AKP’nin yenilenecek seçimde izlenecek propaganda yöntemi konusundaki kafa karışıklığının kurbanlarından biri de TRT spikeri Işıl Açıkkar oldu.
Deyim yerindeyse tam bir “yıkama – yağlama sorusu” sormaya niyetlenmişti aslında.
Önce soruyu okuyalım:
“Millet İttifakı adayı İstanbul özelinde hükümetinizin pek çok politikasını eleştiriyor, eleştirmeye devam ediyor. İnsanlara umut aşılıyor, kucaklayıcı vaatlerinde bulunuyor vesaire… Haliyle kamuoyu da bundan çok etkileniyor. Şimdi efendim beni mazur görün. Siz bu ülkenin Cumhurbaşkanısınız. Sizin diliniz keskin mi efendim? Siz sert mizaçlı biri misiniz? Sizi babacan, oldukça duygusal, insan odaklı biri olarak tanıdık, halk sizi böyle sevdi. İşte bu noktadan sonra artık kucaklayıcı daha yumuşak bir dile mi ihtiyaç var?”
Nasıl buldunuz? Haksız mıyım?
Gazeteciliğe yeni başladığım aylarda elime bir BBC kılavuzu geçmişti. Kim vermişti, şimdi tam hatırlayamıyorum, 44 yıl oldu. Muhtemelen ikisi de artık rahmetli olan Ünsal Oskay ya da Ahmet Taner Kışlalı’dan biri olmalı. Belki Hıncal Uluç’tur.
Bu kılavuz, bir gazetecinin nasıl soru sorması gerektiğini anlatıyordu. Konuştuğun insanla aranda nasıl bir mesafe olacak, soru niye yorumsuz olmalı, cevaptan soru nasıl çıkartılır gibi birçok teknik bilgi veren İngilizce bir kitapçıktı bu.
Galiba TRT Haber Merkezi de bunun gibi bir kitapçığı çevirtip, kendi muhabirlerine dağıtmıştı o yıllarda.
İşte Işıl Açıkkar Hanım'ın sorusu, bu kitaptaki her kuralın ihlalinin tipik bir örneği.
Gazetecilik okullarında bu soru “soru nasıl sorulmamalıdır” dersinde örnek olay olarak gösterilebilir.
Soru sorduğu insandan “beni mazur görün” diye özür bile diliyor, anlayın artık gerisini.
Ve bu soruya AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtı şu:
“Bunu bana niye sorduğunuzu anlamakta zorlandım.” Sonra da her zamanki Erdoğan, veriyor, veriştiriyor.
Oysa muhabirin hiçbir suçu yok.
Çünkü kampanya başlarkenki hava buydu: Kucaklayıcı olalım, gönüllere girelim vs.
Şimdiki hava ise tam tersi: Seçilse bile görev yapamaz , Valime it dedi, vs.
Spikerin suçu bu dönüşümü takip edememiş olması.
Yapılmamış sayılan seçimde bütün kötülüklerin kaynağı Apo ve PKK idi, muhalefet bunların borusunu çalıyordu, onun için memleketin geleceği tehlikedeydi.
Şimdiki seçimde bakıyoruz Apo’ya “özel temsilci” gönderip, HDP seçmenini tavlamaya çalışıyorlar.
Kafa karışıklığı, politikasızlıktan kaynaklanıyor aslında.
Ve bunun sorumlusu da bizzat Erdoğan’ın kendisi.
Başkanlık sistemi sevdası yüzünden partisini MHP’nin ağzına bakar hale getirdi ama bu tablo tabanda istediği sonucu da yaratmıyor.
Ve partideki bu kafa karışıklığı aynen seçmene de sirayet ediyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı esasen kutuplaşmadan, kavgadan, çekişmeden beslenen bir siyasi karakter.
Ona “kucaklayıcı olmaktan” söz ederseniz, o “kucağa oturtmak” anlayabilir.
Hani, istenen bağışı zamanında yapmayan petrol ithalatçısı iş adamının “sonunda kucağa oturmak zorunda kalacağı” ile ilgili meşhur konuşma kaydındaki gibi!
Adamcağız sonradan parayı tamamladı mı, yoksa deraguş ettiler mi, onu bilemiyorum, doğrusunu isterseniz takip edemedim.
***
Bir “itlik yapma” yazısı!
AKP Genel Başkanı’na göre, Ekrem İmamoğlu’nun Ordu Valisi için “itlik yapıyor” demesi ağır bir suç.
Hatta bu nedenle seçilse bile o makamdan yargı marifetiyle indirilebileceğine de inanıyor.
Gerçi bu konudaki tartışmada henüz tam bir karar verilebilmiş de değil.
İmamoğlu “demedim” diyor, Vali “dedi” diyor. Vali’ye inananlar var, İmamoğlu’na inananlar var.
Latince söyleyince daha havalı oluyor, tipik bir homini quod volunt credunt durumu yani!
“İnsanlar inanmak istediklerine inanır” anlamına geliyor bu söz.
Peki, İmamoğlu’nun, Vali’ye “itlik yapma” demesi bir hakaret midir?
Güzel Türkçemizin argosunda birisine böyle söylediğimizde küfür mü etmiş oluyoruz?
Yanıtı birlikte arayalım:
“İtlik yapmak”, bir halk deyişi olarak esasen “serserilik yapmak” anlamına geliyor.
Mesela “sırf itlik olsun diye” sokaktaki otomobillerin boyasını çizenlere öyle denir.
Bazı insanlar da “itlik yaparak” hayatlarını daha eğlenceli hale getirdiklerine inanırlar.
Şaka olsun diye birisinin boş su bardağına, rakı doldurmak gibi!
Birisini kızdırıp, sinirlendirmek için yapılan hareketlere, söylenen sözlere de “itlik yapmak” dendiğini biliriz.
“Cıvıklık” yapan insanlara da bu deyimi kullanabiliriz.
Kardeş Payı isimli televizyon dizisinin sempatik kahramanı Şerif Amca da “itlik yapmadan” duramaz mesela.
Sadık Gürbüz’ün canlandırdığı bu kurgu kahraman yaşlandıktan sonra kendisini “itliğe vurmuş” bir karakter. Çok zeki ve komik bir tip. Onca “itliğine karşın” mahallenin sevilen ve saygı duyulan isimlerinden biri.
“İtlik yaptığı” sahnelerin sonunda “dayanamayıp yine itliğimi yapıyorum” diyor ki bizim memleket ahalisi buna gülüyor, hakaret olarak algılamıyor.
Şerif Amca dizide “ben itlik için yaratılmışım” diyor ve izleyende hiç de kötü bir insanmış izlenimi yaratmıyor.
“İt” kelimesi, “köpek” kelimesi ile eş anlamlı olmakla birlikte birbirinin yerine kullanılan kelimeler de sayılmamalı.
Mesela, “itlik yapma” dediğimizde kast ettiğimiz durum ile “köpeklik yapma” dediğimizde kast ettiğimiz durum birbirinden farklıdır. İkincisi daha ağır bir ifade sayılmalıdır.
“Pire itte, bit yiğitte olur” atasözünü, “pire köpekte, bit yiğitte” diye söylerseniz, ilkokul öğretmeninizden ez azından azar işitirsiniz. Kulak çekilmesinin buna eşlik etmesi de mümkündür.
Yani diyeceğim o ki birisine “itlik yapma” demek terbiyeli – eğitimli bir insana yakışmaz çünkü sonuç itibariyle argo bir deyimdir. Ama hakaret amacıyla söylenmemiş olması da mümkündür.
Vali’nin, meşrebine göre buna alınması, üzülüp gözyaşı dökmesi de normaldir.
Ama bundan “görevli memura görevi nedeniyle hakaret” çıkarmak için özel görevlendirilmiş bir hâkim bulmanız gerekir. Eskiden Fethullahçıların yaptığı gibi yani!