Peter ve Lisa Marshall tanıştıklarında başka insanlarla evli iki komşuydular.
Birbirlerine aşık olduklarını, boşanıp, evlendiklerini soyadlarının aynı olmasına bakarak tahmin etmiş olduğunuzu varsayıyor ve aradaki detayları atlıyorum.
Evliliklerinin sekizinci yılında Peter'da unutkanlıklar başladı.
Anahtarını ya da cüzdanını nereye koyduğunu unutuyor, konuşurken doğru kelimeleri bulamıyordu.
2018 yılının Nisan ayı geldiğinde Peter'a Alzheimer teşhisi kondu, hastalık ilerledikçe yeni sorunlar ortaya çıktı.
Lisa, şöyle anlatıyor:
"Kendimize yeni anılar edindik ama bu durum canımı acıtıyor, çünkü hep ‘hani bi kere şey olmuştu, hatırlıyor musun' diye cümleye başlamak istiyor. Onunla anılarımızı yad etmek istiyorum. Ama Peter bırakın 20 yıl önce olanları, şimdiyi bile hatırlayamıyor."
Peter artık evli olduklarını hatırlamıyordu.
Geçen yıl Aralık ayında, herkes Covid korkusuyla evlerinde otururken, koltukta sarılmış "New Girl" dizisindeki evlilik sahnesini izlerken eşinin duygulanıp ağlamaya başladığını fark eden Peter televizyonu işaret ederek, "hadi biz de yapalım" demiş.
Lisa, "ne yapalım" diye sorunca Peter yüzünde kocaman bir gülümsemeyle "biz de evlenelim" demiş.
Lisa o anı şöyle anlatıyor:
"Çok duygulandım. Bana ikinci kez aşık olmuştu. Onur duydum. Kendimi prenses gibi hissettim. Dünyadaki en şanslı kadın bendim."
Düğün organizasyonları yapan bir arkadaşları bütün hazırlıkları yönetmiş. Bir demans uzmanı bulmuşlar, o da ikinci nikahı kıymış.
Lisa bu zor evlilikte Peter'a olan bağını şöyle anlatıyor:
"Eş gibi bir etikete ihtiyacım yok. Ben onun hayatta en sevdiği insanım. Kalplerimiz öyle bir bağla bağlı ki ondan tek isteğim kendini güvende hissetmesi. Hissediyor da… Beni seviyor, ben de onu. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Sonuna kadar birlikte olacağız. Hiçbir şey bizi ayıramaz. Hiçbir şey."
Gazetede düğünde çekilmiş fotoğrafları da vardı.
Ve merak etmeyin, "aklı başında olsaydı yeniden evlenmezdi" diye soğuk bir espri de yapmayacağım.
Aşkın ömrü şu kadar zamandır, bu kadar zamandır diye ahkam kesenlere kapak olsun diye anlattım bu haberi!
* * *
Jun'ichiro Tanizaki'nin romanı Çılgın İhtiyar'ın kahramanı 77 yaşında, türlü hastalıklarla mücadele eden ve yaşamının sonuna yaklaştığını fark ederek kendisini emekliye ayıran bir iş adamı.
Elbette insan gelişimimin bugünkü aşamasında roman kahramanının "77 yaşında bir ihtiyar" olması, hepimize tuhaf geliyor.
70'li yaşlarını yaşayan ve hayata bağlılıklarıyla da nice 40'lıktan daha genç olan çok tanıdığım var.
"Orta yaşın" artık 50'lerden sonra başladığını unutmayalım.
Roman kahramanının "77 yaşında bir ihtiyar" olmasının nedeni, Tanizaki San'ın 1886 doğumlu olmasından başka bir şey değil.
O yıllardaki ortalama ömür beklentisi, 77 yaşı "ihtiyar" yapıyordu, şimdi "ileri orta yaş" yapıyor; hepsi bu.
Lafı uzattım, Tanizaki'nin kahramanı, 77 yaşında, artık işinin bitmekte olduğunu düşündüğü bir sırada, eski bir dansçı olan gelinine karşı giderek açıklanması zor bir istek duymaya başlıyor.
Bu istek giderek çılgın bir ihtiyarın erotik azgınlıklarla yüklü bir fantezisi olmaktan da çıkıyor.
Cinsel tutku ve romantik aşkla beslenen bir yaşama sevinci, adamın yaşamak, mümkün olduğunca daha çok yaşamak isteğini körüklüyor. (Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi. Can Yayınları. Türkçesi: Nili Tlabar.)
Peter ve Lisa Marshall'ın öyküsünü okurken bu romanı hatırlamıştım.
Hastalığı nedeniyle hayat ile olan ilişkisi başka bir düzleme geçen Peter'in, bu bilinç dışı tutkusu acaba bugünkü bilgilerimizle tedavisi olmayan hastalığı yenmesine de yol açabilir mi?
Tanizaki'nin roman kahramanı, Peter'in benliğinde ete kemiğe bürünür mü?
Güneşin altında yeni bir şey yok
Saba Melikesi Belkıs, bugün Etiyopya ve Yemen'in bulunduğu bölgede hüküm sürdüğü rivayet edilen Saba Krallığı'nın hükümdarıydı.
Modern arkeoloji, böyle bir medeniyetin varlığını henüz kanıtlamamış olmakla birlikte kutsal kitaplarda varlığından söz edilen bir ülkeydi.
İslam kültüründe Belkıs olarak adlandırılan melike, kendi "memleketinde" Makeda adıyla bilinirmiş.
Habeşi lisanında "Bu şekilde değil, böyle değil" anlamında bir sözcük bu.
Nasıl bir kişilik olduğunu tahmin etmek zor değil.
Çok zengin bir ülkenin tek hâkimi olan bir kadın!
O vakit estetik ameliyatlar da bilinmiyordu kuşkusuz ama onun da sahip olduğu onca zenginlikle kendisini güzelleştirecek bazı yöntemler kullanmış olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Büyük olasılıkla bugünün petrol zengini şeyhlerinin şımartılmış kızları gibi olmalı. Gününü aylaklıkla geçiren, müzik dinleyip, dans eden bir genç kadın!
Rönesans'tan sonra beyaz tenli bir kadın olarak çizilmişse de yaşadığı ülkeyi dikkate alarak aslında siyahi olduğunu söyleyebiliriz.
Beyazperdede önce Gina Lollobrigida tarafından canlandırılmıştı, hiç olmazsa esmer ve siyah saçlı güzel bir kadındı Gina.
Filmin daha sonraki çevriminde doğru yol bulundu, Belkıs'ı Halle Berry oynadı ki en azından rengin tutturulduğunu söyleyebiliriz.
Belkıs, zenginliğini ve ününü duyduğu Kral Solomon'u (Süleyman Peygamber olarak tanıyoruz) ziyarete gelmişti ve gelirken de yanında 4.5 ton altın getirmişti.
Bunu yaparken kendi zenginliği ile Kral'ı etkilemek istediğini varsayabiliriz.
Ama "avlanan" kendisi oldu, Kral'ın bilgeliği ve zenginliği karşısında dili tutuldu ve âşık oldu.
Normal olarak bir erkeğin arzuladığı şeyler çoğunlukla gerçeklikten bağımsızdır.
Benim şahane bir yelkenli ile dünyanın bütün denizlerini, güneşi takip ederek turlama hayalim gibi!
Kadınlar ise daha gerçekçidir, gerçek olan şeyler arasından istediği şeyin ne olduğunu keşfeder, ona yönelir.
Kral Süleyman'ın gururunun da bu durumdan çok hoşnut olduğunu tahmin edebiliriz. Bir kadının ilgisini çekmek, bir kadını kendisine âşık etmek hangi erkeğin hoşuna gitmez ki?
Zaten Süleyman da kendisine aşırı güvenen Belkıs'ı şaşırtmak için, camdan köşkünün zeminini billur ile kaplatmış, altından su akıtıp, içine balıklar koymuştu. Camdan köşke giren Belkıs bir suyun içinden geçeceğini zannederek eteklerini topladığında çevredekilerin gülüp gülmediklerini bilemiyoruz.
Kadınları etkilemek isteyen erkeklerin aklından olmadık şeyler geçebiliyor.
Bir erkek hayatta ne yapıyorsa, onu hep bir kadını etkilemek için yapıyor.
Belki camdan köşkler yapıp, zeminine billur döşetmek herkesin altından kalkabileceği bir şey değil ama biz fani ve sıradan erkeklerin küçük çabalarının da işe yaramadığını söylemek zor.
Hazreti Süleyman taa o vakit söylemiş zaten: "Güneşin altında yeni bir şey yok!"
Ve hayır, bu anlattığım hikaye ile Mısırlı delikanlının, Şeyma'ya özel uçaklar tutup, yüzükler alması arasında hiçbir ilişki yok.
* Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.