12 Kasım 2018

Cüppeni çıkar, Mercedes'ten in, öyle git!

Mısırlıoğlu gibi Atatürk düşmanlığı nedeniyle halkın bir bölümünün nefret objesi haline gelen bir şahsın ziyaret edilmesi tesadüf değildir, bu bir de 10 Kasım arifesinde yapıldıysa...

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, ruhsal bazı problemleri olduğunu tahmin ettiğim Kadir Mısırlıoğlu’na geçmiş olsun ziyaretinde bulundu.
Mısırlıoğlu, “Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı” sözleriyle maruf.
Bununla birlikte, 10 Kasım günü saat 9.05’te saygı duruşunda bulunmak yerine 'kenefte oturmanın daha uygun olduğunu' da öneriyor.
Diyanet İşleri Başkanı’nı tanımam. Adının önünde 'Prof. Dr.' unvanı var. Dinler tarihi uzmanı.
Diyanet İşleri bu ziyaretin 10 Kasım günü değil, 9 Kasım günü saat 14.30 civarında 'insani amaçlarla' gerçekleştiğini bildiriyor.
9’u, 10’u veya 11’i...
Söz konusu kişi Mısırlıoğlu değil de mesela İslamcı olmayan bir yazar olsaydı, Diyanet İşleri Başkanı insanlığını hatırlayacak mıydı?
Mısırlıoğlu gibi Atatürk düşmanlığı nedeniyle halkın bir bölümünün nefret objesi haline gelmiş bir şahsın Diyanet İşleri Başkanı tarafından ziyareti tesadüf değildir, bu bir de 10 Kasım arifesinde yapıldıysa!
Eğer 'tesadüf' diyorsa o unvanına da, giydiği cüppeye de, oturduğu makama da yazıklar olsun.


Bunun ne anlama geldiğini düşünmesine engel olacak bir çapsızlıkla muzdarip ise o makamda ne işi var?
Hayır, bu bir tesadüf olamaz.
Bilinçli bir tercihtir. Bilinçli olarak bir mesaj verme çabasıdır.
Memleketimizin siyasal İslamcılarının Atatürk ve Cumhuriyet ile, Cumhuriyet devrimleri ile çözemedikleri bir sorunları var.
Belli ki Diyanet İşleri Başkanı da bunlardan biri.
Hem Cumhuriyet’in kurumlarının birinin başında oturup, imkanlarından yararlanıp, maaşı cebe indirmeyi içine sindiriyor, hem de Cumhuriyet’e ve kurucularına  düşmanlık etmekte beis görmüyor.
Ali Bey’e önerim şudur: Kimi istersen onu ziyarete git, Cumhuriyet de, Atatürk de senin düşmanlığından zarar görmez.
Ama önce şu cüppeyi çıkar, makam Mercedes’inden in, ballı maaşı bir kenara bırak, öyle git.

***

Cumhurbaşkanı’nın lüks merakı
ve Okluk

Rahmetli Turgut Özal, Cumhurbaşkanlığı döneminde Okluk Koyu’nda devlete ait bir konutu kullanırdı: Dört oda, bir salondan oluşan 230 metrekarelik mütevazı bir yazlık ev!
Şimdi o evin yerinde yeller esiyor.
Sadece evin değil, Okluk Koyu ve çevresindeki yaklaşık 50 bin ağacın da yerinde yeller esiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Dünya Şehircilik Günü’nde yaptığı konuşmada “Biz ağaç kesen bir iktidar olmadık, diken olduk” diyor ama Türkiye sahillerinin belki de en güzel koylarından birinde ağaçlar sizlere ömür!
Çünkü Cumhurbaşkanlığı için bir 'yazlık saray' ve Saray’a rahatça gidip gelebilmeleri için yollar inşa ediliyor.
Yazlık Saray, yaklaşık 13 dönüm genişliğinde kapalı alana sahip olacak.
Saray bittiğinde dört ana blok, bir dinlenme evi, personel lojmanları, iki de nizamiye yapısı olacak.
Yazlık Saray’a iki de iskele yapılacak. İskelelerden biri süper yatlar için 170 metre uzunluğunda, 18 metre genişliğinde olacak. Diğeri mega yatlar için 50 metre uzunluğunda 10.5 metre genişliğinde olacak.


Merak ettim: Koca yatlarla Cumhurbaşkanlığı’na gelecek olanlar dingilerle sahile taşınsaydı, bir yerlerinden bir şey mi eksilirdi?
Güzelim sahili beton iskeleye çevirmenin anlamı nedir?
İnşaat geçtiğimiz yaz iyice ilerledi. Okluk Koyu civarına girip çıkmak artık mümkün değil. Bir sahil güvenlik botu buraya girmeyi engelliyor.
Sarayın inşa edileceği alanın çevresi yüksekliği dört metreyi bulan bir duvarla çevrili.
Duvar, sahilden bakıldığında Çin Seddi gibi uzayıp gidiyor.
Sözcü’de Saygı Öztürk’ün yazdığına göre mevcut alan yetmemiş olmalı ki şimdi de köylülerin 200 dönüme ulaşan arazileri istimlak edilecek.
Bunun için köylülere pazarlık davetiyesi çıkarılmış. Pazarlıkta anlaşılamazsa, devlet rayiç bedel üzerinden arazileri istimlak edecek.
Cumhurbaşkanı’nın saray merakının nereden geldiğini bilmiyorum. Saraylarda doğmadı, çocuklarını saraylarda büyütmedi.
Ankara’ya bin odalı, Okluk’a 300 odalı saray yaptırmak, dev uçaklardan biriyle yetinmeyip, üçüncü dördüncüyü almak nasıl bir lüks tutkusuna işaret ediyor?
Memleketimizde Cumhurbaşkanlarının huzur içinde tatil yapacağı otel mi yok?
Bugüne kadar nasıl tatil yapabiliyorlardı?
Bu lüks tutkusunun psikolojik ve toplumsal sebepleri nelerdir acaba?

***

CHP Genel Başkanı,
'insan sarrafı' mıdır?

Türkiye’nin çok geride bıraktığını zannettiğimiz Türkçe ezan tartışmalarını yeniden başlatan Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz, kendisini disiplin kuruluna veren CHP Genel Başkanı’na “Sıkıyorsa at beni, rezil ol, kepaze ol” diye yanıt verdi.
Gördüğünüz gibi siyasi ve insani nezaket zirve yapmış!
Bu gelişmeler üzerine CHP Ardahan İl Başkanı da şöyle bir açıklama yaptı:

“Öztürk Yılmaz, seçim sürecinde de bizi zor durumlarda bıraktı. Adaylık sürecinde genel merkeze ‘bu adamı istemiyoruz’ diye dosya verdik. Halkla iletişimi sıfır.”

Bu da parti içi demokrasi konusunda bir zirve oluşturuyor olmalı.
İl örgütü “Böyle birisini bölgemizden aday istemiyoruz” diye dosya bile hazırlamış ama Genel Merkez’in umurunda olmamış.
Şimdi Öztürk Yılmaz muhtemelen CHP’den atılacaktır, bunu hak ettiği görülüyor.
Peki Yılmaz’ı bulup, yerel örgüte rağmen partinin adayı yapan, bununla yetinmeyip partinin Dışişlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına getiren kimdi acaba?
Yılmaz’ın siyasi ikbalinin önünü böylesine açan kişiye “insan sarrafı” diyebilir miyiz, diyemez miyiz?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"