10 Şubat 2023

Beceriksiz ve başarısız yönetimin siyasi sorumlusu

Deprem bölgesinde çok sorun var ve o sorunların bir tek sorumlusu var: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, deprem bölgesinde yaşanan sorunların dile getirilmesine çok kızdı.

"Böylesi büyük felaketlere hazırlıklı olabilmek mümkün değildir" dedi.

Bu nedenle eleştiri yapanları da "siyasi çıkar uğruna kampanya yürüten çirkefler" olarak niteledi.

Cumhurbaşkanı olmasa ağzını daha da bozabilirmiş, öyle dedi; bu bozulmamış hâli oluyor yani.

Askerin özellikle enkaz kaldırma işinde hemen sahaya çıkmamasını eleştirenleri "şerefsiz" diye suçladığına göre "iyi ki Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlayıp, diline hâkim olmuş" diye düşündüm.

Söyleyeceği sözleri yayınlayacak kanalları RTÜK kapatmak zorunda kalırdı çünkü.

Aslına bakarsanız söyleyeceği sözlere hâkim olmaya çalışanlar arasında bir sıralama yapsak Erdoğan'ı arka sıralara koymamız gerekir.

Çünkü o bu tür sözler nedeniyle sadece ayıplanabilecek bir konumda, biz sıradan vatandaşlar ise bu nedenle hapse de girebiliriz, polis karakola da çekebilir vs.

Onun için bizim durumumuz daha zor.

Ancak eleştiri hakkımızı kullanabiliriz ve bundan da şahsen ben vazgeçecek değilim, mesleğim bunu gerektiriyor.

Deprem bölgesinde çok sorun var ve o sorunların bir tek sorumlusu var: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

Çünkü tek adam yönetimi getiren Anayasa için destek ve seçilmek için oy isterken "yetkiyi bu kardeşinize verin ondan sonra şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz" diyen kendisiydi.

Şimdi "yetkili kardeşimiz" olarak deprem bölgesine yardım ve kurtarma ekiplerinin geç müdahalesinin hesabını vermek zorunda.

Çünkü devletin bu konuyla ilgili birimlerinin başına yöneticileri o seçti ve o yöneticilerin beceriksizliklerinden de bizzat sorumlu.

Buna kısaca "siyasi sorumluluk" diyoruz.

Ve bugün Türkiye'yi yönetmenin siyasi sorumluluğu da doğrudan Cumhurbaşkanı'na ait.

Üzeri teflon kaplıymış gibi davranma hakkı yoktur.

Sorumlu olup hesap vermesi gerekenler, sorumluluklarının gereklerini yerine getiremeyenlerdir, bu durumu eleştirenler değil.

Cumhurbaşkanı "çirkef siyaseti" diyor ama unutmamalı ki siyaset, sorunları çözmek için yapılır.

İktidar sorunlara kendince çözümler üretir, muhalefet de bu çözümlerde gördüğü yanlışları söyler.

Demokrasilerde işler böyle yürür.

İktidar, ülkenin yönetiminden siyaseten sorumludur.

"Şahsı", 20 Mayıs 2014 günü ne demişti?

"Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır."

"Dicle'nin kıyısında kaybolan kuzudan" kim sorumluysa, deprem bölgesinde çalışmayan GSM şebekesinden, geç kalan enkaz kaldırma ekiplerinden, insanların aç ve açıkta kalmasından da o sorumludur.

AFAD'ın afetle mücadele işlerini yürüten dairenin başına "imam hatiplidir" diyerek tecrübesiz bir ilahiyatçıyı tayin ediyorsanız, zaten ölenler için dua etmekten başka seçeneğiniz kalmaz.

Deprem çok geniş bir alanda etkili oldu, bu doğru. Çok şiddetliydi, bu da doğru.

Yardım kamyonlarının ilk gün deprem bölgesine varamaması ve karda kapanan yollarda kalmasının sorumlusu kimdi peki?

O yolları açık tutmak gerektiğini, o kentlerin valisi, karayolları müdürü ve bilcümle resmi zevat bilmiyor muydu?

Onları o makamlara kim tayin etti?

Bölgede depremin eli kulağında olduğu bir sürpriz değildi.

Böyle hassas yerleşim birimlerinde depreme dayanıklı depolar inşa etmek, depoları gerekli kurtarma ve ihtiyaç malzemeleriyle doldurarak hazır tutmak kimin sorumluluğuydu?

Deprem bize gösterdi ki devletin önemli kurumları bu işte hemen harekete geçemediler.

Çünkü o kurumlarda önemli mevkileri geçtim, sıradan bir şube müdürlüğü bile siyaseten uygun olana tahsis ediliyor, işi bilene, layıkıyla yerine getirecek olana değil.

İmam hatipten mezun olmak, partiden bir kartvizit sahibi olmak, cuma namazlarında boy gösterip, mümkünse bir tarikata ilişmek, kamuda görev almak için "yeterli şart" haline gelmiş durumda.

O kişi o işi hakkıyla yerine getirecek bilgiye, donanıma sahip mi? Bu kimsenin umurunda değil.

Zaten bulundukları makamlara böyle tercihler ile gelmiş kişilerin, işlerini yapmak gibi bir dertleri de yok.

Biliyorlar ki onları eleştirirseniz, Cumhurbaşkanı arkalarında duracak.

Adamını kimselere "yedirtmeyecek"!

Bunların hepsi, siyasetin eseridir, siyasi kararlarla gerçekleşir.

Onun için muhalefetin bu siyasi durumu eleştirmesi de "çirkeflik" değildir.

Demokrasilerde işler böyle yürür.

Yönetenlerin siyaseten sorumlu olmadıkları düzenler, totaliter, faşist rejimlerdir.

Sadece öyle ülkelerde siyasi eleştiri hoş karşılanmaz, zaten siyaset de yasaktır.

İstedikleri de bu galiba: Hiç kimseye hesap vermeden, memleketi keyfine göre yönetmeye devam edebilmek!

Erdoğan, önceki gün depremde büyük yıkıma uğrayan Hatay'da konuştu.

* * *

Yandaş medya olmak çok zor

Türkiye'yi yöneten kadronun deprem yönetiminde sınıfta kalması en çok yandaş medyayı gerdi.

Bu da haliyle gülünecek durumlara yol açıyor.

Önceki gün Yeni Şafak gazetesi Instagram hesabında "Deprem Bölgesi Almanya Büyüklüğünde" başlığı ile bir paylaşım yaptı.

Almanya haritası ile deprem bölgesinin haritalarını da yan yana koymayı da ihmal etmemişler.

Ancak küçük bir hile var: Haritaların ölçekleri farklı olduğu için Almanya ile deprem bölgesi eşit büyüklükteymiş gibi görünüyor.

Böylece akılları sıra vatandaşlara deprem yardımlarının geç ulaşmasını mazur göstermeye çalışıyorlar.

Deprem bölgesi yaklaşık 110 bin kilometre kare.

Almanya'nın büyüklüğü 358 bin kilometre kare.

Keşke biraz daha küçük atsaydınız mesela Bulgaristan ile kıyaslasaydınız daha doğru bir kıyaslama olurdu.

Ama onlar Türkiye'yi, Almanlar kadar kıskanmıyorlar sanırım.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak. Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak. Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek

Taslak bir varmış, bir yokmuş!

Kamuoyunu aylarca meşgul eden partilerden hiçbiri, hazır Numan Bey oraya kadar gelmişken “Buyurun biz özgürlükçü bir Anayasa taslağını zaten hazırlamıştık” demiyor. Üstelik şu anda TBMM’de bulunan altı partinin üzerinde fikir birliği ettiği, uzlaştığı bir metin bu. Altılı Masa'yı oluşturan bu partiler, seçimi kazanamayınca zor zahmet hazırladıkları taslaktan vaz mı geçtiler?

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar