24 Mart 2020

Damat, hayaller diyarında!

Damat Bakan, kendisini de kayınpederini de aldatıyor. Salgın nedeniyle duran ekonominin yeniden harekete geçmesi, zannettiği gibi 3 ay içinde olmayacak. İşçi çıkarmayan işletmelerin KDV hariç vergi ve SGK primi ödemeyeceklerini ilan etmek için ne bekliyorsunuz?

Max Frisch’in, Stiller isimli romanını okudunuz mu, bilmiyorum.

Yeni baskısı yapılmadıysa da sahaf sitelerinde bulabilirsiniz.

Romanda anlatılan olay İsviçre’de geçiyor, yazar İsviçreli ne de olsa.

Bir gün İsviçre sınırında bir trende yapılan kimlik kontrolünde, uzun süredir kayıp olan Stiller isimli bir heykeltıraşa çok benzeyen bir adam yakalanıyor.

Trendeki bir yolcunun ihbarıyla adam gözaltına alınıyor. Adam Stiller olmadığını, başkası olduğunu ısrarla anlatıyor. Ama dinleyen kim?

Stiller’in karısından tutun da savcıya, cezaevindeki gardiyanlara kadar herkes trende bulunan adamın Stiller olduğunda ısrar ediyor.

Sonra olay, romanın kahramanı için giderek bir karabasana dönüşüyor.

Bir başkası olmadığını, kendisi olduğunu anlatma çabasının yarattığı gerilimin içinde kendinizi kaybediyorsunuz. Ya da ben böyle gerilim romanlarını sevdiğim için öyle hissettim.

Son zamanlarda kendimi biraz da romandaki savcıya benzetiyorum.

Karşımda da Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında cisimleşmiş bir siyasal İslamcı iktidar var ve ben ona durmadan "başkası olması gerektiğini" anlatmaya çalışıyorum.

Nafile bir çaba tabii, ne yapsak ne etsek, değişmiyor, değişemiyor.

Dün, okulları tatil olan çocukların eğitimi için hazırlanan televizyon programında dersler arasındaki boşluklarda ilahiler okunmasının ne anlamı vardı mesela?

Şöyle mi düşünüyorlar acaba: "Nasıl olsa çok insan ölecek, bari ahiret hayatlarını kurtaralım!"

Çizgi filmle de olsa Adnan Menderes’in asılışını çocuklara izletmenin anlamı nedir?

Bakan da "dikkatimden kaçmış" diye kendini savunuyor. Siz de artık bizim dikkatlerimizden kaçıp, uzaklara gitseniz nasıl olur sayın Bakan?

Damat Bakan da geçen gün müjdeli bir haber verdi, "büyüme ve enflasyon hedeflerinde bir sıkıntı görmüyoruz. Böyle bir küresel sürece en güçlü giren ülkelerdeniz" dedi.

Kurban olduğum rabbim verdikçe veriyor, damat bakanın deyimiyle meğerse "ekonomide atılan senkronize adımların avantajını" yaşıyormuşuz.

Müjdeleri vere vere bitiremiyor: "Piyasaları bu süreçten en az etkilenen ülke" de bizim memleket değil miymiş?

"Virüs nedeniyle birkaç hafta durgunluk riski var. Olası nakit sıkışıklığı için 3 aylık bir pencere açtık" diye anlatıyor.

Bilmiyorum kayınpederini kandırabiliyor mu?

Salgın nedeniyle duran ekonomilerin yeniden harekete geçmesi, damat bakanın zannettiği gibi 3 ay içinde olup bitmeyecek.

Salgın sonuçlandığında ABD’de işsizliğin yüzde 20’lere varacağı tahmin ediliyor.

Münih Üniversitesi’nde ekonomik araştırmaları yürüten enstitünün başkanı bu iş üç ay daha sürerse Alman ekonomisinin yüzde 20’ye kadar küçüleceğini, maliyetin 700 milyar Euro'yu geçeceğini tahmin ettiklerini söylüyor.

Ve bizim damat mutlu: Ekonomide atılan senkronize adımların avantajını yaşıyormuşuz!

Daha emeklilere maaşlarını evlerinde ödeyebilecek bir sistemi bile kuramamışsın ama!

Şu anda çalışabilecek durumdaki nüfusun yüzde 15’i işsiz.

Salgın nedeniyle iş yapamaz hale gelen küçük işletmelerin çalışanları ve bu küçük işletmelerin sahipleri de üç ay sonra bu listeye eklenecek.

Damat da, kayınpederi de durumun vahametinin farkında değil.

İşsiz sayımız üç ay içinde 20 milyonu bulabilir, bunlar mezarlıktan geçerken ıslık çalan adamı oynuyorlar!

Muhtasar beyannameleri ve SGK primlerini altı ay sonraya öteleyerek, bu işin içinden kurtulabileceklerini zannediyorlar.

Artık uyanın da balığa gidelim!

Vakit geçirmeden yapmanız gerekenler var:

* İşçi çıkarmayan işletmelerin KDV hariç vergi ve SGK primi ödemeyeceklerini ilan etmek.

* İşini kaybeden herkesin bürokrasi ile uğraşmadan işsizlik sigortasından yararlanmalarını sağlamak.

* Duran ekonomik faaliyet nedeniyle geçim sıkıntısı çekecek her meslek grubuna ve bir geliri olmayan herkese her ay gıda harcamalarını karşılayabilecek bir ödeme yapılacağını garanti etmek.

2018 rakamlarına göre şu anda Türkiye’de 14 milyon kişi emekli, dul, yetim, engelli ve malul maaşı alıyor zaten.

Askeri personel dahil 3,5 milyon kişinin maaş ve ücretini de devlet ödüyor.

Özel sektörde istihdam edilenlere iş garantisi vermek, Osman Gazi Köprüsü’nde geçiş garantisi ya da Bursa Şehir Hastanesi’nde hasta garantisi vermekten daha pahalı değil.

Müteahhitleri niye sevdiğinizi biliyoruz ama bir gün çalışamazsa hiçbir faturasını ödeyemeyecek olanlar da bu ülkenin üvey evladı değil!

* * *

Askere alımı durdurun!

Geçen akşam sosyal medyada başlayıp, internet sitelerine de yayılan "asker uğurlama" sahneleri, vatandaşlarımızın durumun ne kadar vahim olduğunu anlamadıklarını gösteren örneklerden sadece biri.

Bunun için vatandaşları suçlamak, hatta bazı gazeteci arkadaşlarımız gibi onlara hakaretler yağdırmak mümkün olmakla birlikte, gerçekçi bir tutum da sayılmaz.

Salgın başladığından beri hükümet kontrolündeki medya Türkiye’nin önlemler almakta ne kadar mahir olduğunu anlattı, durdu.

Ayıptır söylemesi, muhalefet partileri bile bu propagandanın etkisi altında kaldı, vatandaş kalmış çok mu?

Görevi hükümeti istim üzerinde tutmak için yanlışlara dikkat çekmek iken şakşakçılığı marifet sayan bu medya, Türkiye’nin ödeyeceği bedeli ağırlaştıran bir rol oynadı.

Şunu sormak istiyorum: Böyle bir salgın varken ve kimin taşıyıcı olduğunu bilmemize olanak sağlayacak yaygın bir test uygulamazken, asker alımına devam etmenin manası nedir?

Askere almak, niye bir kaç dönem için ertelenmiyor?

Kimse Suriye’den, terörle mücadeleden söz etmesin, oralarda görev yapanlar artık profesyonel askerler olmayacak mıydı, böyle söylenmemiş miydi?

65 yaşın üstündekilere sokağa çıkma yasağı koyarken, emekli maaşlarının evlerde ödenmesi ile ilgili sorunu çözmek niye kimsenin aklına gelmiyor?

Madem bütün ülkeyi kapatmayı tercih etmiyorsunuz, o halde niye hâlâ yaygın test uygulamasına geçemiyorsunuz?

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"