İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmayı öngören Cumhurbaşkanlığı Kararı'nın ciddi hukuki sorunları var.
Bir yandan TBMM'ye ait bir yetkiyi gasp ediyor, diğer yandan bir uluslararası sözleşmeyi "feshedebileceğini" zannediyor.
Sınırlı hukuk bilgisine sahip olan bir insanın bile ilk bakışta fark edebileceği bu sakatlıklarla malul bir Cumhurbaşkanlığı kararı nasıl yayınlanmış olabilir?
Bunun "cehaletten" kaynaklanmadığına eminim.
Beğensek de beğenmesek de Cumhurbaşkanı'nın danışmanlar ordusu içinde hukukçular da var ve onların bu sakatlığı görmemiş olmalarına ihtimal vermiyorum.
Bu bilinçli olarak atılmış bir adımdır.
Türkiye Cumhuriyeti, Recep Tayip Erdoğan'ın elinde giderek anayasası olmayan bir kuruma dönüşüyor.
Hatırlayınız, başkanlık sistemine geçilmeden önce, Anayasa, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisi ile ilişkisinin kesileceğini öngörüyordu.
Erdoğan buna aldırmadı. Seçildikten sonra partisini bırakmadı, hatta kongresine katılıp kendisinden sonraki genel başkanı bile belirledi.
Yine bu süreçte mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarına uymadıklarını da gördük.
Kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kalktığına şahit olduk.
Ve bu son karar ile Cumhurbaşkanı'nın, TBMM'ye ait bir yetkiyi gasp ettiğine tanıklık ettik.
Ve Erdoğan da bizler de gördük ki dünya yıkılmadı!
Erdoğan'ın da görmek istediği zaten buydu.
Çünkü, İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekilmesini sağlamak için normal yolları izleyerek, TBMM'den bu yolda bir kanun çıkarttırmak onun için çocuk oyuncağı sayılır bir işti.
AKP ve MHP'li milletvekilleri parmaklarını kaldırırlar, istediği kanunu emrine amade ederlerdi.
Hatta bu iki parti dışından da bu kanuna oy verecek milletvekilleri bile bulunabilirdi.
Bunu bilerek ve isteyerek yapmadı.
İstedi ki TBMM'ye ati bir yetkiyi resen kullandığı takdirde neler olup biteceğini görebilsin.
Gördü ki bir şey olmuyor.
Muhalefet bir – iki demeç verdi, şimdi dava dilekçesi yazmakla meşgul.
Kadın dernekleri protesto için sokağa çıktılar, polisten dayak yediler sonra herkes evine çekildi, bir maç izler gibi dolar indi mi, çıktı mı sorusunun yanıtına bakıyor.
Parlamento dışındaki toplumsal muhalefetin bir gücünün olmadığını, en hassas olunan konuda Anayasa'yı göstere göstere çiğnemesinin bir reaksiyonu tetiklemediğini de gördü.
Bundan sonrasına hazır olun.
Bundan sonra gece yarıları her şey olabilir.
* * *
AKP, merkezi boşaltırken...
AKP kuşkusuz ki siyasi yelpazenin sağında yer alan, muhafazakâr bir parti.
Muhafazakâr – sağcı kimliğinin gerisinde de İslamcılık var.
Böyle bir partinin İstanbul Sözleşmesi gibi bir sözleşmeye karşı olmasında yadırganacak bir durum yok aslına bakarsanız.
Sadece Türkiye'nin İslamcıları değil, Polonya'nın, Macaristan'ın Katolikleri de bu sözleşmenin karşısındalar.
Yakında o ülkelerin popülist otoriter liderlerinin de bu sözleşmeden çekildiklerini görürsek hiç şaşırmayacağız.
Eskinin güçlü ve ülkenin gündemini tek başına belirleyen Recep Tayyip Erdoğan'ı bu meseleyi aslında kolayca yönetebiliyordu.
Nitekim bu sözleşmeyi, İstanbul'daki bir toplantıda imzaya açmayı kabul ettiren ve sözleşmenin bu kentin adıyla anılmasını sağlayan da onun diplomasisiydi.
Sözleşmenin imzalandığı ve sonra TBMM'de kabul edildiği günlerde bunun ne kadar büyük bir devrim olduğunu da Erdoğan ve arkadaşlarından dinlemiştik.
Erdoğan'ın bu sözleşmeyi savunduğu ve devrim olarak sunduğu günlerde de büyük tarikatlar, bugünkü tavırları içindeydiler.
Sözleşmenin aile yapısını sarsacağından, eşcinselliği teşvik edeceğinden söz ediyorlardı.
Ancak o günlerde Erdoğan bunlara kulağını kapayabilmişti.
Şimdi ne oldu da Erdoğan, tarikatçıların dediği çizgiye geldi?
Erdoğan açısından kritik soru, parti tabanının içinde kimin ne kadar hacme sahip olduğu meselesi.
Tarikatların güdümündeki tabanı mı yoksa bir dönem merkez partisi gibi davranırken edindiği kentlileşmiş tabanı mı?
Öyle görünüyor ki Erdoğan, tarikatların yönettiği tabanını tercih etmeye karar verdi.
İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa artık bu tür konularda daha keskin politikalar izleyeme yönelecek.
Bu da partisini merkezin sağındaki konumundan daha sağa, İslamcı bir çizgiye çekecek.
MHP ile ortaklığından vazgeçemeyeceğini de hesaba katacak olursak AKP'nin merkez sağı büyük ölçüde boşaltacağını söyleyebiliriz.
AKP'nin boşalttığı yeri kim doldurabilir?
Sorunun yanıtını, İyi, DEVA ve Gelecek partilerinin performansı belirleyecektir diye düşünüyorum.