Diyanet İşleri Başkanı, Yurtdışı Din Hizmetleri Konferansında konuştu ve “endişe verici boyutlara ulaşan ırkçılık, sosyal dışlama, ötekileştirme, yabancı düşmanlığı” konularına dikkat çekti.
Sonra da aklına nasıl estiyse “cinsel eşitlik” meselesine daldı. Şöyle konuştu:
“Zaman zaman cinsiyet eşitliği gibi sloganlar adı altında bir takım sapkınlıkların gündeme getirildiğini ve yaygara yapıldığını görmekteyiz. Aileyi tahrip eden, insani ve ahlaki değerleri hiçe sayan söz konusu propagandanın; özgürlük, onur vb. kavramlarla servis edilmesi bir algı operasyonu ve aldatmacadır. Anne olmayı devreden çıkaran bir kadın ve baba olmayı devreden çıkaran bir erkek tasavvuru, fıtrata, yaratılışa aykırı bir sapkınlıktır.”
Ali Erbaş’ın elbette çıkıp da “helal olsun, herkes cinsel hayatını kendi istediği gibi yaşasın” demesini beklememeliyiz.
Bunu her dinden din adamından da beklemeyiz zaten.
Ama konuşmasının başında “sosyal dışlanmanın, ötekileştirmenin” yarattığı sorunlara dikkat çekip, sonradan sırf cinsel yönelimleri farklı diye bazı insanları dışlayıp, ötekileştirmesi kafasının karışık olduğunu da gösteriyor.
Müslümanlar için kötü olan “sosyal dışlanma ve ötekileştirme”, kuşku duymasın ki her cinsten ve her inanıştan insan için de kötüdür.
Bunu sadece Müslümanlar için dert edip, diğer insanlar için dert etmiyorsanız kusura bakmayın ama güzel Türkçemizde buna “kendine Müslüman” deniliyor ve pek de makbul bir durumu ifade etmiyor.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bey, bu uyarıları “ailemizin ve gençlerimizin geleceği için yaptığını” da söylüyor.
Şunu sormak isterim: Ali Bey, bildiğimiz bazı Müslümanlar, çocuklarıyla birlikte hırsızlık yapıyorlar. Hırsızlıklarına çocuklarını alet etmeleri, hatta ortak etmeleri ailemizin ve gençlerimizin geleceğini nasıl etkiliyor?
Yoksa siz de Hayrettin Karaman gibi mi düşünüyorsunuz? İhale verip, avanta kaldırmak hırsızlık değil midir?
Bir Cuma hutbesinde bu konuyu biraz açsanız diyorum!
***
Üst akıl, bizimkileri pek beğenmiş
ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Japonya’daki görüşmelerinin yankıları sürüyor.
Önce iki liderin karşısına sebilhane sürahisi gibi dizilmiş yetkililerden bizimkilerin ellerinde not kağıdı olup olmaması tartışıldı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı (eskinin Basın Yayın Genel Müdürü’ne karşılık geliyor) gazetelere bir fotoğraf servis etti de bizimkilerin de çalışkan öğrenciler gibi not aldıklarını gördük, mutlu olduk.
Bu görüşmede Trump’ın yaptığı konuşmadan sonra Türkiye’yi pembe bir mutluluk havası da sardı.
Bizim resmi heyetteki tiplerden “güzel insanlar” diye bahsetmesi mesela çok hoşumuza gitti.
Gerçi sonradan bunun yanlış çeviri olduğu da ortaya çıktı, meğerse adam “bunlarla iş yapmak çok kolay” anlamında bir şeyler geveliyormuş.
Yanlış çeviri olmasa bile insan bir aynaya bakmaz mı birader?
Aynaya bakıp, “bu adam kesin bizimle kafa buldu” diye düşünmez mi?
Hem “bunlarla iş yapmak çok kolay” ne demek?
Adam sizi ayak üstü kazıklayabildiğini söylüyor gibi geldi bana, nesine mutlu oluyorsunuz?
Her neyse bunları Trump’ın artık herkesin alıştığı zevzekliğine verelim.
Benim merak ettiğim şey şimdi ABD ile sulh olduk mu, olmadık mı?
Oralarda bir yerlerde düğmelere basmaya devam edip memleketimizin başına çorap örecekler mi, örmeyecekler mi?
ABD, “üst akıl, dış güçler, operasyon çekici” pozisyonundan terhis oldu mu, olmadı mı?
***
Mutluluğa bağlı geçici işitme kaybı
Trump, Erdoğan ile görüştükten sonra düzenlediği basın toplantısında söylediği şu sözleri okuyalım önce:
“İşin açıkçası herkesin bildiği gibi Erdoğan’ın Kürtlerle bir problemi var. Sınırda 65 bin kişilik bir ordusu vardı ve IŞİD'e karşı bize yardım eden Kürtleri haritadan silecekti. Onu aradım ve bunu yapmamasını rica ettim. Sanırım Kürtler onun veya Türkiye'nin doğal düşmanı. Ve o bunu yapmadı. Sınırda dizilmişlerdi ve bizimle birlikte IŞİD'i yenenleri haritadan sileceklerdi. Dedim ki ‘bunu yapamazsın, bunu yapamazsın’ ve o bunu yapmadı. O yüzden bir ilişkimiz var.”
Akif Beki, Karar gazetesindeki köşesinde bu konuda Erdoğan’ın ya da adamlarının her hangi bir açıklamada bulunmadıklarına dikkat çekti
Biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı Sözcüsünün pabucu, İletişim Başkanı tarafından bir süredir daha atılmış bulunuyor.
Onun için ondan bir açıklama beklemedim doğrusu.
İletişim Başkanı desen, devlet memuru olduğunu unutmuş, muhalefet liderlerine laf yetiştirme telaşında, bunu atlamış olmalı.
İhale havuzlarından beslenen yandaş medya köşe yazarları, damadın biraderinden işaret gelmeden bu tür konulara zaten girmiyorlar.
Ama Trump’ın bu yenir yutulur olmayan sözleri de ortada duruyor.
Kürtler, Türklerin ve Cumhurbaşkanı’nın neden doğal düşmanı olsunlar?
Şu Orta Doğu’da birbirinin içinde bu kadar erimiş başka iki halk var mı?
Söz konusu edilen şey YPG ise ve Erdoğan, Trump rica etti diye onlara sesini çıkarmıyorsa o zaman beka sorunu diye niye yeri göğü inletiyor?
Benim bütün bu durumlardan anladığım şu:
Amerikan başkanlarının sevgi göstermesi bizim Siyasal İslamcıların aklını başından alıyor ve bu nedenle salgıladıkları mutluluk hormonları, kulaklarında geçici işitme kaybına neden oluyor!