06 Ekim 2022

CHP, Erdoğan'a "gündem" hediye etti!

CHP Genel Başkanı, AKP Genel Başkanı'na üzerinde doya doya tepinebileceği bir yeni gündem armağan etmiş bulunuyor

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "başörtüsü takma özgürlüğünü yasal güvenceye bağlama" çağrısının beklenmesi gereken sonucu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın el yükseltmesiydi.

Nitekim öyle de oldu, Erdoğan, "gelin çözümü Anayasa düzeyinde sağlayalım" dedi.

Bu çağrıyı yaparken Kılıçdaroğlu'na seslenme biçimi, çok önem verdiğini iddia ettiği "geleneksel Türk aile değerleri terbiyesine" ne kadar uyuyor diye de hiç düşünmedi.

CHP'nin bu çağrıya yanıtı, "yeni Anayasa'yı yeni Meclis yapacak" oldu ama bugünden başlayarak iki tarafın bir diğerini "yan çizmekle" suçlama yarışına gireceğini söyleyebilirim.

Böylece CHP Genel Başkanı, AKP Genel Başkanı'na üzerinde doya doya tepinebileceği bir yeni gündem armağan etmiş bulunuyor.

Dün CHP "gerçek gündeme odaklanmalı" derken bunu anlatmaya çalışıyordum.

Konserler, festivaller bile yasaklanırken, yaşam biçimimiz otokrasinin açık ve yakın tehdidi altındayken gündemi durduk yerde bir kez daha "başörtüsü yasaklarına" getirmeyi başaran CHP ve Genel Başkanı'nın, pirinçteki bu taşı şimdi nasıl ayıklayabileceğini merak ediyorum.

Öte yandan Erdoğan seçimi kaybederse "kazandıklarımızı kaybederiz" diye endişelenen muhafazakârların, bu kayıkçı kavgasına itibar edip etmeyeceklerini de zaman içinde göreceğiz.

Ancak endişeli muhafazakârlara şunu söylemek isterim ki AKP'den pompalanan "kazandıklarımızı kaybederiz" propagandasında "kaybedilecek kazanımlar" başörtüsü filan değil.

Başörtüsü, AKP'nin yeni zenginlerinin ve yöneticilerinin bu 20 yıl içinde başardıkları ani zenginleşmeyi fark etmenizi engelleyen bir örtü işlevi görüyor.

Sizleri "başörtüsü hakkını kaybedersiniz" diye korkutmalarının nedeni, o örtünün altına saklamak istediklerini koruma kaygılarıdır.

Sadece bugün AKP'yi yönetenlerin 20 yıl önceki aile fotoğrafları ile bugünküleri karşılaştırsınlar, kimin neyi kaybetmekten endişelendiğini daha iyi göreceklerdir.

Tabii "günün fıkrası" her zaman olduğu gibi Adalet Bakanı Bekir Bozdağ oldu.

Bozdağ, "Sayın Cumhurbaşkanımızın grup toplantısında verdiği talimatı aldık. Anayasa değişiklik teklif taslağı hazırlama çalışmalarımıza başlıyoruz" dedi.

Bu absürt tartışmada dikkatimi çeken şey Erdoğan'ın "temel insan hakları" hassasiyeti oldu.

Kılıçdaroğlu'na çağrı yaparken şunu söyledi:

"Eğer samimiysen şayet bu zat temel bir insan hakkı olan başörtü meselesini ülkenin gündeminden kati bir şekilde çıkarmakta samimiyse, şayet bu zat gençlerimizin en büyük hassasiyetleri olan özgürlük alanlarından biri konumundaki bu meselenin ahdi temelini güçlendirme sözünün arkasındaysa gelin çözümü yasa değil anayasa düzeyinde sağlayalım."

Gördüğünüz gibi Erdoğan'a göre Türkiye'nin gençleri, sadece "başörtüsü" konusunda hassaslar.

İnanç özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, işkence ve kötü muamele yasağı, özel hayatın gizliliği, adil yargılanma hakkı, protesto hakkı gibi temel insan haklarından söz edilmiyor.

Gerçi onlardan söz edecek olsa kendi varlığını inkâr durumuna da düşebilir.

Meclisinde benzerine ancak faşist rejimlerde rastlanabilecek bir "sosyal medya yasa tasarısı" kanunlaşmak üzere olan bir ülkede Cumhurbaşkanı'nın "temel insan hakkı" denilince sadece bunu anlamasında da bir gariplik yok aslında.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanlığı’na başörtüsü ve kılık kıyafet konusunda yasal güvence sağlayan kanun teklifini sunan CHP'ye, "Gelin çözümü anayasa düzeyinde sağlayalım" çağrısında bulundu. 

* * *

Din ticareti ile dış politika

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Yunanistan Başbakanı Miçotakis arasında "açıklama savaşı" sürüyor.

Bir gün biri konuşuyor, ertesi gün diğeri berikine laf yetiştiriyor.

Belli ki iki popülist lider, bunun yaklaşan seçimlerde oy kazandıracağını düşünüyor ve dinleyenler açısından (en azından bir bölümü diyelim) artık kabak tadı veren laflar dizisi bu.

En son olarak Erdoğan şunu söyledi:

"Yunanistan Başbakanı, ABD'den yardım istiyor. Neye karşı? Türkiye'ye karşı. Ne yaparsan yap, biz gereği neyse bunu her zaman yapacağız, yapmaya hazırız."

Bunu nerede söylediği, ne söylediğinden daha önemli.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki mahalle kahvesindeki ağız kavgalarına dönüşen bu tartışma aynı minvalde sürüp gidecek.

Yeni bir şey söylenmediği gibi, iki lider de söyledikleri sözün gereklerini yerine getirebilecek durumda da değiller.

Erdoğan bu sözleri "Mevlid – i Nebi Haftası Açılış Programı ile Uluslararası Hafızlık ve Kur'an – ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması Ödül Töreninde" söyledi.

Konuyla ne alakası var?

İslam Peygamberinin doğumunu kutlamak için hafta boyunca bir dizi etkinlik yapılıyor, bu da onlardan biri.

Peki bu amaçla yapılan bir toplantı, dış politikadaki gerginlikler ile ilgili olarak nutuk atma yeri midir?

Erdoğan için "tam yeri burası"!

Dini hassasiyetleri yüksek olan insanların izlediği bir programa çıkıp, Yunanistan'a ve ABD'ye verip veriştirmek hedefi tam göbeğinden vurmak anlamına geliyor onun için.

Bir yandan din ticareti sürerken, diğer yandan da hamasi nutuklarla milliyetçi eğilimler okşanıyor.

Bunun Türkiye'nin, Yunanistan ile olan sorunlarını çözmeye nasıl bir katkısı olabilir?

Hemen hemen hiç diyebiliriz.

Yunanistan'ın adaları silahlandırdığı ile ilgili haberleri gazetelerde okuduğumda daha gazeteci değildim.

Demek ki 47 seneden fazla zaman geçmiş.

Kıta sahanlığı meselesi desen, onun geçmişi de aşağı yukarı bu kadar.

Kimliği belirsiz adalara sahip çıkılması meselesi ise Erdoğan'ın döneminde gündeme geldi.

Akdeniz'deki doğal gaz yatakları ile ilgili anlaşmazlık da öyle.

Hiçbiri bugünün meselesi değil.

Ve şimdi seçim yaklaşırken iki popülist, iki halkın arasına düşmanlık tohumları ekme çabasına gaz vermiş bulunuyor.

* * *

Tek tip şarj için ne bekliyoruz?

Avrupa Parlamentosu, AB ülkelerinde akıllı telefon, tablet bilgisayar ve dijital kameralar için "tek tip şarj girişi" kullanılmasını zorunlu tutan düzenlemeyi onayladı.

Kural 2024 yılından itibaren uygulanacak, tek tip şarj girişi olmayan aletlerin satışı AB ülkelerinde mümkün olmayacak.

Bundan bir süre önce de Brezilya, içinde şarj cihazı olmayan iPhone'ların satışına yasak getirmişti.

Apple, Türkiye'de de tüketicileri şarj cihazı ve kulaklık almaya zorlayan bu satış politikasını izliyor.

Gerekçe "karbon salınımını azaltmak ve atık cihaz sayısını azaltmak" olarak açıklanıyor.

Karbon salınımını azaltmaya bir diyeceğim yok ama "atık cihaz sayısı azaltılmak" isteniyorsa, neden modeller ilerledikçe şarj girişleri değiştiriliyor?

Belli ki hükümetler, vatandaşlarının yabancı şirketler tarafından bu yolla soyulmasından rahatsız olmuşlar ve böyle zorlayıcı tedbirlere başvuruyorlar.

Bizim teknolojiden sorumlu bakanımızın ise böyle bir derdi yok belli ki.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım

Artık ne istediğini açıkça söylemeli

Cumhurbaşkanı'nı seçtik ve memleketi düzgünce yönetsin, haklarımızı korusun diye emrine ne istediyse verdik... Ve şimdi o da elinde bunca imkân varken çıkmış, "1 Mayıs'ı propaganda aracına dönüştürmek isteyen terör örgütlerine istismar zemini hazırlanmamalıdır" diyor. Terör örgütlerinin faaliyetlerini önleyebilmesi için bütün bir kenti evine hapsetmesi gerekiyormuş demek ki!

Sokaktan ödü kopan bir rejim

Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor. Oysa otokrasileri yıkan şey, kitlelerin toplantıları, protestoları değil; baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz Tayyip Bey...