Kuzey Suriye’de “güvenli kuşak” oluşturmak gerekçesiyle başlatılan askeri operasyondan önce “kamuflaj” kıyafetleriyle fotoğrafını yayınlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, harekata yönelik dış tepkiler için şunu söyledi:
“Gelen tepkilerin bir kısmını bekliyorduk, bazıları sürpriz oldu. Bu kadar PKK sevdalısının olduğunu bilmiyorduk.”
Futbol sunucusu olsam “vay anasına sayın seyirciler” derdim.
Önce Bakan’ın bir “imaj ve iletişim sorununa” dikkatinizi çekmek isterim.
Sivil bir hükümetin Dışişleri Bakanı’nın askeri kamuflaj giysilerine bu kadar özeniyor olmasının Freudyen psikolojide bir açıklaması mutlaka vardır. Belki daha sonra bunu biraz deşeriz! :)
Ancak şunu söyleyeyim ki o görüntü, herkesin aklına Saddam’ın Dışişleri Bakanı Tarık Aziz ve benzeri BAAS politikacılarını getirir.
Tarık Aziz
Üzerinde askeri üniforma, belinde tabancasıyla Tarık Aziz, dünyayı ikna etmek konusunda ne kadar başarılı olduysa, Mevlüt Bey de o kadar olabilir: On üzerinden sıfır!
Bu tür militer görüntüler sadece askerlere yakışır zaten.
Sivil politikacıların böyle bir özenti içinde olmaları, dışarıdan bakan insanların aklına burada telaffuz etmeye çekineceğim özlemleri getirir. (İşte size bir oto sansür örneği! Savcıları ürkütmemek için, aklımdan geçeni yazmaktan vazgeçtim.)
Onun için böyle şeyler yapmasını, bütün yaşamını iletişim mesleğinin içinde geçirmiş bir insan olarak önermiyorum.
Gelelim söylediği söze!
“Gelen tepkilerin bir kısmını bekliyorduk, bazıları sürpriz oldu. Bu kadar PKK sevdalısının olduğunu bilmiyorduk.”
Bu sözleri söyleyen kişi Türkiye’nin Dışişleri Bakanı.
Dünyanın her yerine yayılmış bir teşkilatı var, bu teşkilatta görevli diplomatları var, o diplomatlar bulundukları ülkelerin nabzını tutup, her gün rapor vermiyorlar mı?
Emin olun ki veriyorlar. Belli ki Ankara’da bunları ya okuyan yok, ya da yazılanı anlayabilen.
Dışişleri Bakanı’na sürpriz olanlar hangi ülkelerdi, bilmiyorum. Şahsen ben hiç şaşırmadım, beklenen oldu.
Ama zaten bu harekata karşı çıkacağını bildiği ülkeleri ikna etmek için de belli ki hiçbir şey yapamamış.
“Sürpriz oldu” dediği ülkelerden emin olmuş olmalı ama belli ki onda da yanılmış.
Bu harekatın yapılacağını yaklaşık 1 yıldır duymayan kalmadı.
Bu bir yıl belli ki boşa geçmiş. Hem harekatın gerekliliğini açıkça ortaya koyup, en azından tarafsız kalmalarını sağlamak açısından hem de ülkelerin olası tutumlarının ne olabileceğini tam olarak anlamak ve ona göre davranmak açısından.
Herkesin Türkiye ile az ya da çok bir çıkar ilişkisi var. Herkesin uluslararası destek istediği meseleleri var. Birçok ülkenin kendi içindeki azınlığı ile ilgili dertleri var, sınır meseleleri var.
Diplomasi de zaten karşılıklı çıkarları ortaya koyup, ikna etmeye yarar. Nutuk atarak diplomasi yürütülmez.
Cumhurbaşkanı Birleşmiş Milletler’e gitti. Nutuklar attı. Besleme gazetelere bakılırsa “dünyanın en önemli konuşmasını yaptı”!
Elinde İsrail haritasıyla, Hindistan’a çatarak, onu bunu azarlayarak, kimi yanınıza çekebilirdiniz? Bakın, Katar ile Filistin bile Türkiye’ye karşı.
Şimdi de çıkmış, harekata karşı çıkan ülkeleri “PKK sevdalısı” diye niteliyor.
Sözünün nereye gittiğinin farkında bile değil belli ki.
Devletler, sadece kendi milli çıkarlarını gözetirler.
“Gözü kapalı sevdalarla” hareket etmezler.
O size özgü bir şey. Mursi sevdanızın, Şam’da cuma namazı hevesinizin nelere mâl olduğunu unutmayın.
Devletleri, çıkarlarının nerede olduğuna ikna etmek ise sizin işinizdir.
İşinizi kötü yaptığınız için dünya kamuoyuna “PKK sevdalısı oldunuz” derseniz, günün birinde gerçekten olurlar, buna emin olun.
Bu harekat askeri açıdan kuşkusuz ki başarılı olacak. Ne kadar az can kaybı ile gerçekleşirse o kadar iyi.
Ama diplomatik açıdan tam bir fiyasko ve ağır bir yenilgi olduğu da çok açık.
PKK / PYD, tarihinde ilk kez arkasında böyle bir uluslararası destek buluyor.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacağız derken, bölünmesi için de ilk adımı atmış, bu fırsatı yaratmış oldunuz.
***
Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha sinirlerine hakim olamadı ve Avrupa Birliği’ni tehdit etti:
“Operasyonu işgal operasyonu olarak nitelerseniz, işimiz kolay. Kapıları açar, 3 milyon 6 yüz bin Suriyeliyi size göndeririz.”
Demek ki “ensar – muhacir” muhabbeti buraya kadarmış!
Türkiye ile AB arasında, vize muafiyeti için yapılmış bir anlaşma var.
Buna göre Türkiye, kendi üzerinden geçip AB ülkelerine giden her mülteciyi geri almak zorunda.
Cumhurbaşkanı’nın bu açıklaması (ya da tehdidi) bu anlaşmanın artık askıya alındığı ya da bizim tarafımızdan feshedileceği anlamına mı geliyor?
Kusura bakmasın ama Cumhurbaşkanı, bu çıkışlarıyla her şeyden önce kendi güvenilirliğini zedeliyor.
Sinirlenince daha önce imzaladığı anlaşmayı yırtıveren bir politikacı imajı, doğru bir görüntü müdür?
Böyle birisinin sözüne kim, nereye kadar güvenebilir?
Hristiyan Suriyelilerin yaşadığı sivil yerleşim yerlerine roket atıp, bunu Türkiye’nin üzerine yıkmaya çalışan PKK’ya da şöyle diyor:
“Lan bombayı, füzeyi atan sizsiniz.”
Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan kişinin, ağzından çıkan kelimeleri daha özenle seçmesini beklemek gerekmez mi?
PKK’nın sivilleri de öldürmekten çekinmeyen, amacına ulaşmak için her türlü şeyi yapabilecek bir örgüt olduğunu biz biliyoruz.
Harekattan sonra sınırdaki sivil yerleşim yerlerine roket ve havan saldırılarıyla biri 9 aylık bebek olmak üzere 4’ü çocuk 9 kişiyi öldürüp, onlarca kişiyi yaraladılar.
Bunu dünyaya anlatmak için kullanılacak diplomatik dil bu mudur?