25 Mart 2020

Erdoğan, herkesten daha iyi mi biliyor?

Cumhurbaşkanı istemediği için, sokağa çıkma yasağı, hasta sayısında aşırı artış olursa gündeme gelecekmiş. Virüsün yayılmasını engellemek için bugün uygulanmayan tedbir, salgın iyice yayıldıktan sonra ne işe yarayacak?

Sağlık Bakanı önceki gün Bilim Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada şunu söyledi:

"Ben burada, tek tek hep birlikte mücadele edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Herkes kendi olağanüstü halini ilan edebilir. Bunu illa devletin ilan etmesi gerekmiyor. Mücadelenin esası tek tek herkesin kendisini izole etmesi."

Şimdi bu sözleri televizyondan duyan, internetten okuyan, normal zeka seviyesindeki insan ne yapabilir?

Evine kapanır, zorunlu olmadıkça sokağa çıkmaz, markete bile gitse işini hızlıca görüp, kimseye temas etmeden evine geri döner.

Peki kapanmayan iş yerlerinde çalışanlar bunu nasıl uygulayabilecekler?

Faaliyetini sürdüren işerlerinde çalışanlar kendi kafalarına göre OHAL ilan edip, evlerinden çıkmazlarsa, işlerini koruyabilecekler mi, maaşlarını, ücretlerini alabilecekler mi?

Bakan ne yapılması gerektiğini söylüyor ama madalyonun öteki yüzü sanki kendisini ve hükümetini ilgilendirmiyormuş gibi bir hava içinde.

Bilim Kurulu toplantısından sonra sızan haberlere bakılırsa, genel bir sokağa çıkma yasağı getirilmesi de alınması gereken önlemler arasında konuşulmuş.

Ama Cumhurbaşkanı, sokağa çıkma yasağı uygulanmasını istemediği için, şimdilik gündeme getirilmemiş.

Bir daha ne zaman gündeme gelecekmiş?

Yanıtı şu: Virüse yakalanan sayısında aşırı bir artış olursa!

İyi de zaten bu yasak, virüse yakalananların sayısında aşırı artışı engellemek için getirilmeyecek mi?

"Artışı engellemek için" bugün uygulanmayan tedbir, aşırı artış ortaya çıktıktan sonra ne işe yarayacak?

Cumhurbaşkanı, hangi önlemin, ne zaman alınacağını bu kadar iyi biliyorsa, bilim kuruluna ne gerek vardı?

Dün Venezuela Devlet Başkanı Maduro, virüsün yayılımını üç gün içinde yüzde 97 oranında yavaşlattıklarını açıkladı.

Maduro’nun bu sonucu elde etmek için aldığı önlem, virüsün ilk kez görülmesinden 3 gün sonra bütün ülkenin karantina koşullarına geçmesiydi, sokağa çıkma yasağıydı.

Dünya Sağlık Örgütü, tespit edilen ilk vakadan 100 bininci vakaya ulaşılmasının 67 gün sürdüğünü, ikinci 100 bin vakaya 11 günde ulaşıldığını, üçüncü yüz bine çıkmanın ise sadece 4 gün içinde gerçekleştiğini açıkladı.

Çin, 2 ay süren çok sıkı bir sokağa çıkma yasağı uyguladıktan sonra virüsün yayılmasını engelleyebildi.

Almanya, İtalya’ya komşu eyaletinde sokağa çıkma yasağı uygulamakla kalmıyor, iki kişiden daha fazla insanın bir arada olmasını da engelliyor.

Türkiye henüz yolun başında.

Dünyanın başka yerlerindeki deneyimlerden yararlanmak için ciddi bir zamanımız vardı o fırsat da kaçıyor.

Salgını önlemenin yolu, çok test yaparak, enfekte olmuş kişileri toplumdan tecrit etmekle başlıyor.

Salgını kontrol altına alabilmenin yolu da "sosyal mesafenin korunması". Bu da karantina ve sokağa çıkma kısıtlamaları demek.

Halkın sağlıklı biçimde bilgilendirilmesi de bir diğer önemli etken ki biz sadece tespit edilebilen vaka sayısı ve ölümleri öğrenebiliyoruz.

Salgının yoğunlaştığı bölgeleri, semtleri vs. bilmiyoruz.

Salgını bizden önce yaşayan ve şu anda geriletmeyi de başaran ülkeler, halka en doğru bilgiyi, zamanında verdiler.

Bütün bu deneyimlerin önemi yok mu?

* * *

Taksim Meydanı ve insanlığın hafızası

The New York Times, dünyanın dört bir yanında bir grup fotoğrafçıyı görevlendirdi ve bu fotoğrafçıların çektikleri fotoğraflar dün yayımlandı.

Fotoğraflar değişik kentlerde, Koronavirüs salgınının başlamasından sonra çekilmiş.

Çok değil, daha bir ay önce insanların doldurduğu kent mekanlarının boşluğu, yaşamakta olduğumuz küresel felaketi sergiliyor.

Fotoğraflardaki "insansızlık" aynı zamanda, insanlığın geleceği kurtarmak için bugün ödediği bir bedel.

İsteyenler bu fotoğraflara New York Times’ın sitesinden ulaşabilirler, haberin başlığı "The Great Empty."

Haberde, kentlerin meydanları ile insanların ilişkilerine de özel bir vurgu yapılmış.

Meydanlar, ortak mutlulukların, ortak tepkilerin ve protestoların mekanları olarak anlatılıyor ve dört kentten örnek meydanlar sayılmış:

Pekin’deki Tiananmen, Kahire’deki Tahrir, Paris’teki Republique ve L’Opera ile birlikte İstanbul’da Taksim!

Bu meydanların ortak özellikleri isyanın ve demokrasi talebinin meydanı olmaları.

Taksim Meydanı, artık insanlığın ortak hafızasındaki yerini böylece almış bulunuyor.

1 Mayıslarla başlayan, Gezi ile devam eden haksızlıklara, eşitsizliklere isyanın mekanı!

Siz burada Osman Kavala’yı filan istediğiniz kadar mahkûm etmeye çalışın!

Yıllar yıllar sonra esameniz okunmaz hale geldiğinde, Taksim yine böyle anılıyor olacak.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"