. Ve yine nice ayakta duranlar / namaz kılanlar var ki, namazından elde ettiği şey yorgunluktur."