Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arada sırada aynı telden çaldığımız oluyor.
Hangimiz yanlış yapıyor da aynı şeyi düşünüyoruz, orasını karıştırmayalım lütfen.
Yüksek Öğrenim Akademik Yıl açılış töreni, önceki gün Saray'da yapıldı.
Ve Cumhurbaşkanı açılış konuşmasını yaparken konu vakıf üniversitelerine geldi.
Cumhurbaşkanı da vakıf üniversitelerinin birer ticari kurum gibi faaliyet gösterdiği kanısında.
Hatırlarsınız bunun "Türk tipi ikiyüzlülük" olduğunu yazmıştım. Çünkü bunlar adı vakıf üniversitesi de olsa aslında özel üniversiteler ve doğal olarak kar amacı güdüyorlar.
Erdoğan konuşmasında buna dikkat çektikten sonra şunu söyledi:
"Öğrencisinin cebinden ne çıkacak değil, tam aksine vakıfta ecdad nasıl tanımlıyor, 'ceb–i hümayunundan ödenmek üzere' diyor."
Demek ki neymiş arkadaşlar: Vakıf işlerine giriyorsan elin, kendi cebinde olacakmış!
O zaman Bilal Bey biraderimizin, Sümeyye Hanım kızımızın, şimdi burada isimlerini tek tek sıralayamayacağım AKP'li zevatın kurduğu ya da yönettiği vakıfların elleri neden kamu kaynaklarından çıkmıyordu diye soralım.
İBB'nin trilyonluk kaynaklarının bu vakıflara nasıl aktarıldığını hatırlayalım.
Daha geçenlerde Sağlık Bakanı'nın vakfına kamu malları tahsis edildi.
Sadece vakıflara mı? İBB, Bilal Bey'in Okçular Vakfı'nın spor kulübüne (dernek statüsünde) 2019 yılının ilk altı ayında 1 milyon 200 bin liralık yardım yapmış.
Ben de hep bunu yazıyordum. Vakıf faaliyeti, vakfedilenlerin gelirleriyle yürütülür.
Lütfen Cumhurbaşkanı'nın dediğini yapınız ve vakıf işlerini yürütmek için kendi gelirlerinizi kullanınız.
Öte yandan Cumhurbaşkanı da benim gibi vakıf üniversitelerinin aslında özel üniversite haline geldiklerinin farkında.
Cumhurbaşkanı ile ayrıldığımız nokta şu ki ben sıradan bir gazeteciyim, kendisi yürütme kuvvetinin başında oturuyor, yasama çoğunluğu da bir dediğini ikiletmiyor.
O zaman niye benim gibi sadece şikayet ediyor da bu durumu hayatın gerçeklerine uydurma yoluna girmiyor?
Burası muamma!
Vakıf üniversitelerini vakıf gibi davranmaya yöneltebilir. Öyle bir durumda birçok vakıf üniversitesinin kapanabileceğini de görüyor olmalı.
O vakit kanunu değiştirin, bunlara özel üniversite statüsü verin, kimse birbirini kandırmasın!
* * *
Gerçek akademisyenin Türkiye'de ne işi var?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, akademik yıl açılışı nedeniyle şunu da söyledi:
"Beklentimiz ülkemizin yabancı öğretim elemanları için de cazip hale gelmesi, bir başka ifadeyle beyin göçünün çekim merkezlerinden biri olması."
Cumhurbaşkanı'na danışmanları bunu söylemez, ben söyleyeyim: Boşuna beklemeyin, böyle bir şey olmaz.
Bunun önündeki en büyük engel de devamı için bizzat çaba gösterdiğiniz durumlardır.
Birincisi: Türkiye'de akademinin kendine özgü yapısı nedeniyle kendisine "akademisyenim" diyen kimse bu ülkeye gelmez.
Bu ülkede bu sıfatı gerçekten hak edenlerin üniversitede hala duruyor olabilmeleri çaresizlikten ya da henüz işten atılmamış olmalarından kaynaklanır.
"Üniversiteyi yönetsin" diye tayin ettiğiniz rektörleri görenler de zaten arkalarına bakmadan kaçacaktır.
Bir araştırma yapsak üniversite hocalarımızın önemli bölümünün kendi dallarında bile son gelişmeleri takip etmek için kitap, yayın vs. okumadıklarını görürüz.
İsterseniz Burhan Bey'e bir sorun, en son hangi kitabı okumuş?
İkincisi: Üniversitelerimiz, YÖK düzeni nedeniyle yüksek lise oldular.
Üniversitelerimizde, bilimsel çalışma prim yapmaz. Öğretim üyeleri, öğrencileri tarafından ihbar edilecekleri korkusuyla etliye sütlüye bulaşmadan derslerini anlatır, geçerler
Tek mesele öğrencilere ders anlatmak, öğrencilerin tek derdi bir an önce mezun olmaktır. Bilimsel merak, evrensel bilgiye ulaşma isteği yoktur. Gerçek akademisyen burada ne yapsın?
Üçüncüsü: Bir memlekette ifade özgürlüğü yoksa orada zaten akademik – bilimsel özgürlük de olmaz.
Yabancı bilim adamları, iktidar savcılarının hoşuna gitmeyen fikirlerini söyleyip hapse girmek için mi buraya gelecekler?
Acı ama gerçek bu Sayın Cumhurbaşkanı.
Bunları düzeltmek de sizin elinizde aslında ama bunu yapmayı gerçekten istediğinize emin misiniz, önce kendinize onun yanıtını verin.
Ağam bizimle eğleniyor
Bazen filmdeki gibi "ağam bizimle eğleniy" demek içimden geliyor.
Cumhurbaşkanı, Resmi Gazete'de genelge yayınladı ve AB ile vize muafiyeti anlaşmasının önündeki engellerin kaldırılmasını istedi.
Bugüne kadar niye kaldırılmamıştı, şimdi nasıl bir politika değişikliği yapılıyor ki kaldırılacak, onu bilemiyoruz.
Çünkü büyük olasılıkla ağam bizimle yine eğleniy!
Bu anlaşmanın önündeki 6 engelden iki tanesi var ki Türkiye'de her şeyin değişmeye başlamasının da başlangıcına işaret eder:
1 – Terörle Mücadele mevzuatındaki tanımlamalarda, cezalandırma ve tutuklama ile ilgili düzenlemelerde AB mevzuatına uyulması gerekiyor.
Türkiye bu konuda "anlayış" bekliyormuş.
Bu konuda AB'den anlayış beklemek, meseleyi hiç anlamamak anlamına geliyor zaten.
2 – Yolsuzluklarla mücadele konusundaki mevzuatın AB'ye uydurulması ve bununla ilgili pratik adımların atılarak, uygulamanın somut bir şekilde işlemeye başlaması.
İktidara geldiği günden beri ihale kanununu onlarca kez değiştiren AKP. Eski Başbakan Davutoğlu'nun "şeffaflık" politikasını "böyle yaparsanız çalışacak belediye başkanı bulamazsınız" diye eleştiren de Saray'daki muhterem.
Şimdi bütün bunlardan vaz mı geçiyor ki genelge yayınlamış?
Bu ülkede işlerin nasıl yürüdüğünü biliyoruz.
Genelgeye gerek yok, bir işaret versin, AKP çoğunluğu istediğini yapmaya hazır zaten.
Genelge yayınlayarak, AB'yi oyaladığını düşünüyorsa, orası başka.
Ama işe yarar mı, hiç zannetmiyorum.