16 Ağustos 2021

Devletin “yardıma koşması” marifet değil

Devletin, sel bölgesinde tüm kurumlarıyla çalışıyor olması, iftihar edilmesi gereken bir konu sayılmaz, bir marifet hiç değildir. Devlet bunun için vergi topluyor zaten. Burada tartışmamız gereken devletin, bu felaketleri önleyebilecek ya da daha hafif atlatabilmeyi sağlayacak önlemleri alabilecekken önleyememiş olmasıdır.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sel felaketinin yaşandığı bölgede basına açıklamalar yaptı. Şu sözlerinin altını çizdim. Rakamları ben koydum ki bu sözlerin ardında yatan zihniyeti çözümlerken, takip edebilmek daha kolay olsun:

“(1) Devlet, tüm kurumları ile tablo ne kadar ağır olursa olsun, büyük bir çaba ortaya koymaktadır, koymaya da devam edecektir. Üzüldüğümüz noktalar var. Bu ülke hepimizin, bu millet hepimizin. Burada insanların yaralarını sarmak için çaba sarf ederken, ‘nasıl bir dedikodu oluşturayım, buna nasıl zarar vereyim’ düşüncesi içinde olanlar var. Biz işimize bakıyoruz. Cevap vermeye kendimizi sevk edersek işimizden alı koyulacağımız bir endişe içimizde var. Ama sahada gördüğümüz sahada tablo bizi üzmektedir. (2) Ankara’da durup siyaset yapacaksınız, buraya gelip tezvirat yapacaksınız. Yok öyle üç kuruşa beş köfte. Siyaseti gidin başka yerde yapın. Buranın insanı üzerinden siyaset yapmak ayıptır, insanlık dışıdır. (3) Buranın üzerinden siyaset yapmak şeytanla işbirliğidir. Ayıptır. Bırakın bizi çalışalım.”

(1) Devletin, sel bölgesinde tüm kurumlarıyla çalışıyor olması, iftihar edilmesi gereken bir konu sayılmaz, bir marifet hiç değildir.

Devlet bunun için vergi topluyor zaten.

Burada tartışmamız gereken devletin, bu felaketleri önleyebilecek ya da daha hafif atlatabilmeyi sağlayacak önlemleri alabilecekken önleyememiş olmasıdır.

Yıkılan binalara, darmadağın olan köylere bakarsak, devletin yapması gereken işleri zamanında yapmadığı, ihmal ettiği açıkça görülüyor.

Devlet, kutsal bir varlık değildir; biz vatandaşlara hizmet için vardır.

İçişleri Bakanı, devlet kavramını bu kadar çok seviyorsa ona önerim; devleti, kendi devlet anlayışından korumaya çalışmalı!

(2) Demokratik bir toplumda siyaseten yasaklanan meseleler olmaz.

Vatandaşlarla ilgili her mesele, esasen ve öncelikle siyasetin konusudur.

Eğer Soylu zihniyeti, doğru bir siyaset izlemiş olsaydı, mesela Babaçay köyü, tomrukların altında ezilmezdi.

Karadeniz’in her deresine HES kondurmak, belediye seçimlerini kazanacağız diye dere yatağındaki o koca binalara göz yummak AKP zihniyetinin siyasetiydi.

Yöneticilerimizin ihmal, öngörüsüzlük ve açgözlülüğünden kaynaklanan felaketler de siyasidir.

Ve siyasetin yarattığı sorunlar, yine siyasetle çözülür. Siyaset dışı yollardan medet ummak herkes tarafından reddedilmelidir.

(3) Siyaseti şeytanlaştırmak, politikacıya yakışmaz.

Türkiye, Kuzey Kore, İran ya da Çin değil.

Soylu, o tür antidemokratik rejimlerin özlemini duyuyor olabilir elbette, işaretler de bunu gösteriyor ama şeklen de olsa kendisi bir demokrasinin bakanı.

Üstelik Soylu, İçişleri Bakanı.

Ağzından çıkan sözleri önce kendisi işitmeli ve iki kere düşünmeli ki muhalefeti şeytanlaştırarak, yeni şiddet olaylarına davetiye çıkarmasın.

* * *

Asıl failler yine soruşturulmuyor

 

Kastamonu Bozkurt’taki sel felaketinin ardından yıkılan binalar nedeniyle başlatılan soruşturmada bir müteahhit gözaltına alındı.

Bizim memlekette adettendir, böyle felaketlerin ardından mostralık bir günah keçisi bulunur, soruşturulur, yargılanır.

Gerçi çoğu zaman o yargılamadan da bir sonuç elde edilmez ama bu “adalet gösterisi” mutlaka yapılır.

Türk Ceza Kanunu’nun 85. Maddesi “taksirle öldürme suçunun” cezasını belirliyor.

Cezası 2 yıldan başlıyor 6 yıla kadar çıkabiliyor. Birden fazla ölüm varsa ceza 2 yıldan başlıyor, 15 yıla kadar çıkıyor.

Bozkurt’taki felakette bu yazıyı yazdığım saate kadar ölü sayısı 64’e çıkmıştı, 77 kişiyi de arama çalışmaları sürüyordu.

Bu vatandaşlarımızı öldüren ihmal, sadece o binaları yapan müteahhit değildi. Ona gelene kadar çok sayıda sorumlu var.

Birinci sıraya koymamız gerekenler “kapakları açılan” ya da “patlayan” hidroelektrik santralinin yapıcı ve yöneticileri.

Kapaklar aşırı yağmur nedeniyle biriken fazla suyun basıncına dayanamayarak patladı mı? Yoksa kapakları aşırı yağmur nedeniyle açmak zorunda mı kaldılar? Su bu kadar birikmeden önce kapakları açmak ve suyu kontrollü salmak mümkün müydü?

İki ayrı durum ve sorumluları farklı.

Ayancık Babaçay köyünün haritadan silinmesine neden olan kütük depolama alanını getirip, derenin taşkın yatağına koyanlar da kamu görevlisi.

Selin yıktığı çok katlı binaların, kazıklı temel yapılmadan oralara dikilmesine izin verenler ya da kaçak binalar dikilmesine göz yumanlar da kamu görevlisi.

Ve en son sırada da binaların statik hesaplarını yapan mühendis, inşaat yüklenicisi gibi kişiler yer almalı.

Gördüğünüz gibi o en sondaki halkadaki yüklenici gözaltına alındı.

İstemeyerek de olsa bu ölümlere neden olan eylemlerin failleri hakkında soruşturma yok.

Oysa “taksir” suçu, ölüm sonucunu yaratan dikkat ve özen eksikliği ile ortaya çıkıyor.

Bu sel felaketinde de kendilerine verilen görevi doğru dürüst ve özenle yerine getirmeyen kamu görevlileri dizi dizi yer alıyor.

Bugüne kadar benzeri her olayda kamu görevlileri, işlerini doğru dürüst yapmamış olmalarının bedelini ödemedi.

Göreceksiniz Bozkurt’ta da soruşturma bu yönde derinleştirilmeyecek.

İhmal ve kusurlara dikkat çeken sosyal medya kullanıcıları bile soruşturulacak, gerisine dokunulmayacak.

Tıpkı Tarım ve Orman Bakanı’nın becerisizliği ve öngörüsüzlüğü nedeniyle binlerce dönüm ormanın yanmasına, binlerce hayvanın telef olmasına, doğanın tahribatına ve vatandaşların ölümüne yol açması nedeniyle soruşturulmayacağı gibi.

* * *

CeHaPe zihniyetine iş yapmayı öğretiyorum

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, depremin ardından yıkılıp, yeniden yapılması gereken binalar için Dünya Bankası’ndan 340 milyon dolar kredi bulmuş ancak kredi kullanılamıyor.

Nedeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, söz vermiş olmasına rağmen onay vermemesi.

Elbette Tunç Soyer de Erdoğan’ın bütün memleketi tek başına yönetmeye çalıştığını biliyordur.

Onun için Erdoğan’ın dikkatini özel olarak bu projeye çekecek adımları atması gerek.

CeHaPe zihniyetini bir kenara bırakmalı ve AKePe zihniyetine geçiş yapmalı.

Kendisine önerim, Erdoğan’ın en çok sevdiği 5 müteahhitten birine bu işi ihale etmesi.

Gerçi onlar 340 milyon dolarlık bir işi beğenmeyebilirler ama onlar beğenmezse ikinci beş müteahhit var.

Onlar da Erdoğan’ın küçük ihaleleri dağıttığı şirketler.

Bu şirketlerden birine ihaleyi verecek. Sonra da diyecek ki “şimdi gidin Erdoğan’a kredi sözleşmesini imzalatın, paranızı alın.”

Erdoğan’ın hayatta “hayır” diyemeyeceği bu şirketleri üzmeyeceğini ve işlerin anında rayına gireceğini garanti ediyorum!

Çağır Limak’ı, Cengiz’i, Kalyon’u, Kolin’i ya da İÇTAŞ’ı, hallet işini!

Onlar çarkları nasıl yağlayıp, işleteceklerini hepimizden iyi bilirler.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"