15 Nisan 2019

Devlet Bahçeli’den ne olur?

Devlet Bey’in bugünkü kankalık ilişkilerine bakarak, “yakında İmamoğlu ile de kanka olur, kime küfür ederse bir süre sonra onun değerli olduğunu anlıyor” mu demeliyiz?

MHP Genel Başkanı, İstanbul’un seçilmiş ama koltuğu çalınmak istenen Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Beşiktaş – Başakşehir maçına gitmesini şöyle değerlendirdi:

“Mazbatayı stadyuma taşımak, taraflar arasındaki rekabeti siyasi düşmanlığa dönüştürmek için ekilen bir tohumdur. Bundan belediye başkanı olmaz.”

Peki “Devlet Bahçeli’den ne olur” diye sorarsanız, “ne köy, ne kasaba” derim.

Çünkü Devlet Bahçeli, daha iki sene öncesine kadar ağız dolusu hakaretler yağdırdığı, insana bugün “kankam” diyor.

Devlet Bey, Recep Tayyip Bey’e o sözleri Kasımpaşa’da bir kıraathanede söylemiş olsaydı, en hafifinden kafasına bir tavla yerdi, gözü morarmadan da oradan çıkamazdı.

O da şanslıysa tabii.

Ama bunca ağır hakaretten sonra bir tek açıklama yapmadan “kanka olduk, aramızı bozamazlar” diyor.

O zaman mı yanılıyordunuz bugün mü yanılıyorsunuz? Bu sorunun yanıtını ve gerekçesini en azından parti üyelerine açıklamak zorunda değil misiniz?

İmamoğlu’nun avukatı değilim elbette, kendi yanıtını kendisi verir.

Ama bunca yılın siyasetçisine, seçilmiş bir kişi hakkında böyle konuşmak yakışıyor mu?

Yoksa Devlet Bey’in bugünkü kankalık ilişkilerine bakarak, “yakında İmamoğlu ile de kanka olur, kime küfür ederse bir süre sonra onun değerli olduğunu anlıyor” mu demeliyiz?

***

“Tek parti zihniyeti”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatipliler Derneği’nin Genel Kurulu’nda konuştu.

“İmam Hatipli de Galatasaraylı da benim evladım” dedi.

Cumhurbaşkanı’nın arada bir böyle hepimizin gönlünü alacak sözler söylediği oluyor. Gerçi bir süre sonra o söylediklerini unutuyor ama olsun. Ancak şunu söylemeliyim ki bu sefer “bir süre”, konuşması bitene kadar bile sürmedi.

Cumhurbaşkanı biliyorsunuz konuşma yeteneğiyle kitleleri etkiliyor ama en az kitleleri etkilediği kadar kendisini de etkiliyor.

“Kendi sesinin gazına geliyor” da diyebiliriz.

Nitekim Cumhurbaşkanı, “İmam – Hatip de okuyan da Galatasaray Lisesi’nde Kabataş Lisesi’nde okuyan da evladımdır. Bu zaten aldığımız terbiyenin de gereğidir” dedi, noktayı koydu ve devam etti:

“İmam hatip ailesi, öğrencinin ailesinden başlayarak hayatın her anında gece gündüz çalışarak bir dava adamlarının mücadelesi ile bugünlere gelmiştir. Türkiye’nin tek parti devrinin hastalıklı zihniyetinden kısmen de olsa kurtulabildiyse imam hatipliler etrafında yürütülen mücadele sayesindedir. Sizden istediğim kutlu dava mücadelesini asla unutmamanız.”

Hoppalaaa!

Devlet eliyle “dava adamı yetiştirmek”, aslına bakarsanız Cumhurbaşkanı’nın söz ettiği “hastalıklı zihniyet” dönemlerine özgü.

Çin’den, Sovyetler Birliği’ne; Nazi Almanya’sından, İtalyan Faşizmine kadar geniş bir tarih aralığında bunu deneyen tek partiler oldu.

Türkiye’de de üstü örtülü bir tek parti rejimi hüküm sürüyor.

Ve bu rejimin İslamcı – otoriter özelliği gereği, “dava adamı yetiştirme” işi imam hatipler üzerinden yürütülüyor.

Nitekim 2019 Yatırım programında162 yeni imam hatip lisesi inşaatı var. 151 Anadolu lisesi planlaması yapılırken, fen lisesi sayısı 9’da kaldı. İmam hatiplere ayrılan yatırım bütçesi, fen liselerinden 15 kat fazla.

İmam hatipler için 2019’da 460 milyon yatırım yapılacakken, fen liseleri için yatırım planı 30 milyon TL.

AKP’nin iktidardaki 16. Yılının sonuna geldiğimizde Türkiye’deki 61 ilde imam hatip lisesi sayısı, Anadolu Lisesi sayısını geçmişti.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı yatırım programına göre artık nüfusu 10 binin altında olan ilçelerde meslek lisesi ve Anadolu liseleri açılmayacak. Nüfusu 50 binin altında olan ilçelerde güzel sanatlar ve fen liseleri açılmayacak. Nüfusu 10 binin altında olan ilçelerde sadece imam hatip lisesi açılabilecek.

Bu 191 ilçede öğrenciler için tek seçeneğin sadece imam hatip lisesi olması anlamına geliyor.

Böylece eğitim sistemimizin dini temeller üzerine oturtulması planı tıkır tıkır işliyor.

AKP iktidarı, kendi ideolojisini topluma benimsetmek ve yerleştirmek için eğitim bakanlığının olanaklarını sonuna kadar kullanıyor.

Dini eğitimin amacı sorgulayan birey yerine, biat eden birey yetiştirmek.

AKP’nin eğitim politikasının da bir tek amacı var: Toplumu, Sünni İslam’a göre biçimlendirmek.

Ama onu bile doğru dürüst yapamıyorlar.

İmam hatiplerdeki eğitim düzeyi çok düşük, üniversite giriş sınavlarında dökülüyorlar. Bu nedenle veliler çocuklarını zorunlu kalmadıkça imam hatiplere göndermek de istemiyorlar. Bu yüzden imam hatiplerin kapasitesi hala tam olarak doldurulabilmiş değil.

***

Rejim, temel karakterini saklayamıyor

Gazeteci – iktisatçı Mustafa Sönmez gece yarısı (saat 3.50’de) evi basılarak göz altına alındı ve 7 – 8 saat kadar gözaltında tutulduktan sonra salıverildi.

Gözaltına alınma gerekçesi Beşiktaş maçı sırasında taraftarların slogan atan görüntülerini yayınlaması ve bazı sosyal medya paylaşımları.

Bunlarla Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyormuş, onunla da kalmıyor, halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyormuş.

Beğenmedikleri her fikrin ardında “Cumhurbaşkanına hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik aramak” bu rejimin savcılarının belirgin bir özelliği.

Yakın bir gelecekte Türkiye, bu nedenle AİHM tarafından çok tazminat ödemeye mecbur bırakılacak, orası da kesin. Belki oraya kadar gitmeden cezayı Anayasa Mahkemesi kesecek.

Her neyse, Mustafa Sönmez ile ilgili kararı mahkeme verecek.

Mahkemeden önce, cezalandırmaya yönelik davranışlar, yani polis ve savcının el ele vererek bir vatandaşı sabahın köründe karakola çekmesi gibi tutumlar hukuk dışı uygulamalardır.

Buna elbette kanunlarda bir kılıf bulabilirler ama kanuni olan, her zaman hukuki olmayabiliyor.

Başsavcılık, “Mustafa Sönmez, neden gece yarısı evi basılarak Emniyet’e götürüldü?” sorusuna açık ve tatmin edici bir yanıt vermelidir.

Savcı Bey bir zahmet telefon açıp, “Pazartesi günü saat 9’da gel, ifadeni alacağım” deseydi, gider ifadesini verirdi. Yeri belli, yurdu belli.

Vatandaşlar arasında siyasi görüşlerine göre ayrım yapmak, normal bir rejimde savcıların işi değildir.

Savcılar böyle yapıyorlarsa, rejim normallikten artık uzaklaşmış, otoriter karakterini saklayamaz hale gelmiş demektir.

Sönmez ile aynı suç iddiasıyla, “halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyor” diye soruşturduğunuz örgütlü suç hükümlüsünün evine gece yarısı polis gönderebildiniz mi?

Gece yarısı böyle uyduruk suçlamalarla insanları gözaltına almanın nedenini biliyoruz:

Korku yaratmak, muhalif fikirleri olanları sindirmek!

Otoriter rejimlerin hep yapageldiği gibi!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"