Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, imam hatipliler derneği ÖNDER’in Youtube kanalındaki bayram programında şunu söyledi:
"Ortaokul ve lisede okuyanların yüzde 15’i değil de yüzde 25’i imam hatipte okusun da ondan sonra üniversitelere gitsin istiyoruz. Bunun faydasını yaşıyoruz şu anda. Ülkemiz imam hatip neslinin gayretleriyle bugünleri yaşıyor. Rabbim 600 bin imam hatip öğrencisinden 60 bin imam hatip öğrencisine düştüğümüz günleri unutturmasın. 60 binden de 1.5 milyona çıkışının şükrünü eda etmeyi bizlere nasip eylesin."
Ebeveynlerin çocuklarının eğitimleri ile ilgili olarak kendilerinin karar verme hakları vardır.
Kimi muhafazakâr ebeveynler, çocuklarının imam hatip okullarında okumasını istiyorlar, bu karara sadece saygı duyabiliriz.
Ancak ebeveynleri uyarmak da bir gazeteci olarak benim işim, Diyanet İşleri Başkanı’nın ardında politik hesaplar da olan sözlerine inanmasınlar.
En son olarak 2019 YKS sonuçlarına göre 7 imam hatipliden sadece biri üniversitelerin 4 yıllık bir eğitim programına kayıt yaptırabildi.
Üniversitelerin 4 yıllık lisans bölümleri için başarı oranı en yüksek lise türü "sosyal bilimler liseleri" olurken, imam hatipliler 2019 yılında da sonda kaldı. İmam hatiplilerde lisans programları için başarı oranı yüzde 14’e kadar düştü.
AKP hükümeti, sadece geçen yıl imam hatip liseleri yatırım programına 460 milyon liralık ödenek ayırmıştı. Bu, fen lisesi yapmak için ayrılan ödeneğin tam 15 katı!
Ama ayrılan bunca bütçeye ve dillerinden düşürmedikleri imam hatip sevdasına rağmen, imam hatiplerin eğitim düzeyi bir türlü yükseltilemiyor.
Bunun kuşkusuz birçok nedeni var, bir başka yazıda bu konuyu da tartışırız.
Ama kesin olan bilgi bu: İmam hatipler, çocukları iyi üniversitelere yerleştirmek konusunda yetersiz!
Onun için çocuğunuzu hangi okula göndereceğiniz ile ilgili kararı verirken Diyanet İşleri Başkanı’na bakmayın, sözlerine kanmayın.
Bugünlerde imam hatip mezunu olmanın devlette iş bulmak konusunda avantajlı olduğunu düşünebilirsiniz ama 2023 seçiminde, yani çocuğunuz daha liseyi bitirmeden bu iktidar da bavulunu toplamış olabilir.
Diyanet İşleri Başkanı kendi siyasi ajandasına göre hareket ediyor.
Çocuklarınızın geleceğini umursamıyor.
Bir din adamının herkesten önce kendi vicdanına karşı sorumlu olmasını beklemek gerekir ama belli ki Diyanet İşleri Başkanı’nın sorumluluğu içinde bulunduğu siyasi hesaplara karşı.
"Türkiye’nin bugünlere gelmesinde imam hatip neslinin gayretlerini" överken, bir din adamı olarak insanlar arasında ayrımcılık yapmasına gelince, söyleyecek söz bulamıyorum.
Ne kadar ayıp!
* * *
Covid – 19 ile barbut oynamaya devam
Prof. Dr. Mehmet Ceyhan'ın, "en risklisi AVM’lerin ve okulların açılması. Japonya bunu yaptığı için başa döndü" dediğini okuduğumuzda tarih 1 Mayıs 2020’ydi.
Üzerinden bir aydan fazla zaman geçti.
Ve Erdoğan yönetimi, Covid – 19 nedeniyle konulan kısıtlamaları adeta bir anda kaldırıverdi.
Almanya’nın yaklaşık 1,5 aya yayarak yaptığı açılımı biz hızla tamamlayıverdik.
Açıklanmadığı için virüsün hangi illerde yoğun olarak bulaşmaya devam ettiğini bilmiyoruz. Ancak birinciliğin İstanbul’da olduğunu tahmin etmek de zor değil.
Ve İstanbul’da hayat, küçük nüanslar dışında salgın öncesindeki duruma dönmüş gibi.
Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasına göre 1 Haziran’da 23, 2 Haziran’da 22 kişi hayatını bu hastalık nedeniyle kaybetti.
Salgının ilk günlerinde, 29 Mart günü de 23 kişi hayatını kaybetmişti.
2 Haziran’da tespit edilen "yeni vaka" sayısı ile 25 – 26 Mart’ta tespit edilen yeni vaka sayıları kıyaslanabilir.
2 Haziran’da 786 yeni vaka tespit edildi. 25 Mart’ta 561, 26 Mart’ta 1196 yeni vaka vardı.
Kendinize sorun şimdi: Dünkü ruh halinizle, 25 – 26 Mart’taki ruh haliniz arasında nasıl bir fark var?
Mart sonundaki korkunuz ile dünkü korkunuz aynı mıydı?
Toplumsal psikolojimiz, sanki salgının sonuna geldiğimizi düşündürtüyor hepimize.
Salgının başlarında, ipleri Sağlık Bakanı’na ve Bilim Kurulu’na teslim eden Erdoğan yönetimi, işleri yeniden ele aldı ama bütün tek adam rejimlerinde olduğu gibi yarım yamalak.
* Okullar kapalı; kreşler; Kuran kursları açılıyor. Niye?
* 65 yaş üstü işine giderse serbest; yazlığına da gidebilir ama yazlığı ve işi yoksa esir. Niye?
* Lokantalar açık; barlar kapalı. Niye?
* Toplu ulaşımdaki kısıtlamalar kalkıyor ama markete tek tek gireceksiniz. Niye?
Bunları kimse bilmiyor, muhtemelen yönetim de bilmiyor.
Ekonomik olarak tükenmiş devletin, bir an önce ekonomik hayatı yeniden harekete geçirmek zorunda kalmasıyla birlikte sağlığımız üzerine zar atmaya yeniden başladık.
Dileyelim ve dua edelim ki iyi bir zar gelsin!
* * *
Bel kemiği olmayan "Türk demokrasisi"!
Dün Zaytung’un şu haberine çok güldüm: "Gözaltına alınma tehlikesi olmadan bir şeyleri protesto etme fırsatını kaçırmak istemeyen Türk kullanıcılar, İnstagram’ı siyaha boyadı."
Ama daha çok güldüğüm şey Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, Amerikan polisinin TRT ekiplerinin çalışmasını şiddetle önlemesini eleştirmek için attığı şu tweet oldu:
"Basın özgürlüğü, demokrasinin bel kemiğidir."
Altun, bu mesajını o kadar beğenmişti ki Türkçesiyle yetinmemiş, bir de İngilizce olarak atmıştı. Amerikalılar da okusun diye her halde.
Biliyorsunuz Altun’un başı, Türkiye’deki özgür gazetecilik faaliyetiyle hiç de hoş değil.
Kamuya (Vakıflara) ait bir araziyi kiralayan üst düzey bir kamu görevlisinin, bu araziye yaptırdığı kaçak pergolenin yıkılması ile ilgili haberi yayımlayanların, bunu takip edenlerin başına nelerin geldiğini biliyoruz.
Türkiye’yi bu olaydan haberdar etmenin bedeli Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefet suçlamasıyla yargılanmak!
Sadece gazeteciler değil, muhalefet partisine mensup politikacılar da yargılanmak isteniyor.
Tabii böyle durumlarda basın özgürlüğü, Türk demokrasisinin belkemiği de olamıyor. Çünkü Türkiye’de demokrasi yerlerde sürünüyor.
Biliyorsunuz sürüngenler, omurgalı olmakla birlikte, bildiğimiz anlamda bir bele sahip değiller.
Türk demokrasisi de yerlerde süründüğü için bir bel kemiğine sahip değil.
Bu nedenle de Fahrettin Bey, Türkiye’de basının özgür olmamasını, demokrasinin bel kemiğine verilen bir zarar olarak görmüyor.
Beğenmediğin gazeteciye basın kartı vermemek de bunun bir parçası.
Hatırlarsınız, Libya’da şehit olduklarını Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı, MİT’in çelenk gönderdiği, ildeki parti temsilcilerinin resmen davet edildiği cenaze törenini haber yaptılar diye gazeteciler casusluk suçlamasıyla yargılanıyor.
Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser, Erk Acarer, Murat Ağırel ve CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi E.E. hakkında, 7 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Tabii bu demokrasinin bel kemiğine zarar vermiyor, az önce de söylediğim gibi bizde demokrasi bel kemiksiz.
Onun için de Fahrettin Bey huzur içinde, ABD demokrasisinin tehlikeye düşmesinden endişe edebiliyor!
Polislerine hakim ol Trump efendi! Fahrettin Bey’i endişelere gark etme!
Desen: Selçuk Demirel