27 Mart 2020

Bakan verdiği sözü hâlâ tutamadı

Cumhurbaşkanı ile Sağlık Bakanı’nın verdiği sayılar birbirini tutmuyor. Test sayısı hâlâ 10 bini geçememişken Sağlık Bakanı’nın bulduğu çözüme bakın: "Hastalığa karşı elimizde güçlü bir koz var: O da yakalanmamak"

Oxford Üniversitesi’nin, ülkelerin resmi kaynaklarının açıklamalarına dayanarak hazırladığı grafiğe bakarsanız, Türkiye’de virüs, birçok ülkeye göre daha hızla yayılıyor.

Aynı sitedeki diğer bir grafikte de Türkiye’nin virüsü tespit etmek için yaptığı test sayısının son derece az olduğu da görülüyor.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 19 Mart günü TBMM oturumunda milletvekillerine bilgi verirken şunu söylemişti:

"Önümüzdeki 1-2 gün içerisinde, yarın sabah itibarıyla olma ihtimalini yüksek gördüğümüz hızlı tanı kiti devreye girmiş olacak. Bütün ülkeye yaymak üzere bir planlama yaptığımızı buradan müjdelemek istiyorum."

Bakan, aynı konuşmasında "günde ortalama 10-15 bin test yapmayı hedeflediklerini" de açıklamıştı.

Bakanın her gece yaptığı açıklamaları, bu tarihten sonra yapılan test sayısının 3 bin ile 3 bin 500’lü sayılar arasında değiştiğini gösteriyor. Bir tek önceki gün 5 bin sayısı geçilebilmiş.

Salgının başladığının açıklandığı günden düne kadar yapılan test sayısı 33 binin biraz üzerindeydi.

"10 – 15 bin test" hedefine ulaşmamıza daha hala çok yol var gibi görünüyor.

Yapılan test sayısının eksik açıklandığını düşünmek istemiyorum çünkü o vakit hasta sayısının da açıklanandan daha fazla olduğunu varsaymamız gerekir.

Dedikoduları değil, herkese açık bilgileri yorumlamamız gerekiyor çünkü.

Hatırlayacaksınız, bakanlık, 23 Mart günü Çin’den hızlı test kitlerinin de getirtildiğini açıklamıştı.

Bu işte bir terslik olduğu çok açık.

Sağlık Bakanı, test sayısını hâlâ niye arttıramadığını da açıklamalıdır.

Öte yandan Sağlık Bakanı’nın verdiği bilgiler ile Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı sayılar da birbirini tutmuyor.

Cumhurbaşkanı’nın önceki günkü konuşmasından aktarıyorum:

"Ülkemizde 53 bin vatandaşımızı evlerinde izlemeye, 8 bin 554 vakayı ise hastanede takibe aldık. Bunlardan 797 kişi tamamen iyileşip taburcu olurken, 4 bin 603 kişiden numune alınarak ileri tetkik yapıldı. KOVİD – 19 teşhisi konulan 1872 kişinin tedavisine devam ediliyor. Tedavi altındaki hastalarımızın 44’ünü ise maalesef kaybettik."

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, Saçma Sözler Oscar’ı kazanacağı kesin olan "bu hastalığa karşı elimizde güçlü bir koz var. O da yakalanmamak" dediği basın toplantısındaki sayılar ile Cumhurbaşkanı’nın verdiği sayılar birbirini tutmuyor.

Bakan, bu açıklamayı Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından hemen sonra yapmıştı, oradan aktarıyorum:

"Son 24 saatte 5 bin 35 test sonuçlandı. 561 tanı kondu. 15 hastamız hayata veda etti. Bugüne dek kaybettiğimiz hasta sayısı 59. Toplam hasta sayımız 2.433."

Bu çelişkiye dikkat çeken haftalıkgzt.com’da Hikmet Can Pertan şöyle soruyordu:

"Yoksa Türkiye’de kayıt dışı koronalı mı var?"

Bu soru  ciddi bir yanıtı hak etmiyor mu?

Kimsenin moralini bozmak istemem.

Ama öyle görünüyor ki yandaş medya ne kadar aksini gazlarsa gazlasın, bu iş iyi idare edilmiyor.

Başkanlık sisteminin bu tür kriz durumlarında hızlı ve iyi yönetişime olanak vereceği iddia ediliyordu ama belli ki ortak hesap makinesi bile kullanamıyorlar.

* * *

Nakit akışı sorunu ve Kanal İstanbul

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul çerçevesinde Odabaşı ve Dursunbey köprülerinin taşınma ihalesine çıkılmasını eleştirmişti.

Bu iş için 8 milyar lira kaynak ayrılmış.

Ulaştırma Bakanlığı’nın bu eleştiriye yanıtı şöyle:

"Türkiye, salgınla mücadele ederken yatırımları da yapabilecek güçtedir."

Görüyorsunuz, analar ne aslanlar doğuruyor, insanın gözleri doluyor bu kararlılık karşısında!

Ekrem İmamoğlu’nun anlamak istemediği gerçek şu ki bu ihalelerden vazgeçemezler.

Bu ihalelerden vazgeçerlerse, bütün sistemi üzerine kurdukları müteahhit grubunun nakit akışında sorun çıkar.

İhaleler her şart altında yapılmalı ki saadet zinciri kırılmasın.

Bu saadet zinciri koparsa, hem gözde müteahhitlerin hepsi topu diker, hem de havuz medyasına akıtılacak su da kalmaz. Siyasetin ve bazı özel vakıfların finansman sorunu da cabası!

Ancak, nakit akışı sorunu sadece müteahhitler için geçerli değil.

Virüs salgını kaynaklı ekonomik kriz nedeniyle birçok işletme de bu sorunu yaşıyor.

Maaşlar, çekler, senetler ödenmek zorunda ama işler durdu.

Günü gelen ve ödenemeyen çekler birikiyor.

Kimse tahsilat yapamıyor, kimse borcunu ödeyemiyor.

37 kişinin çalıştığı bir toptan ürün dağıtımı yapan bir şirketin sahibi olan okuyucum, dün yolladığı e – postada şunu yazmıştı:

"Bayi kanalımızdan tahsilat yapamıyoruz, herkesin mazereti belli, işler durdu para yok. Günü gelen çek ve senetleri ödemek için kıvranıp duruyoruz. Resmi tatil olsa, çek ve senetlerim ertelense, iş yerini kapatıp evimde oturacağım. Borcum olan firmalara da bir şey diyemiyorum, onların da başkasına ya da bankalara borcu var. Yani zincirleme olarak sorun devam ediyor. Bankalar ile kredi için görüşüyorum ‘limit çalışmamız lazım, en az 1-2 ay sürer’ diyorlar ki bu kredi verecekleri anlamına da gelmiyor. Sonuç olarak çaresiz bekliyoruz ve ödemek zorunda olduğumuz maaşlar, çek ve senetler var."

Ulaştırma Bakanı’na rica etsem, ayrıcalıklı müteahhitler dışındaki işletmelerin de nakit akışına bir el atsa, ne kadar iyi olur!

Türkiye, bir yandan salgınla mücadele ederken, diğer yandan da bu işletmeleri koruyacak güce sahip değil mi yoksa?

* * *

 

Dünya Harp Tarihi’nde yeni bir sayfa: Polis Savaşları

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, öyle görünüyor ki Yunanistan’a savaş ilan etmiş, kimsenin haberi yok.

Yunanistan sınırımızdaki ara bölgede bekleyen mülteciler ile ilgili açıklamalar yaparken Yunan polisinin plastik mermi kullandığını anlattı. Sonra da şunu söyledi:

"Geçen gün yine plastik mermi attılar. Bir daha yaparsanız 10 katını yaparız dedik ve yaptık."

Önceki gün de sığınmacılara karşı biber gazı kullanan Yunan polisine, bizim polisler biber gazı attılar.

Sınırın iki tarafındaki polisler,  yaramaz çocuklar gibi birbirlerine plastik mermi ve gaz bombası atarak savaşıyorlar.

Yunanistan’ın bu konuda hiç de insan haklarını gözetmeyen bir politika izlediği, mültecilere insanca davranmadığı bir gerçek.

Ama Erdoğan rejiminin, sınırı geçemeyeceklerini bildiği halde, bu kış kıyamette, bir de virüs salgını varken insanları ara bölgede tutmaya devam etmesini de ne yazık ki böyle isimlendirmek zorundayım: İnsani bir tutum değil!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"