Çapa’daki Tıp Fakültesi yerleşkesinde bulunan 56 binadan 50’sinin çürük olduğu biliniyormuş.
Hürriyet’teki habere göre 2012 yılında bir İtalyan firmasına 5 milyon lira ödenmiş ve binaların bulundukları yerde yeniden inşası için avan proje hazırlatılmış.
2014 yılında ise TOKİ, üniversite ile bir protokol imzalamış.
Avcılar Firuzköy’de üniversiteye ait arazinin devri karşılığında fakülte yerleşkesindeki binaların yenilenmesi gerçekleştirilecekmiş.
2019’a geldik, bu iş ile ilgili olarak çivi bile çakılmadığını öğrendik.
Ve sadece 5,4’lük bir depremle bile bu binaların bir bölümünde ağır hasarın oluştuğuna tanık olduk.
1999’daki deprem nedeniyle konulan ve 2002’de, AKP iktidarıyla birlikte kalıcılaştırılan “deprem vergileri nereye gitti” diye sormayacağım.
Bunu sormanın bir anlamı yok, zaten söylemişlerdi deprem vergileri ile yol yaptıklarını.
Ancak, İstanbul’daki kamu binalarının sağlamlaştırılması işinin deprem vergileri başka yerlere harcandı diye yapılmamış olduğunu zannetmeyin.
Bu ülke Suriyeli sığınmacılara 40 milyar doları 7 yılda harcayabildi.
Parasını bastırıp, S–400 füzelerini 2,4 milyar dolara aldıktan sonra deposuna kaldıran bir ülke sadece bu binaları yapmakla kalmaz, şehrin bütün riskli binalarını da güçlendirebilirdi.
“Madem bu kadar paramız var, niye hâlâ çürük binalarda çalışıyoruz, oturuyoruz, okuyoruz” diye de sormayın.
Paralarımızın izini sürmek isterseniz, yandaş müteahhitlerin kasalarına kadar ulaşırsınız.
Belli ki duble yol inşaatı, geçiş garantili köprüler, otoyollar, havaalanları yaptırtmak, İstanbul’daki riskli kamu binalarının güçlendirilmesi ya da yıkılıp yeniden yapılmasından daha fazla “paylaşma olanağı” yaratıyormuş.
Tersi olsaydı, yollar yapılmadan önce bu binalar yapılırdı, buna hiç kuşku duymayın.
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” cümlesinin bir motto haline geldiği ve insanlarımızın da bunu hiç yadırgamadan onayladığı bir düzende yaşıyoruz.
Doğal olarak tersi de doğru.
Çalınacak, paylaşılacak büyüklükte bir gelir ya da rant yoksa çalışmayı tercih etmiyorlar!
İstanbul’da 7 Richter’lik bir depremde en az 150 bin binanın yıkılacağını, ağır hasar göreceğini, içindekilere mezar olacağını biliyoruz.
Bu binaların en az beş bininin yassı kadayıf gibi yıkılacağını da.
Ve bu binaların neden hızla depreme dayanıklı hale getirilmediğini sorguluyoruz.
Bugün inşaatlara başlansa bir yıllık bir çalışmayla bile binlerce insanımızın hayatını kurtarabiliriz.
Ama bir türlü olmuyor!
Sistem, çalmaya uygun bütçe büyüklüğü yoksa, çalışmamak üzerine kurulu çünkü.
***
Kitapları örümcek kafalardan koruyalım
Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, dört kitabın “çocukların maneviyatı üzerinde muzır (zararlı) tesir yapacağına” karar verdi.
Bu kurul Turgut Özal’ın “muhafazakâr tabanını” mutlu etmek için Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’nun hazırladığı bir kanunla kurulmuştu.
Yasaklanan kitaplar şunlar: Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi, Kız Çocuk Hakları Bildirgesi, Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler, Sünnetçi Kız.
İlk iki kitap, Uluslararası Af Örgütü tarafından da desteklenen bir tür bildirge aslında.
Mizahi bir yaklaşım ile çocukların, kız ya da erkek ayırmaksızın eşit haklara sahip olduklarını anlatıyor. Kitaplar, bu yönüyle çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de.
“Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler” isimli kitap, hayatın değişik alanlarında başarılı olmuş kadınların gerçek yaşam öykülerinden oluşuyor.
Kadın olmanın, başarılı olmaya engel olmadığını kız çocuklarına öğretmek, hayat içinde onlara da bir yer olduğunu göstermek için yazılmış bir kitap.
Bu üç kitabın Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu adı verilen “şeyi” neden rahatsız ettiğini biliyorum.
Rahatsız oluyorlar çünkü onlara göre “fıtratda eşitlik yok.”
Küçücük kız çocuklarının zorla evlendirilmesine seslerini çıkarmazlar, nedeni budur.
Bunların Müslümanlığının esaslarından biri de kadın düşmanlığıdır.
Onun için kız ve erkek çocuklarının aklına küçük yaşlarda “cinsiyet eşitliği” gibi kavramların girmesini istemezler.
Başarılı kadınların hikayelerini okuyacak küçük kızların, aynı şeye özenip evde çocuk bakmak yerine, üniversitede okumaya, çalışmaya gitmesini de istemezler.
Onlar için kadın, çocuk bakar, ev temizler, yemek pişirir, kocasına hizmet eder.
Kafalarının içinde dolaşan örümcek bunun tersinin öğretilmesinden hoşlanmıyor, olay budur.
Dördüncü yasaklı kitap, “Sünnetçi Kız” bir roman, ben okumadım, neden söz ettiğini bilmiyorum.
Ancak şunu biliyorum: İnsanların neyi okuyup, neyi okumayacağına devletin kurullarının karar verdiği rejimler faşist, baskıcı, otoriter rejimlerdir.
***
İnsanın “sığınmacı” olası gelir
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Münbiç dahil olmak üzere Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar oluşturulacak 30 kilometre derinlikteki güvenli bölgede 2 milyon Suriyeli sığınmacıya iskan olanağı sağlayacağını açıkladı.
Bunun 1 milyonu için yeni evler yapılacak, 1 milyonu da eski evleri onarılarak oralara yerleştirilecekmiş.
Cumhurbaşkanı “inşallah uluslararası toplumdan alacağımız destekle bu işi yapacağız” diyor.
Vahap Munyar’ın Hürriyet’te yazdığına göre güvenli bölgede yeni yapılacak 1 milyon kişilik konut için gerekli para 26 milyar 400 milyon dolar.
Bunun için güvenli bölgede 5’er bin nüfuslu 140 köy ve 30’ar bin nüfuslu 10 ilçeden oluşan yerleşim birimleri kurulacak.
Evler köylerde 350 metre kare arsaya oturacak 100 metrekarelik 3 + 1 evler ve her eve bir ahır yapılacak. Ayrıca her köylüye hane başına 1 dönüm tarım arazisi verilecek.
İlçelerde ise 100 metrekarelik apartman daireleri yapılacak.
Ayrıca hastaneler, spor salonları, stadyumlar, okullar, hastaneler vs. de var.
Şimdi size bir soru: Cumhurbaşkanı’nın bu hayali gerçekleşirse kaç TC vatandaşı, Suriyeli sığınmacı kılığına girip, Fırat’ın doğusuna yerleşmek ister?