21 Şubat 2019

Ciddiye alsan bir türlü, almasan başka türlü

Cumhurbaşkanı'nın derdi, milletin birliğini temsil etmek değil, bir belediye seçimi için söylediği lafa bakın!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Afyon’da şöyle konuştu:
“31Mart’ta belediye başkanıyla, meclis üyesiyle istiklal ve istikbalimizi oylayacaksınız. Vatanımızın geleceği adına çok kritik bir karar vereceksiniz. Türkiye’nin bekası, milletimizin huzuru için dosta güven, düşmana korku salacak bir zaferle çıkmak istiyoruz.”
Bu sözleri söyleyen şahıs, yukarıda da belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyor.
Gerçi Anayasa değişip, partili cumhurbaşkanlığı uygulamasına geçtiğimizden beri kanunen değilse bile “manen” milletin birliğini temsil vasfını kaybetti ama yine de kağıt üzerinde böyle bir sorumluluğu var.
Siz onun bu durumuna saygı göstermezseniz, manevi şahsiyetine hakaret ettiğiniz gerekçesiyle hapse girersiniz.
Ama bu manevi sorumluluk vatandaşları kapsadığı kadar onun da sorumluluğunda aslında. Fakat o bunu umursamıyor.
Derdi, milletin birliğini temsil etmek değil, bir belediye seçimi için söylediği lafa bakın!
Türkiye’nin en az yarısından oy alan partilere oy verirseniz, istiklalimiz de istikbalimiz de tehlikeye girecek.
Düşmanlar ülkeyi işgal edecek, TC yıkılacak filan falan.
Normal bir vatandaş bunu söylese gülüp geçebiliriz.
Senin “istiklal ve istikbalinden endişe ettiğin şey şu meşhur inşaat konsorsiyumları olmasın” diye dalga bile geçebiliriz.
“Beka sorunu dediğin sakın senin kişisel sorunun olmasın” diye kaşımızı kaldırabiliriz.
Her gazete manşetinin altında terörist arayan bir savcı olsak, davayı basarız, “halkı birbirine düşman etmeye çalışıyor” diye.
Ama Cumhurbaşkanı söylüyor. Ciddiye alıp, hak ettiği gibi bir yanıt versek hapse gireriz, dalga geçsek yine hapse gireriz.
Kendi halkının yarısının, memleketinin düşmanı olduğuna inanan başka bir Cumhurbaşkanı daha var mıdır acaba?

***

Zulme alet olmayın, çocuklarınız utanmasın

İstinaf Mahkemesi, Cumhuriyet gazetesi yönetici ve çalışanları ile ilgili davada kararını verdi ve ilk mahkeme kararını onayladı.
Böylece bütün kanıtları gazete haberlerinden oluşan bir mahkeme kararı nedeniyle bazı gazeteci arkadaşlarımız şimdiden hapse girecek, değişen sürelerde hapis yatacaklar.
Bazı gazeteciler de Yargıtay kararını bekleyecekler.
Hapse girecek olanlar, 5 yıldan daha az cezaya mahkûm edilmişlerdi.
Böylece ilk mahkemede az ceza almış olmaları, aleyhlerine bir sonuç doğurmuş bulunuyor.
5 yıldan bir ay fazla ceza alsalardı, onlar da davalarını Yargıtay’a götürme olanağına sahip olacaklardı.
İlk mahkemenin verdiği kararlar gerçek bir hukuk skandalıydı.
İstinaf Mahkemesi, bu kararları tartışmadı, sanıkları dinlemedi ve burada iddia ediyorum ki hiç okumadıkları bir dosya üzerinden karar verdiler.
Birazcık hukuk nosyonuna sahip, ceza yargılamalarına vakıf bir heyet, böyle bir dosyayı okuyup da bütün kararı harfiyen onaylamazdı.
Peki bu hızın sebebi nedir? Türkiye ile ilgili kritik kararların görüşüleceği Avrupa Parlamentosu toplantısı öncesinde, Türkiye’nin artık hukuktan ciddi olarak uzaklaşmakta olduğunu ispat etme çabası mı?
Bu karar kime yarar, çok açık:
1 – İade edilme korkusuyla Avrupa’da bekleşen Fetulahçıların ellerine ciddi bir koz verir.
2 – Avrupa Parlamentosu’nda, Türkiye aleyhinde karar çıkarmaya çalışan radikal milliyetçi çevrelerin tezlerini güçlendirir.
3 – “Avrupa bizi dışlasın da AB’den de, onun kısıtlayıcı kurallarından da kurtulalım” diye düşünenlerin ellerini ovuşturmalarını sağlar.
Bundan kazançlı çıkmayacak olan Türkiye’de demokrasinin geleceğidir.
Her geçen gün daha da açık görülüyor ki yargı Türkiye’de tamamen politize oldu. Bağımsızlığı zaten tartışmalıydı ama artık bir siyasi partinin cezalandırma gücü gibi davranma eğilimini geliştiriyor.
Kendisini böyle bir yargının aparatçiki olarak görmeye eğilimli olanları bu dünyada utanç bekliyor. Kendileri değilse bile çocukları bu nedenle çok utanacaklar.
İnanıyorlarsa öbür dünyada onları bekleyen şey ise zulme alet olmanın cezasıdır.

***

THY, “yerlici ve millici” değil mi?

THY, sanıyorum bu ülkenin en iyi işleyen kurumlarından biri.
Zaten bunu ben söylemesem de gelişme rakamları, müşteri memnuniyeti gibi kıstaslardan herkesin görmesi de mümkün.
Son yolculuğumda dikkatimi çeken ise şu oldu: THY’nin uçak içi ikramlarda kullandığı bardaklar, Avusturyalı Riedel marka.
Bu bardaklar dünyanın önde gelen lüks lokantalarında da tercih ediliyor, incecik ve kaliteli camıyla, tasarımıyla öne çıkan bardaklar.
Ancak Türkiye’de Paşabahçe’nin ürettiği Nude Stem Zero bardakları da artık Michelin yıldızlı önemli lokantalar ve meraklı tüketiciler için Riedel kadar kabul gören ve tercih edilen bardaklar.
Önemli tasarımcılar bu bardakların yaratım sürecinde çalıştılar ve bardaklar, Denizli’deki fabrikada tek tek elde üretiliyor. İncelikse incelik, tasarımsa tasarım, kaliteyse, kalite. Yerli malı, yurdun malı!
Merak ettiğim “teknik direktörün bile yerli ve milli olmasını isteyen” Cumhurbaşkanı’nın yönettiği ülkede, ülkenin bayrak taşıyıcısı hava yollarının neden aynı ayarda yerli ve milli ürün dururken, Avusturyalı ürünü tercih ettiği?
Üstelik o Avusturya ki her fırsatta Türkiye’yi Avrupa dışına atmaya çalışan, ırkçı siyasetçiler marifetiyle Türkiye’ye elinden gelen düşmanlığı da yapan bir ülke.
THY yöneticilerinin elbette bir açıklaması vardır ama Nihat Zeybekçi uyuyor mu, onu çok merak ediyorum.
Memleketinin işçilerinin emeğine neden sahip çıkmıyor?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"