29 Eylül 2021

"Açık var" ise sorun nasıl "yok" olabiliyor?

Erdoğan'ın "sorun var dersen var olur, yok dersen yok olur" şeklinde özetlenebilecek kamu yönetimi düsturu demek ki yurt konusunda da böyle bir sonuç veriyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "yurt sorunu yoktur, parklarda yatanlar aynen Gezi parkı olayı neyse başkasını sergiliyorlar" dedi.

Ardından söylediği ise şu:

"Öğrencilerimizin barınmaları açısından da 2 yılın ardından bir açık ortaya çıktı."

Benim de haliyle kafam karıştı:

Öğrenci yurt yatağı konusunda 2 yılın ardından açık ortaya çıktıysa, yurt sorunu nasıl "yok" olabiliyor?

Erdoğan'ın "sorun var dersen var olur, yok dersen yok olur" şeklinde özetlenebilecek kamu yönetimi düsturu demek ki yurt konusunda da böyle bir sonuç veriyor.

Sorun yok ama açık var!

Erdoğan, rakamlarla doldurduğu konuşmasında "2 yılın arkasından otaya çıkan açık" konusunda bir sayı vermekten kaçındı.

Onun eksik bıraktığını Leyla İlhan'ın Dünya'daki haberinden öğreniyoruz:

İstanbul'daki 51 üniversite ve 5 meslek yüksekokulunda 1 milyon 800 bin öğrenci var.

Buna karşılık İstanbul'daki yurt yatağı sayısı 100 binin biraz altında.

İstanbul'daki üniversite öğrencilerinin yaklaşık 600 bini şehir dışından gelenler.

Bunun dışında yabancı öğrenci sayısında da artış olduğu biliniyor.

Yani en az 500 bin öğrenciye yurt yatağı yok, bunlar ev kiralamak zorunda.

Ev kiralarındaki artış da hesaba katıldığında Erdoğan'ın söyledikleri ile hayatın gerçeklerinin birbirini tutmadığı da ortada.

"Sorun olmayan açık" işte böyle ortaya çıkıyor.

Erdoğan'ın unuttuğu şu ki bu 500 bin öğrenci ve ailelerinin içinde kendisine oy verenler de var.

Neresinden baksanız toplamın yarısı olmalılar çünkü son seçimde oyu bu kadardı.

Ve onlar oy verdikleri insanın, kendi sorunları karşısında nasıl olup da bu kadar duyarsız olabildiğini, sorunu yok sayabildiğini merak ediyor olmalılar.

Saray'da yaşadıkça, halkın gerçek sorunlarından uzaklaşılıyor demek ki.

Seçim araştırmalarının ipuçlarını vermeye başladığı dip dalga, işte böyle halktan kopuşlarla oluşur.

Sonra istediğin kadar sokakta kalanlara "Gezici bunlar" de, kimse inanmaz. En başta da o çocukların aileleri inanmaz.

Siyaset, sorunlara çözüm bulmak için yapılır, müteahhit beslemek için değil.

Bu gerçeği Erdoğan da öğrenecek, az kaldı.

* * *

Reklamların parasını kim ödedi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir kitap yazdı ve bastırdı.

Kitap okumayan bir insanın kitap yazması, dünya çapında bir olay sayılmalı elbette.

Onun için kitap bu açıdan "koleksiyon değeri" taşıyor.

Kitapta dile getirilen görüşler için görüşümü daha önce yazmıştım. "Yazarın yazdığını yap, yaptığını yapma" şeklinde özetlenebilir.

Erdoğan'ın New York ziyaretinde gördük ki kitabın reklamları için pahalı mecralar tutulmuş.

Times Square'deki dev ekran böyle pahalı bir mecra mesela.

New York sokaklarında, kitabın afişleriyle kaplanmış araçların gezdirilmesi işi de öyle.

Erdoğan'ın kitabı Turkuvaz Kitap'tan çıkmış. Damadın biraderinin başında olduğu havuz medya grubunun bir kuruluşu bu.

Yani özel bir şirket.

Bu şirket kitabın İngilizce baskısından nasıl bir satış ve gelir bekliyordu ki New York'ta yüz binlerce doları bulan bir reklam kampanyasını yürütebildi?

O kitabın satışı, böyle bir kampanyayı karşılamaz, hayatımın 45 senesini bu işin içinde geçirdim.

Reklam bedelleri nasıl ödenmiş olabilir? Örtülü ödenekten mi? Türkiye'nin tanıtım bütçesinden mi? Yoksa yandaş müteahhitlerden Saray'a yapılmış bir kıyak mı?

Nasıl olsa 2023 Haziran'ında seçimi kaybettiğinizde bütün bunlar ortaya çıkacak, bugünden açıklasanız iyi olmaz mı?

* * *

Meltem Hanım, çok ayıp!

Bu Meltem Demirören'e hitaben yazdığım kaçıncı yazı, hatırlamıyorum.

Meltem Hanım, dışardan baktığınızda iyi eğitim görmüş bir iş insanı.

Babası hayattayken de işlerin içindeydi, onun vefatından sonra da özellikle medya işlerini yöneten tek patron konumunda.

İyi eğitimli bir kadın işverenin, işini yönetirken daha adil olmasını bekleriz.

Demek ki bunun kadın  ya da erkek olmakla bir ilgisi de o kadar yokmuş.

Demirören, Hürriyet'i satın aldıktan sonra 45 gazeteciyi, tazminat ödemeden işten attı.

Bunu biliyorsunuz, daha önce yazmıştım.

Gazeteciler işten atılmaya alışkındır ama tazminatlarını ödemeden atmak da ne demek oluyor?

Memleketin kanunlarıyla dalga geçiyorlar sanırım.

Dün baktım iş mahkemesinde görülen dava nedeniyle işten atılan gazeteciler Adliye önünde toplanmışlar.

İki yıldır tazminatlarını ödemiyorlar ve pandemiden de yararlanarak mahkemelerde işi uzattıkça uzatıyorlar.

Bir yandan da Ali Cengiz oyunlarıyla, başka şirketlerinde çalışan insanları Hürriyet grubunda çalışıyor göstermişler.

Meltem Hanım, arkadaşlarının yüzüne nasıl bakıyor bilemedim.

Çalışanların hakkını gasp etmeye yönelik bu girişimiyle çocuklarına da nasıl iyi bir örnek oluşturacak?

Çok ayıp, çok yazık!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"