Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da serbest ve normal bir seçim ile kazanmaktan ümidini kesmiş.
Önceki gün çıktığı bir televizyon “monoloğunda” Mansur Yavaş’a da, Mansur Yavaş’a oy vereceklere de göz dağı verdi.
Mansur Yavaş ile ilgili ortaya atılan iddiaları peşinen doğru olarak kabul edip şunu söyledi:
“Bunlar kenara konulacak bir şey değil. Bu seçime böyle girebilse dahi seçimden sonra, çünkü bunun dokunulmazlığı filan da yok, bunlar milletin önüne gelecek. Milletin önüne geldiği zaman çok ciddi bedeli kendisinin ödeyeceği gibi maalesef Ankaralı hemşerilerimizi de ödetme durumuna düşürür. Niye derseniz şundan dolayı, burada iki aday yarışıyor. Birisi Yavaş, diğeri Mehmet Özhaseki. Şimdi bunları benim partilim olduğu için söylemiyorum. Futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmamak gerekir. Kaldı ki bu zat zaten yuvarlanıyor, köken itibariyle MHP’li. CHP’den iki kez girdi, kaybetti. Ankara’da bana göre Ankaralı hemşerilerim, Ankara’ya bu hizmetlerin en idealini ta Melih Bey’in görevinden aynı dönemde biz belediye başkanı olduk. Ankara’da gerçekten devasa hizmetler yapıldı.”
Ne anladınız? Çekinmeyin, utanmayın, anlamamış olmanız sizinle ilgili bir durum değil, bir daha okuyun.
Ne dediğini yine anlamadınız, değil mi?
Bu konuşmada hiç bir yeri değiştirmedim. Yandaş medya, televizyon konuşmasından aynen aktarıyor, ben de onlardan aynen aktardım.
Şunu söylemeliyim: Bir soruya yanıt verirken, Erdoğan gibi kitleler önünde konuşmaya alışık ve sürekli konuşan birisi böyle başı sonu belli olmayan şeyler söylüyorsa, bilin ki aslında verecek doğru dürüst bir yanıtı yoktur.
Yanıtı olmadığı için de böyle başı sonu belirsiz cümleler ile top çevirir.
Neden böyle yapmak zorunda kalıyor: Belli ki Erdoğan da Ankara’daki seçimden ümidini kesmiş.
Ama elinde bir sopa var. Bu sopayı seçilmesi muhtemel adaya ve ona oy vereceklere sallıyor ki son bir kez daha düşünsünler ve belki de seçimden çekilsinler.
Çekilmez de kazanırsa başına ne geleceğini açıkça söylüyor zaten: Ciddi bedel ödeyecek!
Seçim ile göreve gelmiş bir kamu yöneticisini, seçim dışı yolları kullanarak görevinden indirmeye ne isim veriyorduk?
Bu hükümetin başındaki kişiye yapılırsa hükümet darbesi oluyor.
Belediye Başkanı’na yapılırsa da her halde “belediye darbesi” olmalı.
Erdoğan, kaybedeceği belediyelerde darbe yapmaya mı hazırlanıyor?
***
Bir caniyi muhatap almak doğru olmadı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümünde, Yeni Zelanda’daki teröristin katliamı ile ilgili de konuştu.
“Dedeleriniz geldiler, burada olduğumuzu gördüler. Sonra da kimi ayakları üzerinde, kimi tabutla geri döndüler. Şayet aynı niyetle gelecekseniz sizi de bekleriz. Sizleri de dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan hiç şüpheniz olmasın.”
Bir caninin, manifesto diye yazdığı hezeyanlarına yanıt vermek Türkiye Cumhurbaşkanı’nın işi olmamalı.
O alçak, bu kadar üst düzeyde bir muhatap bulduğuna, Türkiye gibi bir ülkede seçim malzemesi haline geldiğinden eğer haberdarsa kim bilir ne kadar mutlu olmuştur.
Ciddi devlet adamları, muhataplarını ciddi insanlar arasından seçerler, üç paralık canilere laf yetiştirmeye çalışmazlar.
Erdoğan’ın Çanakkale savaşlarında hayatlarını kaybeden Anzak askerleri ile ilgili aşağılayıcı bir ifadeyle “kimi tabutla döndü” dediği konuşmasını okuyunca aklıma Mustafa Kemal Atatürk’ün, Anzak annelere savaştan hemen sonra yazdığı mektup geldi.
Birlikte okuyup, hatırlayalım. Büyük devlet adamı nasıl olunuyormuş, bir kez daha düşünelim:
“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
***
Hutbeden çıkarsan da tarihten silinmez
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 18 Mart Çanakkale Zaferi için hazırladığı hutbede Atatürk’ün adı hiç anılmamış.
Şaşırdığımı söyleyemeyeceğim.
Bunların ağababaları da Atatürk’ten hoşlanmazdı.
Dürrizade Abdullah’ın Kurtuluş Savaşı’na katılanları hain, bunlarla mücadele edenleri gazi, ve Kurtuluş Savaşı’na katılanların katlinin vacip olduğunu söyleyen fetvalarını hatırlayın.
Diyanet İşleri’nin başındaki zatın da Dürrizade’den çok farklı düşündüğünü zannetmiyorum.
Farklı düşünüyor olsaydı, Fesli Kadir’i hem de cüppesiyle ziyaret eder miydi?
Diyanet İşleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumu ama bu kurumun belli ki Cumhuriyet’in kurucu atalarıyla problemi var ve Mustafa Kemal düşmanlığı bu kurumun genlerine Dürrizade’den bulaşmış!
Şimdi hutbelerde anmayarak Mustafa Kemal’in Çanakkale ve Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki rolünü silebileceklerini zannediyorlar.
Oysa gerçek tekil, versiyonları yalandır. Gerçeği inkâr çabası ve nankörlük, belli ki eğitimle iyileştirilebilen mental problemler değil.