15 Aralık 2021

536 yıl önceki Kavala Davası

Kadın testi geçti, çünkü zaten cadıydı! Geçememiş olsaydı da cadı olacaktı

1485 yılında, Fatih'in İstanbul'u fethinden 32 yıl sonra, Kara Ormanlar'daki Rothenbach'da bir kadın "cadılık yaptığı" iddiasıyla tutuklandı.

Fürstenberg Kontu, kararı Tanrı'nın vermesi gerektiğini düşündüğünden kadın "kor demir testine" tabi tutuldu.

Kor demir testi, ateşte kor haline getirilmiş bir demir parçasını çıplak elle üç adım ileriye taşımayı gerektiren bir uygulamaydı.

Bundan sonra kadının eli sarılıyor, üç gün sonra kadının elindeki yaralar iyileşmemişse bu cadılık yaptığının kanıtı oluyordu.

Adını bilmediğimiz bu kadın, kor demiri avuçlarının arasında tam altı adım taşıdı. Şaşılacak şey; ellerinde en ufak bir yara izi bile yoktu.

Kadının cadılık yapmadığına karar verdiler ve serbest bıraktılar.

Olayın üzerinden bir süre geçtikten sonra bu dava iki Dominikan keşişin dikkatini çekti.

Keşişler, mahkemenin "şeytan tarafından aldatıldığını" düşünüyorlardı.

Kadının ellerinin yanmamış olmasının nedeni avcunun içine Şeytan'ın görünmeyen bir zırh koymuş olmasıydı.

Yani kadının beraat etmesine neden olan şey, aslında kadının suçlu olduğunu gösteren bir durumdu.

Aradan geçen 536 yıldan sonra gerçekten yaşanmış bu öykü ne kadar saçma geliyor size, değil mi?

Bugün için "deli saçması" olarak nitelenebilecek bir suç iddiası var.

Tesadüflere açık ama son derece vahşi bir yargılama süreci var.

Ve bu sürece itirazlarını Şeytan'ın doğaüstü güçlerine ve kadının "zaten cadı" olduğuna olan inançlarına dayandıran iki keşiş de cabası!

Kadın testi geçti, çünkü zaten cadıydı! Geçememiş olsaydı da cadı olacaktı.

Bu öyküyü, Darren Oldridge'in "İnsanlığın Garip Tarihi" (Yerdeniz Yayınları, çeviren: Kerem Geçmen) isimli kitabından okumuştum.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun dün TBMM'de yaptığı konuşma, bu öyküyü bana yeniden hatırlattı.

Çavuşoğlu, "Kavala'yla ilgili AİHM'nin kararları uygulanmıştır ve serbest kalmıştır. Ama Kavala hakkında başka davalar olduğu için hapisten çıkmamıştır" dedi.

Dün Osman Kavala'nın hapishanedeki 1505. günüydü. Siz bu yazıyı okurken 1506. Günü de hapiste geçiriyor olacak.

Beraat ettiği bir suçlama, yeniden suçlanmasına neden olduğu için!

Bizimkiler pek Dominikan keşişlerine benzemiyorlar ama dava neredeyse ikiz.

* * *

Bu nasıl hesap Nebati Bey?

Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın dün düzenlediği tahvil ihalesinde ortalama bileşik faiz yüzde 21,36 oldu.

Hazine, bu yolla 572,5 milyon lira borçlanmış.

Bir hafta önce de Merkez Bankası, bankalara yüzde 16,16 faizle borç vermişti.

Bankalar, Merkez Bankası'ndan yüzde 16,16 faiz ile aldıkları parayı götürüp, Hazine ve Maliye Bakanlığı'na borç olarak verdiler ve yüzde 21,36 faiz kazandılar.

Bitmedi.

Bankalar, biz vatandaşlara yüzde 24'ün üzerinde faiz ile ihtiyaç kredisi, yüzde 21,50 ile taşıt kredisi veriyorlar.

Kredi kartını geciktirirseniz, bunların da üzerinde, yüzde 26 civarında faiz ödüyorsunuz.

Merkez Bankası'ndan ucuza para al, Hazine'ye ve vatandaşa tutturabildiğin fiyata sat.

Paradan para kazanmak tam olarak bu işte!

Nass filan bilmem ama bu işin iktisadi rasyonelini de anlayabilmiş değilim.

Nebati Bey, hazır medyaya konuşmanın tadını almışken bu konuları da açıklar mı acaba?

* * *

Katar, Reis'e ihanet mi etti?

Erdoğan yönetiminin dış politikadaki tek dostu Katar.

Bu cümleyi kurmak için çok zeki olmak da gerekmiyor, ilkokul çocukları bile bunu öğrendi.

Mesela 26 Kasım 2018'de Erdoğan, Türkiye ile Katar'ın "kara gün dostu" oluğunu söylemişti.

Geçtiğimiz hafta da Katar'ın güvenlik ve istikrarının Türkiye'den ayrı düşünülemeyeceğini söyledi.

Erdoğan ve AKP'li yetkililerin bu konuda söyledikleri büyük bir külliyat oluşturacak kadar fazla; inanmayan internette kısa bir gezintiye çıkabilir.

Erdoğan ve avanesinin Katar aşkının gerekçeleri ile ilgili olarak çok şey söyleniyor.

Erdoğan'ın ve yakınlarının özel uçaklarla en çok ziyaret ettikleri ülke Katar olduğu için de insanların ağzı torba değil tabii.

Rahmetli Güngör Uras'ın deyişiyle "bazı büyük Türk büyüklerinin" Türkiye'de bulunmasını istemedikleri paralarını Katar'da tuttukları da biliniyor. İddialar doğruysa milyar dolarlardan söz ediliyor.

Katar, bütün yumurtalarını aynı sepete koymaması gerektiğini bilen bir ülke.

Nitekim bir yandan Erdoğan'ın gönlünü hoş tutarken, diğer yandan 2019 yılından beri Kıbrıslı Rumlar ile de yakın temas içinde.

Körfez ülkeleri içinde Kıbrıslı Rumlar ile ilk diplomatik ilişkiyi Katar kurdu.

Rumlar 2004'te Doha'da, Katar da 2007'de Lefkoşa'da büyükelçilik açtı.

En son olarak da Türkiye'nin "kırmızı çizgisi" sayılan bir bölgede hidrokarbon yataklarını araştırmak, bulup, işletmek için Kıbrıslı Rumlar ve Amerikan Exxon şirketi ile anlaştı.

Anlaşma imzalanan söz konusu sahayı Türkiye kendi yetki alanı içinde görüyor.

Daha önce aynı şirket, başka ortaklarla bu sahada araştırma yapmaya kalktığında donanmamızı "mavi vatan" nutukları arasında gerekirse savaşmaya göndermiştik.

Ancak Katar, Rumlar ve Exxon'un son anlaşmasının ardından Ankara'dan ses çıkmadı.

Belli ki ekonomide duvara çarpmanın ve Katar'a muhtaç olmanın bedellerinden biri de bu sessizlik olarak ortaya çıkıyor.

Katar'a "eyyyyy" çekemiyor çünkü karmaşık ilişkilerin yanı sıra Merkez Bankası ile swap meseleleri de kuyruğumuzu kıstırıp, kenarda durmamızı gerektiriyor gibi.

Medyada eleştiriler, genellikle Katar'ın bu tutumuna yönelik.

Katar'ın, Erdoğan'a ihanet ettiğini düşünenler de var.

Bu tutumu "ihanet" olarak nitelemek ne kadar doğru olur?

Sonuç olarak devletlerarası ilişkilerde asıl olan her ülkenin kendi çıkarıdır.

Devletler birbirlerine aşk, nefret, sevgi gibi duygular beslemezler.

Devletlerin çıkarları olur, onları korumak isterler ve bunun için de diplomasi diye bir meslek var.

Devletler birbirleriyle eşit bir ilişki içinde olmalıdırlar ki çıkar çatışmalarını diplomasiyle çözebilmek mümkün olsun.

Devletlerden birisi, kendisini diğerinin çok üstünde görüyorsa sadece kendi çıkarını düşünür, öbürünün bu çıkar nedeniyle zor duruma düşüyor olmasından dolayı bir rahatsızlık da duymaz.

Türkiye – Katar ilişkisinde geçerli olan durum da budur.

Katar, kimseye ihanet etmedi; sadece kendi çıkarını koruyor.

Kendi çıkarını korurken, Türkiye'nin çıkarlarına zarar verdiğinin de kuşkusuz ki farkında ama biliyor ki Türkiye – Katar ilişkisinde güçlü olan taraf kendisi.

Ekonomimizin duvara çarpmış olması bunun bir nedeniyse, diğer nedeni de Erdoğan ve avanesinin Katar ile olan ilişkilerindeki mahcup tavırları olmalı.

Mahcubiyetin nedenini ve derecesini bilemiyorum elbette.

Ancak bildiğim şu ki Erdoğan, kendisini Katar'a mahkûm hissetmeseydi "eyyy Temim" diye çoktan kükremişti.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"