Yakın bir arkadaşım geçenlerde "gen testi" yaptırdı. Gelecekte hangi hastalıklarla karşılaşabileceğini, bunlara karşı bugünden nasıl tedbir alabileceğini öğrenmek için.
"Sen niye yaptırmadın?" diye sormayın. O kadar parayı harcayacaksam bunu Merkezî Sibirya'nın başkenti Irkutsk'ta, donmuş Baykal Gölü'nün üzerinde votka-havyar ile yapmayı tercih ederim.
Bu ömrümü uzatmaz kuşkusuz ama daha eğlenceli olacağını kabul edin ki diğer seçenekleri daha saymadım bile!
Allah uzun ömür versin, arkadaşım bu nedenle hekimin kendisine önerdiği bazı ameliyatlar geçirecek.
Hayır, estetik ameliyatlar değil, ileride kanserli hücreler üretebileceği genetik hesaplamayla saptanan bazı iç organları ameliyat edilecek.
"Çıkar at" modası
Gen dizilimlerimiz ileride başımıza neler gelebileceğinin mesajını kuşkusuz ki verebiliyor. Ancak ortada fol yok, yumurta yokken (bir bakışa göre de ortada fol var da yumurta henüz oluşum aşamasında) sağlıklı bir organı şimdiden çıkarıp atmayı önermek ve bu ameliyatı yapmak tıp etiği açısından ne kadar doğrudur, bilemiyorum. Cahili olduğum bir konuda işin uzmanlarına laf yetiştirmeye çalışacak bir salak da değilim.
Demek ki önleyici tıp denilen bilim dalı artık buralara kadar gelişti diye düşündüm, arkadaşımın öyküsünü dinlerken.
Eski dostumuz Hermann Hesse, insanoğlunun en çok korktuğu düşmanın ölüm olduğunu söylüyordu.
Korkunun kaynağı, ölümün hayatın ve yaptığımız işlerin geçiciliğini bize hatırlatması.
Rahmetli anneannem bunu daha iyi ifade ederdi: "Hayat fani, ölüm ani" diyerek!
Aslına bakarsanız dünyanın düzeninin temelini oluşturan şeylerden belki de en önemlisi ne zaman öleceğimizi bilmiyor olmamız.
O günü bilsek?
Ne zaman öleceğini bilen insanların, dünyanın yerleşik düzenini bozmak için neler neler yapabileceklerini hayal etmek zor değil.
Öte yandan bir gün gelip öleceğini bilen tek canlı türünün de insanoğlu olduğu söyleniyor.
Canlılar aleminin diğer fertlerinin bu konuda ne düşündüğünü elbette kimse bilmiyor, "düşünemediklerini" varsayıp böyle iddia ediyoruz.
Bir gün gelip öleceğini bilse de insan aslına bakarsanız hiç ölmeyecekmiş gibi davranan bir canlı türü.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz ve ölümden sonra başımıza gelebilecekler için de korkutuluyoruz ki dünyanın düzeni böylece sürüp gitsin.
Ölüm korkusuyla açıktan bir savaşa girmek de zaten hem anlamsız hem de mümkün değil.
Onun için bu savaştaki tek silahımız onu yok saymak, aklımıza getirmemek oluyor.
Yeni bir yıla girmeye hazırlanırken ölüm gibi meşum konulara niye girdin diye sinirlenen okurlar elbette olabilir. Ancak onlara söylemeliyim ki zararları kendilerine!
Böyle her şeye kızıp sinirlenirseniz ömrünüz kısalıyor, haberiniz olsun.
İnternette "death clock" diye bir şey var. Orada bazı bilgileri dolduruyorsunuz, size ne kadar ömrünüz kaldığını söylüyor. Aslında bir tür deli saçması. Tam bu satırı yazmadan önce kendim için yaptım, 98 yaşına kadar yaşayacağım görünüyor. Verileri değiştirdim ve kişiliğimi "sinirli" haline getirdim, 28 yıl kaybettim, üç yıl sonra arkadaşlarımın, davetim üzerine Bebek Camisi avlusunda bir toplantıya katılacakları uyarısını aldım. Sonra da beni ekip bir meyhaneye gideceklermiş!
Sinirli olmanın gördüğünüz gibi kimseye faydası yok, her gün kulaklarımızda çınlayan "o ses" bunu da bir kenara not etsin derim!
Gerçi kendisi ömür uzattığına inanılan sebzeleri, meyveleri bahçesinde yetiştiriyormuş ama bunun da boşa bir çaba olduğunu söylemeliyim. Esas mesele sinir kontrolünde!
Mesela Mısırlıların kahvaltısının dünyanın en sağlıklı kahvaltılarından biri olduğunu okudum geçenlerde. Haşlanmış fasulyenin üzerine zeytinyağı, limon, baharatlar ve bir dilim pide. Bu kadar sağlıklı besleniyorlar ama bir Mısırlı için ortalama ömür beklentisi 71 yıl 8 aydan ibaret.
Oysa tereyağı içinde yüzen ortalama bir Fransızı 82 yıl 5 ay ömür bekliyor.
Ama yine de hekimlere, diyetisyenlere kulak vermeden edemiyoruz.
Uzun bir liste var
Bizim gazeteyi okursanız, telomerlerinizi uzatmak için yapabileceğiniz çok şey var.
Bakın, burası "çokomelli"!
Telomer, hücrelerinizdeki "kuyrukların" adı. Onlar ne kadar uzun olursa o kadar genç kalıyorsunuz. O da öyle durduk yerde uzamıyor, biraz gayret göstermelisiniz.
Kebap filan yemeyecek, alkole yanaşmayacak, civarınızda sigara içeni sopayla döveceksiniz.
Flavonoid'lere yüklenmeyi ihmal etmeyecek, kateşine özel bir önem verecek, likopen içinde yüzeceksiniz.
İyi DHA'ları çağıracak, kötü DHA'ları kovacaksınız. Bunu yapabilmenizi sağlayacak bir büyü de var mıdır, bilmiyorum.
Düşünün: Sabah haşlanmış brokolinin yanında bir bardak taze çimen suyu! Öğlen yemeğinde istediğiniz kadar karnabahar, bir yüksük zeytinyağı. Akşamı hafif geçmenizi öneriyoruz; gazpaçonun içine lezzet de versin diye haşlandıktan sonra rendelenmiş dörtte bir kereviz ekliyorsunuz, afiyet olsun.
Bununla ilgili bir hekim - hasta görüşmesini de bilginize sunuyorum:
Hekim: "Alkol yok, sigara yasak. Kebaptan uzak dur, salataya yüklen. Pilavdan kaç, tatlı kesinlikle yasak."
Hasta: "Bunları yaparsam daha uzun mu yaşayacağım?"
Hekim: "Çok uzun yaşar mısın bilmiyorum ama sana çok uzun geleceğine iddiaya girerim!"
Bizim Osman Hoca (Prof. Dr. Müftüoğlu) geçtiğimiz yaz Ertuğrul Özkök'e "günümüzde hedef yaş artık 104" dedi.
İnsan 84 yaşını geçince, 100 yaşını geçme olasılığı çok artıyormuş. Bir kere 104'e ulaşırsanız da hücre yaşlanması duracağı için artık Allah ne verdiyse misler gibi daha uzun yıllar yaşayabilirmişsiniz.
Kâbusa da dönebilir
Bir yerlerde okumuştum, gen şifremiz çözüldüğünden beri ortalama yaşı 95'e çıkarabilmek de mümkünmüş. Sanırım arkadaşımın "önleyici hekiminin" yola çıktığı yer de burası.
Avustralyalı bilim insanı David Goodall, hekim yardımıyla ötanazi yaptırdığında 104 yaşındaydı, gazete haberlerinden belki hatırlarsınız.
Bu tür işlemlerin belli kurallar dahilinde serbest olduğu İsviçre'ye gitmek üzere havaalanındayken gazetecilerin sorularını da yanıtlamıştı.
"Keşke daha önce ölebilseydim" diyecekti, uzun yaşam onun için bir kabusa dönüşmüştü çünkü hiçbir arkadaşı kalmamıştı.
Fransız şair Arthur Rimbaud ilk şiirlerini çok küçük yaşta yazmıştı. Günün birinde bunları topladı ve bir yayıncının kapısına dayandı, şiirlerinin kitap haline gelmesini istiyordu.
Yayıncı şiirleri okuduktan sonra Rimbaud'ya şunu söylemişti: "Bu okuduklarımın içinde tek bir satır bile şiir göremedim."
Rimbaud'nun yanıtı, öfkesini de yansıtıyor:
"İçinizde olmayan şiiri, hiçbir yerde bulamazsınız mösyö."
Uzun yaşamak için çaba göstermenin elbette eleştirilecek bir tarafı yok.
Ama Rimbaud'nun bu sözünü her şeye uygulayabiliriz gibi geliyor bana.
İçinde olmayan yaşam sevincini iki kilo flavonoid yedin diye kazanamazsın.
Her şey insanın kafasının içinde olup biter ve ne yaparsanız yapın, nereye giderseniz gidin, kafanız da sizinle gelir.
Uzun yaşamanın sırrı da bence o kafanın içinde.
Kayak yaparken olduğu gibi: Düşeceğinizi düşündüğünüz anda düşersiniz.
Uzun yaşamanın sırrı önemli ölçüde mutluluktadır.
Bir kadeh kırmızı şarabın yanında domates soslu bir makarnanın sağlayabildiği mutluluğu da iki TIR dolusu brokoli veremez.
Mutlu olmak ve mutlu etmek için yaşayın; kısa da olsa şahane bir hayat yaşamış olursunuz.
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|