24 Ekim 2020

Persefone, sevgilisine dönmeye hazır!

Persefone ne zaman yeraltına üç – beş aylığına gitse, Demeter yemeden içmeden kesilir, ağaçlar yapraklarını döker, ekinler boy vermez olur. Tabiat Demeter’in acısına eşlik eder, güneş yüzünü göstermez

Yaşamını 50 yıldır Saint Louis Hayvanat Bahçesi'nde sürdüren bir Kraliyet Pitonu geçtiğimiz eylül ayında 7 yumurta yumurtladı.

Yumurtlamasının bir haber olmasının nedeni 15 yıldır bir erkek yılanla bir arada bulunmamış olmasıydı.

Hayvanat bahçesinin müdürü "bu bize sürpriz oldu" diyor ancak ben hiç şaşırmadım.

Bu dünyada mükemmel bir erkek aramaktan vazgeçip, kendi kendine üremeyi başaran o kadar çok dişi türü var ki şaşırırsınız.

Allah saklasın, günün birinde insan dişisi de bunu başarırsa, yandık!

Haberi okurken yüzümde beliren Mona Lisa tebessümünün nedeni Bekir Bozdağ’ı hatırlamış olmamdı.

Bunu en yakınlarıma bile açıklamakta zorlanıyorum. Bazen durduk yerde tebessüm ettiğimde merak ediyorlar, ne oldu, diye.

Açıklayabilmem kolay olmuyor tabii: "Bekir Bozdağ’ı hatırladım da, ondan tebessüm ettim" desem kim inanır?

En yakınım bile inanmıyor böyle açıklamalarıma. "Uydurma" eleştirisini hak etmediğimi, nasıl anlatabilirim?

Bir ara Bekir Bey’in hastalandığı ile ilgili haberler okumuştum.

Kendisiyle siyasi yıldızımız hiç barışmadı ama dileyelim ve dua edelim ki sıhhat ve afiyette olsun.

Bekir Bozdağ, Başbakan Yardımcısı iken Diyanet bütçesi tartışmalarında sözü Gezi protestoları sırasında Bezm – i alem Valide Sultan Camii’nde yaşananlara getirmiş ve "birbirini kadınlı erkekli öpen yapılanmalar" diye bir kavram ortaya atmıştı.

Uydurmuyorum, aynen bu cümleyi kurmuştu: Birbirini kadınlı – erkekli öpen yapılanmalar!

O günlerde bununla dalga geçtiğimi de hatırlıyorum.

"Birbirini kadınlı erkekli öpen yapılanmalar" sözünün ardındaki imayı kavramaya çalışmış, başarılı olamamıştım.

"Birbirini kadınlı erkekli öpen yapılanmalar" olmasaydı, hangimiz hayatta olabilirdik?

Tabii "birbirini erkekli erkekli öpen yapılanmalar" ya da "birbirini kadınlı kadınlı öpen yapılanmalar" konusuna ise hiç girmemiştim. Netflix daha ortalıkta yoktu.

Hikmetinden sual olunmaz elbette; canlılar âleminde böyle "yapılanmalara" yüz vermeyip, işini kendi kendine görenler de var, nitekim sözünü ettiğim Kraliyet Pitonu böyle bir "kadın"!

Ve bu evrendeki tek örnek de değil.

Poeciliopsis adını taşıyan bir cins "dişli sazan" ile Kamçı Kuyruklu Çöl Kertenkelesi böyle mesela.

Kimseyle "öpüşmeyi hedefleyen bir yapılanmaya" girmiyorlar. Zoologlar bunlara "jinojen" diyor. Kendi kendilerini klonlayarak ürüyorlar.

Bir "yapılanma" kurmaya kalkışmadıklarından kendi toplumları için bir tehlike de oluşturmuyor olmalılar; muhalif Kamçı Kuyruklu Çöl Kertenkelelerini takip ile görevli istihbarat örgütünün bunları takip etmesi de gerekmiyor haliyle.

Sadece dişi cinsi olan "Amazon Molisi" de kendisini klonlayarak üreyen bir tür.

Yalnız bu minik balıkların ahlaki durumları, bizim iktidara ters!

Kendi kendini klonluyor ama hiç gerek yokken iki değişik tür küçük balık cinsinin erkekleriyle ilişkiye girmekten de kaçınmıyor.

Üstelik bu yaptıkları gerçek anlamda sadece keyif almak için, çünkü erkek balığın DNA’sının, hiçbir şekilde yavru balıkların DNA’larına geçmediği de anlaşılmış bulunuyor.

Yani bu erkek balıkların istenmeyen bir çocuk sahibi olma tehlikeleri yok, soylarını bu yolla sürdürmeleri de mümkün değil. Bu işi sadece çapkınlık için yapıyorlar.

Üstelik tespit edilmiş ki Amazon Molisi ile ilişkiye giren bu küçük erkek balıklar, kendi türlerinin dişilerine daha cazip geliyorlar.

Nasıl, size de tanıdık mı geldi?

Acaba, insanlar âleminin çapkın erkeklerinin, bu özellikleri bilindiği halde bazı kadınlara cazip geliyor olmasının nedeni, Amazon’un çamurlu sularındaki bu garip aşk üçgenleriyle açıklanabilir mi?

Onu bilmiyorum elbette ancak şunu söylemeliyim ki insan türünün dişi cinsinin kendi kendine üremeyi başaramıyor olması, Allah’ın biz erkek kullarına verdiği bir mükafat olmalı.

Ve unutmayın ki bilimsel gelişmelerden tutun, güzel romanlara, iyi müziklere kadar her şeyin sebebi, erkeklerin, bir kadının gözüne girme çabasıdır.

* * *

Her zaman söylemişimdir, bu dünyada insanların başına gelen her şeyin ilk sorumlusu Antik Ege tanrılarıdır.

Her şeye güçleri yeter ama ölümlü insanlara özgü kompleksler, hırslar, tatmin edilememiş duygular ile hükümranlıklarını sürdürürler.

Birazdan söyleyeceğim şeyin arkeolojik, antropolojik herhangi bir bilimsel değerinin olmadığını biliyorum ama söylemek zorundayım.

Mademki gazeteci oldum, sorumluluğum her şeyi söylememi gerektiriyor.

Başkalarına ne kadar saçma gelirse gelsin!

Bu mesleğin iyi tarafı da budur ki bir gazeteci kendi söylediğinin her zaman en doğrusu olduğuna inanır ve bu fikirlerini insanlıktan saklamanın doğru bir tutum olmadığını düşünür.

Böyle olmamış olsaydı, yüzlerce mühendisin yaratmak için yıllarca çalıştıkları bir otomobili, yarım saatliğine test ettikten sonra "Dikiz aynaları rüzgârda ses yapıyor" gibi cümleleri nasıl kurabilirdik ki?

Neyse, sözü uzatmayayım; yukarıda "Birazdan söyleyeceğim şey" dediğim meseleye geliyorum: Antik Ege tanrılarının böyle insani sorunlar ile malul olmalarının nedeninin Ege güneşi ile pişmiş üzümden yapılan şarap, incir ve zeytinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Şarabın canlılar üzerindeki etkisini biliyorsunuz. Zeytin ve onun yağı da olmasaydı, kuşkusuz ki çok sıkıcı bir dünyada yaşamak zorunda kalırdık.

Hele o incir yok mu?

Şimdi konuyu bu kadar uzattım diye editörlerin sinirlenmeye başladıklarını biliyorum.

Çünkü iyi bir editör, işlerini bir an önce tamamlayıp günün moda barlarından birine bir an önce kapağı atma planları yapan editördür!

Bu da tarihe benim imzamla böyle geçsin; bugüne kadar bu gerçeği siz değerli okuyucularımızdan saklamak için çok çaba gösterdiler çünkü.

Ama mademki kalem benim elimde, konuyu uzattıkça uzatabilir, onları gece yarılarına kadar gazetedeki bir odada tıkılı kalmaya mahkûm edebilirim.

Ne diyorduk: İncir!

İncir olmasaydı, hiçbir lokantanın olmadığı bir tarihsel dönemde insanlar karınlarını doyuramazlar, onun şekeri sayesinde uzun saatler boyunca çalışabilme olanağına da sahip olamazlardı.

Antik tanrılar için de geçerli bu söylediğim tabii ki!

Şimdi söyleyeceklerim aramızda kalsın lütfen; kırklı yaşlarına gelmiş kadınlar da dalında olgunlaşmış bir incire benzerler.

Dalında olgunlaşmış bir incir, kafa tarafından hafifçe çatlar ve içinden bir tür bal süzülür. Tadına doyum olmaz, "hafiften çatlak" oldukları için de insanın içine neşe verirler.

Tabii siz şimdi bu kadar gevezelikten sonra ana konuyu unutmuş olduğumu düşünüyorsunuzdur ama yanılıyorsunuz, ben de hem incirin yararlarını gördüm hem de "incir kadınlar"dan yayılan enerjiyi özümsedim.

Hades ismini taşıyan, öbür dünyanın, ölülerin tanrısı biraz tuhaftı.

Tanrıların tanrısı Zeus ile dördüncü karısı Demeter’in kızları Persefone’ye vurulmuş ve onu Nysa Vadisi’nde çiçek toplarken kaçırdığı gibi yeraltındaki ölüler dünyasına götürmüştü.

Nysa antik kenti, Aydın’ın Sultanhisar’ına yakın bir yerde, bir gün yolunuzu düşürün mutlaka, pişman olmazsınız.

Tabii burada Sultanhisar inciri mi iyidir, Germencik inciri mi tartışmasına girmeyeceğim.

Çünkü her şeyi tartışma konusu haline getirebilmek de iyi bir gazetecinin olmazsa olmaz vasfı sayılmalıdır.

Bu konuda da bir fikrim var elbette ama kendime saklıyorum.

Demeter de kızı kaçırıldı diye çok üzülmüştü tabii.

Üzgün bir kadının yatağını toplamadığını, saçlarını taramadığını, hatta söz meclisten dışarı, sabahları duş bile almadığını biliyoruz.

Demeter de evi barkı boşladığı gibi işini ihmal etmiş, ekinlerle ilgilenmemişti.

Bu nedenle büyük bir kıtlık çıkmış, aç kalan Zeus da Hades’i makamına çağırtıp fırçalamıştı.

Zeus, Hades’e, Persefone’yi bırakmaz ise fena yapacağını söyleyince kızcağız da yeniden yeryüzüne teşrif etmiş, Demeter’in yeniden hasatla ilgilenmesine olanak sağlamıştı.

Ama tanrıların oyunu hiç bitmez, bunu da biliyorsunuz.

Hades, Persefone’ye yeraltında bir nar tanesi yedirmişti ki âşık olduğu kızı arada bir görebilsin.

O günden beri Persefone ne zaman yeraltına üç – beş aylığına gitse, Demeter yemeden içmeden kesilir, ağaçlar yapraklarını döker, ekinler boy vermez olur. Tabiat Demeter’in acısına eşlik eder, güneş yüzünü göstermez.

Ne zaman ki Persefone yeniden yeryüzüne çıkar; ağaçlar yeniden yeşerir, ekinler göğerir, incirler uç verir, tohumlar çatlar, bahar ve ardından yaz gelir.

Persefone’nin ılık ve güzel kokulu nefesi dünyayı sarar, insan yaşadığını anlar, kirazlar, bademler çiçeklenir, kanlar damarlardan hızla akar, her gördüğüne âşık olma isteği insan ruhuna hâkim olur.

Şimdi sizlere çok saçma gelebilir bu öykü ama bir düşünün bakalım: Bundan daha saçma ne hikâyelerle kandırıldınız bugüne kadar.

Gian Lorenzo Bernini -  Persephone'nin kaçırılışı

* * *

Bu satırları yazarken Bodrum’dayım.

Son 50 – 60 yılın en sıcak ekim ayını yaşıyormuşuz ama toprağın ve ağaçların kendi iç saatleri hükmünü sürdürüyor.

Hafiften sararan yapraklar dökülüyor, zeytinler toplanacak kadar çok olmadı bu yıl ama olgun taneler kendilerini yer çekimine bıraktılar, yerler zeytinyağı içinde. Dikkat etmesem, kayıp düşeceğim neredeyse.

Limonlar sararmaya başladı ama mandalinaların da keyfi yok bu sene.

Persefone, sevgilisini ziyaret için yeniden toprağın altına girmeye hazırlanıyor belli ki.

Sonbahar kapıda artık.

Dışarıda yağmur, kar, fırtına kıyamet koparken, sevdiğin kadınla camın önünde oturup bir kadeh bir şey içmenin yerini ne tutabilir ki?

Yazarın Diğer Yazıları

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

"
"