24 Aralık 2020

Erdoğan'ın sinirini bozan şey

Bakmayın şimdi "daha fazla tahammül etmek mecburiyetinde olmadığımızın da bilinmesini isterim" demesine. Tahammül etmeye öyle bir mecbur ki en çok da bu durum sinirini bozuyor olmalı

Selahattin Demirtaş'ın siyasi nedenlerle hapiste tutulduğunu bizler zaten biliyorduk, AİHM bu kez Büyük Dairesi aracılığıyla bunun altını bir kez daha çizdi.

AKP yetkililerinin, başta genel başkanları olmak üzere bu kararı uygulamamak için hukuka dokuz takla attıracaklarını da tahmin ediyordum.

Nitekim ilk açıklamalarıyla bunun ipuçlarını da verdiler.

Partinin sözcüsü 150 sayfalık kararın tercüme edilmesinden ve değerlendirilmesinden söz ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan, "esasen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez. Sadece burada verilen kararlar mahkemelerimizce değerlendirilir" dedi.

Hızını alamadı, AİHM'yi kendi kararlarıyla çelişen riyakarca tutum takınmakla suçlayıp, "bunca çifte standarda ve riyakârlığa daha fazla tahammül etmek mecburiyetinde olmadığımızın da bilinmesini isterim" diye de rest çekti.

Erdoğan'a kendisi de dahil, herkesin gayet iyi bildiği TC Anayasası'nın ilgili hükümlerini anlatmak yersiz olur.

Zaten bunu yaparak, yanlış yolda olduğunu söylemenin de anlamı yoktur.

Kişisel haklar, hukukun üstünlüğü, kendi meşruiyetinin de kaynağı olan Anayasa'yı yok saymak gibi onun için "boş laf" sayılabilecek gerekçelere dikkatini çekmek de anlamsız.

O bunları zaten biliyor olmalı. Bilmiyor olsaydı, bugüne kadar tam üç kez hakkını aramak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmemiş olurdu. (Hatırlatma notu: Erdoğan, AİHM'ye üç kez baş vurdu. 1 – 10 ay hapse mahkûm edildiğinde; 2 – Sabıka kaydının silinmesi reddedildiğinde; 3 – Milletvekili seçilemeyeceğine ilişkin YSK kararı üzerine.)

Peki Erdoğan, Selahattin Demirtaş'ı neden ısrarla hapiste tutmak istiyor?

Apo'nun ve Kandil'in, Selahattin Demirtaş'ın demokratik mücadeleyi ön plana çıkarmasından hazzetmediği bir sır değil.

Bir ihtimal, yerel seçimlerde Apo'dan mektup desteği istenmesinin karşılığında verilmiş bir söz / taviz olabilir.

Hayır, bu kesin bir bilgi değil, düşük yoğunluklu bir komplo teorisi sadece.

Selahattin Demirtaş'ın ya da Osman Kavala'nın, hapishanede kalmaları, Erdoğan için bir "güç gösterisine" dönüşmüş bulunuyor.

Artık herkes biliyor ki bu iki kişi siyasi nedenlerle hapiste tutuluyorlar ve hapisten çıkıp gitmeleri Erdoğan'ın yenilgisi olacak.

Otokratların hem gücü hem de zayıflığı, güç göstermeyi çok sevmelerinden kaynaklanır.

Demokratik kurum ve kuralların kolaylıkla esnetilip, yok sayılabileceği bizimki gibi ülkelerde güç gösterisi konusunda hiç sıkıntı da çekmezler.

Sorun, bunca güç gösterisine rağmen, ender de olsa hukukun süpürüldüğü halının altından başını çıkarmasıyla baş gösterir.

Muktedir, bunu kendi gücüne yapılmış bir saldırı olarak görür.

Tıpkı Erdoğan ile AİHM arasında yaşananlar gibi.

Erdoğan, AİHM'ye daha fazla tahammül etmek mecburiyetinde olmadığını söylerken bile günün birinde bu karara uymak zorunda kalacağını biliyor.

Elbette günün birinde Türkiye'nin, Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması gibi bir durumla karşılaşmayı göze alarak, bunu yapabilir.

Ama o vakit de bunun parasal bir maliyeti olacak.

Erdoğan'ı en çok korkutacak sopa da budur. Bu sopanın sallanması tehlikesini göze almadan, Avrupa Konseyi'ne veda etmek harcı değil.

Onun için bakmayın şimdi "daha fazla tahammül etmek mecburiyetinde olmadığımızın da bilinmesini isterim" demesine.

Tahammül etmeye öyle bir mecbur ki en çok da bu durum sinirini bozuyor olmalı.

* * *

Anlaşmazlık konusu komisyonlar mı?

Covid-19 aşını geliştiren Alman BioNTech firmasının CEO'su Prof. Dr. Uğur Şahin, Hürriyet'e şunu söyledi:

"Biz Türkiye'yle aylardır görüşüyoruz. Bana kalsa çoktan imzalar atılmış olurdu. Şu an ama son aşamalardayız ve bütün dileğim aşının Türkiye'ye de gitmesi için bu yıl içinde imzaların atılması."

Öyle anlaşılıyor ki Türkiye için bir miktar aşı ayrılmış ancak Türkiye "görüşmeler tamamlanmadığı için" sözleşmeyi halen imzalamamış.

Aşı, deyim yerindeyse artık kapanın elinde kalıyor.

Çin'den alacağımız 50 milyon doz aşının üzerine yeni sipariş bile veremiyoruz, çünkü dünyada herkes aşının peşinde.

Muharrem Sarıkaya'nın Habertürk'te yazdığına göre bu 50 milyon doz aşı da şüpheli zaten.

Sarıkaya'nın aktardığına göre ilk etapta 3 milyon doz aşı gelecek. Aşılama ancak Ocak ayının ortasında başlayabilecek.

Bir mucize olmaz ise Türkiye, bu yazı da Korona ile mücadele ederek geçirecek.

Öte yandan üretim hesapları da gösteriyor ki 2021 yılında dünyanın ancak yarısını aşılayabilecek kadar aşı üretilebilecek.

4 milyardan fazla insan, bu yıl içinde aşıya ulaşma olanağına sahip olmayacak.

Rakamın daha da artması mümkün çünkü zengin ülkeler, kendi ihtiyaçlarının kat kat üstünde aşı bağlantısı yaptılar.

Aşıya ulaşamayanların ne kadarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacağını şimdilik bilemiyoruz tabii.

Ama Erdoğan yönetiminin ilk sipariş şansını kaçırdığını, nüfusumuz için gerekli en az 120 milyon doz aşıya bu yıl içinde ulaşamayacağımızı biliyoruz.

BionTech aşısı için halen neyin görüşüldüğünü merak ediyorum.

Aşının fiyatı üzerine mi pazarlık ediliyor? Hiç sanmıyorum, çünkü hangi ülkenin bu aşıyı kaça aldığı açıklandı, zaten Türkiye de üç aşağı beş yukarı bu parayı ödeyecek.

Sorun, aşıyı ithal edecek bir yandaş şirket bulunamamış olmasından mı kaynaklanıyor, istenen komisyonların yüksekliğinden mi?

* * *

Meclis de "arpalık" olmuş!

TBMM Başkanı Mustafa Şentop'a danışmanlık hizmeti veren personelin sayısı 53 kişi olmuş.

Şentop'un bu 53 danışmana, danışabilmek için vakit bulabilmiş olması, gerçek bir mucizedir.

Her birine günde 5 dakika ayırsa 265 dakika eder ki günlük mesainin yarısını götürür.

Elbette böyle bir mucize gerçekleşmiyor.

Bu, AKP zihniyetinin artık TBMM'yi bile bir arpalık olarak görmeye başladığını gösteriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"