17 Şubat 2020

Bu dava, sivil haklara darbenin ilk adımıdır

Dünya tarihinde ilk kez, şiddet kullanılmasını önermeyen demokratik yöntemlerle hak savunuculuğu, "hükümeti cebir ve şiddetle devirmeye teşebbüs" suçuna kanıt oluşturmuş da bulunuyor

Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı hakkında "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen davada artık sona gelindi.

Yarın yapılacak duruşmada değilse bile bir sonrakinde, bu üç kişiyi bir daha güneş yüzü göremeyecekleri bir cezaya çarptıracaklar.

Dava ile ilgili olarak yeni bir heyetin görevlendirilmesi bunu düşündürüyor.

HSK, günün birinde bu davaya bakan 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin iki heyet halinde çalışmasına karar verdi ve Gezi davasının başlarında Kavala ve Aksakoğlu’nun tahliyeleri yönünde oy kullanan iki yargıç, mahkemenin ikinci heyetine atandı.

Birinci heyette tutuklu yargılamada ısrarcı olan hakimin yanına da iki hakim tayin edildi.

Nitekim, HSK’nın bu operasyondan beklediği fayda hasıl oldu, Kavala, AİHM kararına rağmen tutuklu olarak hapishanede.

Anayasa’nın "tabii hakim" ilkesinin, Cumhurbaşkanı’nın emrindeki HSK tarafından böylesine fütursuzca çiğnenmesi, davanın olası sonucu hakkında da bir fikir veriyor olmalı.

Oysa kırıntı halinde vicdana ve hukuk nosyonuna sahip bir mahkeme, bu dava ile ilgili iddianameyi savcının kafasına fırlatmalıydı.

Savcı, bu üç kişinin Gezi protestolarını organize ederek hükümeti devirmeyi amaçladığını iddia ediyor.

Ama bunu nasıl yapmışlar belli değil. İddia ediyor, kanıt ortaya koyamıyor. Savunmanın ortaya koyduğu gerçekleri çürütecek bir yeni bilgi de yok.

Osman Kavala ile Mücella Yapıcı güya darbe yapacaklar ama aralarında telefonla bile konuşmamışlar!

Böyle bir bağlantı ya da temas olsa savcının buna ulaşması çocuk oyuncağı. Savcı kanıt göstermiyor, sadece iddia ediyor.

Osman Kavala ile Yiğit Aksakoğlu arasında 2012’de tek bir iletişim kaydı var.

Bu iletişim nasıl olmuş, telefonla mı konuşulmuş, o halde kaç dakika sürmüş? Yoksa SMS mi atılmış, atıldıysa o SMS niye iddianameye girmemiş? Bunlar belli değil.

Üstelik söz konusu iletişimin olduğu tarihte ortada ne Gezi var, ne de Erdoğan’ın Taksim’e alış veriş merkezi yapma hevesi.

Osman Kavala ile Mehmet Ali Alabora arasındaki bir telefon konuşması iddianamede yer alıyor ama bu konuşma da Gezi protestolarının, Fethullahçı polis şiddetiyle bastırılmasından çok sonra gerçekleşmiş.

Savcı, Gezi protestolarının Soros tarafından sağlanan kaynaklarla finanse edildiğini de iddia ediyor.

Ama bir küçük makbuz bile yok! Dünya yüzünde en kolay şey artık paranın izini sürmek ve bunun için Türkiye’de uzman MASAK diye bir kuruluş da var.

Savcı, Soros konusunda ısrarlıysa, Soros’çuların başı Can Paker’e (Mehmet Barlas’ın kayınbiraderi) bu konuyu niye sormamış?

Savcı, Kavala ve arkadaşlarını OTPOR lideri ile Mısır’da görüşmüş olmakla da suçluyor ama görüştüklerine ilişkin bir kanıt da iddianamede yok.

(Sırbistan’ın savaş suçlusu ve insanlığa karşı işlenmiş suçlardan sorumlu diktatörü Miloseviç’in devrilmesinde etkin olan demokratik protestolarda öne çıkan gruplardan biri de OTPOR simli bir gençlik hareketiydi. Miloşeviç’in iktidardan düşmesine neden olan gösteriler, kaybettiği seçimi, emrindeki seçim komisyonunu kullanarak iptal ettirip, iktidardan gitmemekte direnince başlamıştı. Bizimkilerin OTPOR’dan bu kadar kıllanmalarının nedeni acaba bu muydu diye düşünmeden de edemiyorum. OTPOR’un bir pasif direniş hareketi olduğunu, bütün bu süreç boyunca şiddete yönelik hiçbir eylemin içinde yer almadığını da söyleyeyim. OTPOR, Mursi’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanan Arap Baharı’nda da Mısırlı demokratik güçlerin yanında yer almıştı.)

Yiğit Aksakoğlu’nu önce bu dava nedeniyle tutuklanmaya şimdi de ağırlaştırılmış müebbet hapse götürmekte olan suçu sivil toplum çalışmalarında bulunmasıydı.

Söz konusu seminerin konusu şuydu: "Sivil itaatsizlik ve şiddetsiz demokratik eylemler."

Böylece dünya tarihinde ilk kez, şiddet kullanılmasını önermeyen demokratik yöntemlerle hak savunuculuğu, "hükümeti cebir ve şiddetle devirmeye teşebbüs" suçuna kanıt oluşturmuş da bulunuyor.

Mahkemenin yargılamanın başından beri izlediği yola ve HSK’nın bu konudaki açık tutumuna bakarsak, bu uyduruk dava nedeniyle çok ağır cezalar verilecek.

Bu cezaları vermelerinin nedeni, Erdoğan rejiminin demokratik protestolardan sadece korkuyor olması da değildir.

Bu tür demokratik gösterilerden ödleri kopuyor ama asıl hedefleri, günün birinde Miloşeviç gibi seçim sonuçlarını tanımayıp, sivil darbe yapmak durumunda kalırlarsa, dışarıda bu hukuksuzluğa ses çıkaracak insan bırakmamaktır.

Türkiye’nin demokrasiden yana tüm güçleri bilmelidir ki bu davayla yargılanan ve mahkûm edilecek olan, demokratik haklarımızın varlığı konusundaki ısrarımızdır.

Bu dava, Anayasal haklarımızı askıya almaya yönelik bir sivil darbenin ilk adımıdır!

* * *

Hürriyet’in Netflix ambargosu!

CHP’nin CNN Türk’e yönelik boykot kararının en hararetli eleştirmenlerinden biri de Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan.

Gerçi kendisi, CNN Türk’teki programına, izin verilmiş kişiler dışında kimseyi çağıramıyor ama "özgür basın adına" boykotu eleştirmekten de geri kalmıyor.

Hürriyet’te Netflix’çilerin başına gelmiş bir olay, dilden dile dolaşıyor.

Netflix’in yerli dizilerinden Ottoman’ın yönetmen ve oyuncularıyla Hürriyet’te bir röportaj yapılmış.

Hatta oyunculardan Tuba Büyüküstün, masrafları da Netflix tarafından ödenerek Paris’ten İstanbul’a sırf bu röportajda yer alabilsin diye getirtilmiş.

Ama röportaj Hürriyet’te yayımlanmamış.

Nedeni gazetenin sahibi olan aileyi temsilen işlere bakan Meltem Demirören’in "bu dizi Kanal D’de yayımlanmıyor, bizim gazetemizde yayımlanamaz" demesi.

Meltem Demirören, kovduğu 40 gazetecinin yasal hakları olan kıdem tazminatlarını ödemeyerek basın tarihine de geçmiş bulunuyor, bu vesileyle kendisini kutlamış olayım.

Merak ettiğim şu: Bu tazminatları nasıl olsa mahkeme kararıyla ödemek durumunda kalacak olan Meltem Hanım, bu nedenle her hangi bir vicdani sorumluluk hissetmiyor mu?

Her neyse konumuz şimdilik bu değil.

Gazetenin Yayın Yönetmeni, Kanal D dışındaki dizilere Meltem Demirören tarafından uygulanan bu ambargoya sesini çıkarmamış.

Bunun üzerine Netflix’çiler röportajı Sabah’ta yayımlatmak istemişler.

Orada da damadın biraderinin ATV dışındaki televizyonlara koyduğu ambargoya takılmışlar.

Sabah’taki özgür basın savunucularının da buna sesi çıkmadı!

Netflix'çiler bundan kendilerine ne tür bir ders çıkardılar bilemiyorum tabii.

Ama çok üzülmelerine de gerek yok.

Hedef kitleleri bu gazetelerden uzaklaşalı o kadar çok zaman oldu ki röportajın çöpe gitmesinin yol açacağı tek zarar, Tuba Hanım’ın uçak biletinin tutarı kadar olabilir, ben söylemiş olayım.

Hürriyet’te çöpe atılan bir haber ile ilgili bir dedikodum daha var ama onu henüz doğrulatamadım.

Bugündür, yarındır aslını öğrenir, yazarım.

Yazarın Diğer Yazıları

Yargının itibarı nasıl korunur?

Taksirle ölüme sebebiyet vermekle suçlananların bile iktidara yakınlık durumlarına göre tutuksuz yargılanabildiği Türkiye’de, Nasuh Mahruki sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklandı. ‘Uluslararası Demokrasinin Küresel Durumu – 2023’ raporuna göre Türkiye, 173 ülke içinde hukukun üstünlüğü alanında 148. sırada yer alıyor. Bu tabloda siyasetin olduğu kadar yargı kurumlarının da rolü yok mudur?

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

"
"