08 Ağustos 2022

"Boşluğun" siyasi sorumlusu kim?

ÖSYM'ye iş bilmez bir memuru Erdoğan tayin etti. Bunu yaparken dikkat ettiği tek konu memurun "bizden" olmasıydı. Onun için bu beceriksizliğin, hatanın ya da sınava hile karıştırma kastının siyasi sorumlusu Erdoğan'dan başkası değil

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya dönüşü uçakta gazeteci süsü verilmiş mürettebatın eline verilen sorulardan birini yanıtlarken şunu söyledi:

"Biz orada boşluğa düşsek (KPSS soruları ile ilgili skandaldan söz ediyor) bunu seçime kadar satacaklardı. Çünkü gençleri nasıl aldatırız gayreti içerisindeler. Tabii bu tutmadı. ÖSYM başkanı olan arkadaşımızı zan altında bırakmak istemem ama soruşturmaların hayırlı bir netice vermesi noktasından hareketle kendisini görevden almak suretiyle, 24 saati bulmadan bir arkadaşımızın atamasını yaptık. Sınavı iptal edilenlerden herhangi bir ücret talebi de kesinlikle olmayacak."

Erdoğan'ın "boşluğa düşmek" dediği, sözlerinden anladığımız kadarıyla sınav sorularının önceden öğrenilmesi değil.

Sınavı iptal etmiş, ÖSYM'ye de yeni birisini tayin etmiş, böylece boşluğa düşmekten kurtulup, görevini yerine getirmiş.

Oldukça tuhaf bir görev anlayışı olduğunu söylemeliyim.

Bir sınavı doğru dürüst yapmayı becerememiş bir idarenin başında ve "sınavı iptal edilenlerden herhangi bir ücret almayacağını" bir müjde diye anlatıyor.

Recep Tayyip Erdoğan, bazı maddeleri yürürlükte olan, bazı maddeleri ise bizzat kendisi tarafından yok sayılan Anayasa'ya göre Türkiye'yi tek yetkili olarak yönetiyor.

20 yıldır icranın başında ve 20 yıldır yüzüne gözüne bulaştırdığı işlerden biri de bu sınav sahtekarlıkları meselesi.

Ve beceremediği her işte olduğu gibi bu konuda da muhalefeti suçluyor.

Adeta teflon kaplı, hiçbir şey ona bulaşmıyor, üzerine yapışmıyor.

Beceriksizlikten ve bürokrasideki partizanlıktan kaynaklanan sorunlar, eleştiri konusu olunca yapılan şey "gençleri aldatmak" oluyor.

Siyaset, esasen sorunları çözmek için yapılır.

Muhalefet partilerinin bir sorunun gündeme getirmesi de bu nedenle normal sayılmalı ama "tek adam" buna bile tahammül edemiyor.

Yürütmeyi elinde tutan güç ki bu kendisi oluyor, ülkenin yönetiminden siyaseten sorumludur.

"Dicle'nin kıyısında kaybolan kuzudan" kim sorumluysa, memuriyete giriş sınavının düzgün yapılmamasından da o sorumludur.

Bu sözü 20 Mayıs 2014 günü Erdoğan söylemişti:

"Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır."

ÖSYM'ye iş bilmez bir memuru kendisi tayin etti. Bunu yaparken dikkat ettiği tek konu memurun "bizden" olmasıydı.

Onun için bu beceriksizliğin, hatanın ya da sınava hile karıştırma kastının siyasi sorumlusu Erdoğan'dan başkası değil.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumları tel tel dökülüyor.

Dökülüyor çünkü kurumlardaki önemli mevkileri geçtim, sıradan bir şube müdürü olmak için bile siyasi torpil gerekiyor.

İmam hatipten mezun olmak, partiden bir kartvizit sahibi olmak, cuma namazlarında boy gösterip, mümkünse bir tarikata kenarından da olsa ilişmek, kamuda görev almak için "yeterli şart" haline gelmiş durumda.

O kişi o işi hakkıyla yerine getirecek bilgiye, donanıma sahip mi? Bu kimsenin umurunda değil.

Zaten bulundukları makamlara böyle tercihler ile gelmiş kişilerin, işlerini yapmak gibi bir dertleri de yok.

Salla başı al maaşı, fazla kurcalama, çünkü işini iyi yapmamakla suçladığın kişinin torpili, seninkinden büyük birisi olabilir.

Bunların hepsi, siyasetin eseridir, siyasi kararlarla gerçekleşir.

Onun için muhalefetin bu siyasi durumu eleştirmesi de fırsatçılık değildir.

Demokrasilerde işler böyle yürür.

Memleketteki çeyreklik demokraside elimizde kala kala zaten bir tek yolunda gitmeyen işleri vatandaşın gündemine getirmek kaldı.

Yönetenlerin siyaseten sorumlu olmadıkları düzenler, totaliter, faşist rejimlerdir.

Sadece totaliter rejimlerde siyasi eleştiri hoş karşılanmaz, zaten siyaset de yasaktır.

Erdoğan'ın hayali de bu zaten: Hiç kimseye hesap vermeden, memleketi yönetmeye devam edebilmek!


Erdoğan Soçi dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.

***

Üç – beş!

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Çanakkale Lapseki'deki bir altın madenini ziyaret etti ve "Şu anda Çanakkale bölgesinde tahminlere göre 80 ile 100 milyar dolarlık değere sahip altın yatıyor" dedi.

Bu AKP'lilerin para ile olan ilişkileri bir alem. Bakan Varank'ın da belli ki "para algısı" bizlerden hayli farklı.

Söylediği iki rakam arasındaki fark 20 milyar ABD Doları!

20 milyar Dolarlık farkı "üç beş dolar" rahatlığında söylüyor gibi.

Dün baktım 1 ons altının değeri 1775,51 Dolar.

Bir ons altın, 31,10 gram.

Aradaki fark kabaca bir hesapla 350 tondan fazla altına karşılık geliyor!

Öte yandan 80 – 100 milyar dolarlık tahmine nasıl ulaştığı da bir başka muamma!

Ziyaret ettiği maden sahasında MTA'ya göre bir tonda 5,76 gram altınlık rezevr var. Oysa şirketin gerçekleştirdiği üretim 1 tonda 1,86 gram.


Bakan hesabını yaparken kimin rakamını kullandı acaba?

Bu kadar altın için kaç yüz milyon ton kazı yapılacağı da ayrı bir mesele tabii.


Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Çanakkale Lapseki'deki altın madenini ziyaret etti

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!