16 Haziran 2020

Bilgiye önem vermemenin bedeli

Sağlık sistemimiz sayesinde salgını en az ölümle atlatan ülkelerden birisi olacağız ancak bilime kulak verilmiş olsaydı, aynı ekonomik kayıpla, çok daha az can kaybeder, 2 bin vatandaşımızı hayatta tutabilirdik. Şimdi de erken gevşemenin bedelini ödeyeceğiz

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, CNN Türk canlı yayınında üniversite ve lise giriş sınavlarını kast ederek "sınava girenler içerisinde virüs taşıyanlar da olacak" dediği anda tesadüf bu ya canlı yayın kesilmiş! Nasıl bir bağlantıysa, bir daha da kurulamamış.

Belli ki kanala yerleştirilen siyasi komiser azıcık gecikmiş, asıl kritik cümleyi kaçırmış, ama devamının da gelmesini önleyebilmiş.

Prof. Dr. Ceyhan’ın konuşmasını keserek, vatandaşların uyanmasını bir süre için de olsa geciktirmek belki mümkün ama bu sorun, masa başında sansür komiserleri oturtarak çözümlenebilecek bir iş değil.

Hasta sayısı yine yükselmeye başladı ve bu bir sürpriz değil.

Ve bu sonucu yaratanlar sadece sorumsuzlukla suçlanabilecek vatandaşlar değil.

Unutmayalım ki Wuhan’da hasta sayısı sıfır olduğunda bile yapılan testlerde 300’den fazla hayalet taşıyıcı tespit edilmişti!

Şu anda aktif hasta sayısı 22 bin ve Prof. Dr. Ceyhan’ın tahminine göre asılında virüs tarafından enfekte edilmiş vatandaşlarımızın sayısı 220 bin civarında.

Mart ayında, Erdoğan yönetiminin Nasreddin Hoca’nın türbesini andıran tedbirleri açıklandıkça bu köşede bu tedbirlerin yetersiz kalacağına dikkat çeken yazılar yazdım.

Katı bir şekilde uygulanacak sokağa çıkma yasaklarını savundum.

Bunu yaparken de kendi aklımla hareket etmedim. Bilim insanlarının görüşlerini okudum, dünyadaki başarılı uygulamaları izledim, geçmişteki salgınlardan edinilen sonuçları dikkate aldım.

Erdoğan yönetimi, bilimin gösterdiği katı izolasyon, karantina ve zorunlu sosyal mesafe kurallarını uygulayamadı.

Çünkü Türkiye ekonomisi, salgına kriz anında yakalandı. Kapatılacak kentlerdeki vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi olanaklara da sahip değildi, bu organizasyonu becerecek yeteneği de yoktu.

Nitekim, Almanya’nın 1,5 ayda yaptığı açılımı bizimkiler bir haftada yapmaya kalkınca olan oldu, hasta sayısı yeniden 1500’lerin üzerine çıktı, çıkmaya da devam ediyor.

Erdoğan, yarım yamalak tedbirlerini açıklarken, Türkiye ekonomisinin durmaması gerektiğini savunuyordu.

Ancak son araştırmalar da gösteriyor ki Türkiye, ekonomisini tümüyle kapatsaydı dahi bugünkünden ekonomik olarak farklı bir durumda olmayacaktı.

Bunun dışında birçok vatandaşımız da halen yaşıyor olacaktı.

Bilim Akademisi üyesi Prof. Erol Taymaz’ın yaptığı mikro simülasyona göre bir aylık tam kapanma uygulasaydık, ekonomik maliyet aynı kalacak ancak vefat sayısı 4 bin 700’lere çıkmayacak, 2 bin 763’te kalacaktı.

Sözcü’den Yusuf Demir’in haberine göre Türkiye, Yeni Zelanda’daki gibi bir aylık tam kapanma uygulamış olsaydı, hasta sayısı ve vefat sayısı yüzde 40 oranında azalabiliyordu.

Türkiye mevcut uygulamasıyla yüzde 30 civarında bir iş gücü kaybı yaşadı. Bir aylık kapanmanın maliyeti de bu kadar olacaktı.

Prof. Dr. Taymaz’ın Türkiye için simülasyonla elde ettiği bu sonucu doğrulayacak başka veriler de var.

Suddeutsche Zeitung’da yayımlanan bir habere göre, Avrupa Komisyonu’nun ekonomik küçülme beklentileri şöyle: İsveç: Yüzde 6.1. Almanya: Yüzde 6.5. Danimarka: Yüzde 5.9.

Bunlardan İsveç ekonomisini kapatmadı, sıkı kurallar uygulamadı, sürü bağışıklığını hedefledi ve ekonomik küçülmesi, sıkı kapanma programları uygulayan ülkelerden çok da farklı değil.

Çünkü uluslararası tedarik zincirinde sorun devam ediyor ve İsveç’te sendikalar ek olarak yüzde 10 daha fazla işsizlik bekliyorlar.

Ölümlere gelince; 100 bin kişide ölüm sayısı Almanya’da 10,6; Danimarka’da 10.4 iken İsveç’te 48.9.

İsveç, ekonomisini koruyamadığı gibi vatandaşlarını da korumayı başaramadı.

Bütün ülkeyi bir ay süreyle kapatan Yeni Zelanda’da ekonomik küçülme yüzde 7.8 olurken, İsveç yüzde 6.1 küçüldü. Buna karşılık Yeni Zelanda’da 100 bin kişiye düşen ölüm sayısı 0,5! Aradaki farkı görüyor musunuz?

New York Times’ta 3 Nisan’da yayımlanan bir haber, 1918 yılındaki İspanyol Gribi salgınında, hızlı davranarak şehirlerini kapatanlar ile kapatmayanlar arasında ileriki yıllarda nasıl bir ekonomik gelişme farkı olduğunu gösteriyordu.

Missisipi Nehri’nin iki yakasındaki iki kentin durumu çarpıcı. Salgın ile birlikte şehri hemen üç haftalığına kapatan ve sıkı kurallar uygulayan Minneapolis ile sıkı tedbirler uygulamayan St. Paul kentleri arasında salgın sırasında önemli bir ekonomik fark gelişmemişti.

Ancak salgın sonrasında insan kaynaklarını korumuş olan Minneapolis’in ekonomik yükselişi daha sağlam ve sert olmuştu.

M.I.T. ve Federal Rezerv’in çalışması, sıkı yöntemler uygulayarak hayat kurtaran kentlerin, daha hızlı geliştiğini gösteriyordu.

Evet, sağlık sistemimiz sayesinde bu belayı en az ölümle atlatan ülkelerden birisi olacağız, bu bir gerçek.

Ancak bilime ve bilgiye kulak vererek akılcı politikalar uygulanabilmiş olsaydı, ölüm sayısı çok daha az olacaktı, bu da bir başka gerçek.

Not: İsveç ve Yeni Zelanda karşılaştırması için Prof. Dr. Mustafa Durmuş’un, T24’teki "Covid 19 ve Önplana Çıkan İki Ülke Deneyimi" başlıklı yazısını okumanızı öneririm.

* * *

Bakan çıldırmış olmalı

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile İstanbul’da buluştu ve iki ülke arasındaki sınırların açıldığını söyledi.

Hatırlarsınız, Türkiye – İran sınırı, salgın henüz Türkiye’de resmen tespit edilmemişken, İran’da ölümlerin hızla artmasıyla birlikte kapatılmıştı.

Bakan Çavuşoğlu, uçuşların da 1 Ağustos’ta açılmasının planlandığını müjdeledi!

Şu anda İran’da aktif Koronavirüs hasta sayısı 30 bin 336.

Son 24 saatte İran’da virüs nedeniyle 113 kişi hayatını kaybetti. Sadece dün tespit edilebilen yeni vaka sayısı 2 bin 449.

BBC’nin haberine göre Haziran’ın ilk haftasında İran’da günde ortalama 3 binden fazla vaka tespit edildi. Bu, bir önceki aya göre yüzde 50 daha fazla hasta sayısına işaret ediyor.

Yani bir anlamda İran’da "ikinci dalga" da başlamış gibi.

Ve Dışişleri Bakanı İran’la kara sınırlarımızı açtığımız yetmiyormuş gibi şimdi de uçak seferlerinin başlamasından söz ediyor.

İran’ın virüsle mücadelede başarısızlığı ortadayken, hastalık yeni bir sıçrama yapıyorken bu kararın anlamı nedir?

* * *

Zevksizliğin böylesi kimin eseri?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "eserleri yarıştıralım" dediğinde, bunun CHP’li belediye tarafından "zevksizlik yarışı" olarak algılanacağını hiç düşünmemiştim.

İstanbul Valiliği, Adalar Kaymakamlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Adalar Belediyesi, ellerindeki yetkileri kullanmayı başaramadıkları için atlara eziyete dönüşen fayton taşımacılığını yasakladılar. Bunu biliyorsunuz.

Oysa sahip oldukları kanuni yetkiler ile bu işi hayvanlara eziyete dönüşmeden yaptırabilirler ve Adalar’ın doğal ve tarihi dokusuna uygun, geleneksel taşımacılıktan vaz geçmek zorunda da kalmazlardı.

Bizim kamu yönetiminde, "yönetemiyorsan yasakla" kuralı, her devirde geçerliliğini korur. Nitekim Adalar’daki fayton işi de böyle oldu.

Peki faytonların yerlerine getirildiği açıklanan ve önceki gün fotoğrafları her yerde yayımlanan zevksizlik timsali elektrikli "minibüsleri" kim seçti?

Kaportalarını alacalı – bulacalı boyayınca, "Adalar’a bu yakışır" mı dediler?

Adalar’ın doğal, mimari ve tarihi dokusuna yakışıyor mu bu ucubeler?

Zevksizlik demek ki siyasi parti ayırımı yapmaksızın hükmünü yürütüyor.

Bir açıklasalar da öğrensek: Bu modelleri kim seçti? Nasıl bir elekten geçti? Nasıl bir ihale yapıldı, kim ne önerdi, bu araçlar kaça satın alındı?

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"