ABD Başkanı Joe Biden'ın, 1915 Ermeni Tehciri sırasında yaşananları "soykırım" olarak tanımlaması aslında ABD'nin yüreğinin Ermenilerin acılarıyla çarpmasından daha çok Türkiye'ye ve Türkiye'yi yönetenlere verilmiş bir mesajdır.
Bundan sonra Türkiye – ABD ilişkilerinin, eski stratejiler çerçevesinde yürümeyeceğini gösteren sembolik bir adımdır.
Ve bütün önemi de bundan ibarettir.
Bu konuya önümüzdeki günlerde döneceğim, bugün dikkatinizi çekmek istediğim konu başka.
Özellikle bazı eski diplomatların da altına kürekle ateş attığı komplo teorilerine bakılırsa, Biden'ın bu açıklamasını takip edecek olanlar şunlar: ABD mahkemelerinde davalar açılacak, Ermeniler bunu fırsat bilip toprak ve tazminat talep edecekler vs.
Bir olayın soykırım olarak tanımlanıp, kabul edilmesine karar verecek mercii ABD Başkanlığı değildir.
Biden'ın Ermeni tehcirini "soykırım" olarak nitelemesi, bugüne kadar bu olayı "soykırım" olarak tanıyan hükümetler ve parlamentolardan daha farklı bir sonuç doğurmaz.
Bugüne kadar Ermeni soykırımını tanıdığını bildiğimiz ülkeler şunlar:
Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay.
Gördüğünüz gibi aralarında "deve dişi gibi" ülkelerin de bulunduğu uzun bir liste. Buna bir de ABD eklenmiş olacak, o kadar.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, günümüzde soykırım gibi insanlığa karşı suçları yargılamaya yetkili tek kurum.
Yetkisi, anlaşmayı imzalayan ülkeler için geçerlidir. Türkiye, bu anlaşmanın tarafı değil.
Ayrıca bu yetki, ülkeleri değil, suçu işleyen bireyleri yargılamaya ve cezalandırmaya yöneliktir.
1915 Ermeni tehciri sırasında yaşanan toplu katliamlar, tehcirin kötü yönetiminden kaynaklanan hastalıklar ve açlık nedeniyle oluşan kayıplar, soykırım mıdır? Yoksa bu "insanlığa karşı işlenmiş suç" mudur? Bütün bunların dışında bir şey midir?
Buna karar verecek bir merci bulunmuyor.
Politik tercihlerinize göre bu olayları istediğiniz gibi tanımlayabilirsiniz elbette ancak bu bir hukuki sonuç yaratmaz.
Kuşkusuz ki büyük bir trajedi yaşandı.
Bu büyük trajedi ile ilgili hukuki anlam taşıyan tek konu Sevr Anlaşması'nda yer alan yargılamadır.
Osmanlı İmparatorluğu, Sevr'de söz konusu suçlarla ilgili olarak, Türkiye'de yapılacak bir yargılamayı kabul etti.
Mahkemeyi oluşturmak galiplere bırakılıyor; istenen kişilerin yakalanıp mahkemeye teslimi taahhüt ediliyordu.
İşgal altındaki İstanbul'da kurulan Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harb-i Örfi'sindeki yargılamalar (Talat, Enver ve Cemal Paşaları ölüme mahkûm etmişti), Malta'ya götürülen sanıkların, İngiliz Kraliyet savcısının kanıtları yetersiz bulması sonucunda salıverilmeleri, hukuki gerçekler.
Kurtuluş Savaşı kazanılıp, Sevr yerine Lozan imzalanınca, 1 Ağustos 1914 ile 20 Kasım 1922 tarihleri arasındaki tüm suçlar affedildi.
İnsanlığın "soykırım" isimli bir suçun varlığını tanıması, 1948'de oluşturulan ve 1951'den itibaren yürürlüğe giren "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme" ile mümkün oldu.
Bu sözleşmeyi yaratan, Nazi'lerin Avrupa Yahudilerini topluca ortadan kaldırmaya yönelik, sistemli faaliyetleridir.
Konumuza dönecek olursak, ABD Başkanı, bu olayları "soykırım" olarak tanımladı diye Türkiye'den kimsenin toprak talep edebilmesi mümkün değil.
BM Anlaşması, üye ülkelerin toprak ve sınır bütünlüklerini garanti altına alır.
Türkiye'den toplu tazminat talep edilmesinin mümkün olabileceği iddiasının hukuki temelleri yok.
1951'e kadar zaten böyle bir suç tanımlanmış değil. Suçun varlığı kanıtlanabiliyorsa, suç şahsi.
Bu nedenle Türkiye'den toprak ve ağır tazminatlar talep edilebileceği iddiası Türkiye'de bir paranoya haline gelmiş bulunuyor ama bunun uluslararası hukuki bir temeli yok.
Öte yandan biliyoruz ki bütün bu uluslararası anlaşmaların garanti altına aldığı konuların hiçbirinin de garantisi yoktur.
İşte Ukrayna'nın, Libya'nın, Suriye'nin, Irak'ın, Afganistan'ın başına gelenlere bakın.
Ülkelerin toprak bütünlüklerini ve birliklerini garanti eden şey esasen kendi güçleridir.
* * *
Bu acılar ortak
Biden'ın konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan alıştığımız "eyyyy" gürlemesini duymadık.
Onun yerine Emreni Patriği Maşalyan'a bir mesaj gönderdi.
Durmuş saatin bile günde iki kere doğruyu gösterdiği gibi Erdoğan ile ben de arada sırada benzer şeyler düşünüyoruz.
Artık bu örnekte "durmuş saat" kim oluyor, herkes kendi siyasi meşrebine göre yanıt verebilir.
Erdoğan'ın şu sözlerinin altını çizdim:
"Birinci Dünya Savaşı'nın zor şartlarında hayatlarını kaybeden Osmanlı Ermenilerini saygıyla yâd ediyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum.
Ortak kültürümüz, Ermeni toplumunun mimari, musiki ve sanattaki katkılarının yanı sıra yetiştirdiği nice hekim, mühendis, hukukçu, iş insanı ve meslek erbabının bilgi ve alın teriyle zenginleşmiş, gelişmiştir. Türkler ile Ermenilerin yüzyıllarca süren ve insanlığa örnek olan birlikte yaşama kültürünün unutulmasına izin veremeyiz. Tarihçilerin yapması gereken tartışmaların üçüncü taraflarca siyasallaştırılarak, ülkemize yönelik müdahale aracı haline getirilmesinin kimseye bir faydası olmamıştır.
Kimliğimizi sadece, ruhumuzda geçmişin bıraktığı sancılar üzerine inşa etmenin yeni nesillere de büyük bir haksızlık olduğuna inanıyorum. Türkler ve Ermeniler olarak bütün engelleri birlikte aşacak olgunluğa eriştiğimizi artık ortaya koymamız gerekiyor."
Erdoğan'ın anlatmaya çalıştığı sorunu en iyi Balkan göçmenlerinin biz çocukları anlayabiliriz.
Geçmişin acılarını unutmak elbette mümkün değildir.
Ama ona takılıp kalmak, yeni bir hayat kurmanın önündeki en büyük engeldir.
Bu acıların hepsinin ortak acılarımız olduğunu idrak ettiğimiz zaman bu coğrafyanın daha huzurlu olacağını da göreceğiz.