Tarihe ideolojik saplantılarımızla bakmak gibi kötü bir huyumuz var.
Bilmiyorum, dünya yüzündeki başka milletlerde de böyle midir?
İnsan, insana benzer, onun için bu hastalıktan mustarip olanlar sadece biz Türkler olmayabiliriz.
Galiba bu biraz da hesaplaşma kültürü ile ilgili.
Toplumlar, kapanmamış hesapları, bir karın ağrısı olarak yüzyıllarca taşıyabilir çünkü.
Biz bireyler için de geçerli değil mi?
Son sözü söylemeden, son öpücüğü alıp – vermeden biten ilişkiler, muhasebe defterindeki kapanmamış hesaplara benzer.
O günden sonra her şeye o perspektiften bakar, saplanır kalırsın.
Biz Türklerin, tarih ile ilişkisi de biraz böyle.
Geçen gün Koronavirüs salgını ile ilgili açıklamaları okurken dikkatimi çekti.
Bir hastanenin adı (Gülhane) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından şöyle değiştirilmiş:
Sultan Abdülhamit Han Hastanesi!
Niye başına da "Ulu Hakan" diye eklememişler, bunu da merak ettiğimi söylemeliyim.
Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim, ben sosyalistim. Bazı AKP’li okuyucular, beni CHP’li zannediyorlar ama değilim, olsaydım, saklamazdım.
Ancak Sultan Abdülhamit’in tarihsel önemini inkar edecek bir salak da değilim.
Bu ülkenin modernleşme sürecinde önemli bir kilometre taşıydı, keşke paranoyak da olmasaydı.
İnfaz etmeden düşünün derim: Osmanlı Sarayı’nın veraset ve intikal kurallarının içinde hayatını geçiren bir insanın kuşkucu, paranoyak olması şaşırtıcı bir durum mudur?
Şunu da söylemeliyim: Sultan Abdülhamit Han mezarından çıkma olanağına sahip olsaydı, elindeki bastonu ilk önce bugünün İslamcılarının kafasında kırardı!
Cahil ve dar kafalı oldukları, meselelere tarihsel perspektif içinde bakamadıkları için!
Lafı uzattım ama anlayış gösterin ki kaç gündür evde oturup, gün boyunca dünyanın dört bir yanından gelen Koronavirüs haberlerini okuyorum, çenemin düşmüş olması da çok şaşırtıcı olmamalı.
Sadede geliyorum: Sultan Abdülhamit, operaya meraklı bir padişahtı.
Yıldız Sarayı’nda bunun için bir salon yaptırmıştı. Çoluk çocuk toplaşıp, zamanın İtalyan operalarını izlerlermiş.
Bir rivayete göre operaları anlamak için İtalyanca öğrenmeye de çalışmış.
Verdi’nin La Traviata operasının sonu kötü bitiyor, meraklılar bilir.
Alexandre Dumas’ın Kamelyalı Kadın romanından uyarlanan bir librettosu var.
Son sahnede Violetta, Alfredo’nun kollarında son nefesini verir, verem olmuştur.
Sultan Abdülhamit, bu sondan hiç hoşlanmamış.
Emir vermiş, son sahne değişmiş. Adam ne de olsa padişah, o değiştirtemeyecek de ben mi değiştirteceğim?
Yıldız’daki küçük salonda padişah ve ailesinin seyrettiği versiyonda son sahnede Violetta ölmüyor, içtiği bir ilaç sayesinde iyileşip, Alfredo’nun kollarına koşuyormuş!
Koronavirüs, hastane filan derken aklıma bu eski hikâye geldi, anlatana kadar da biraz kafanızı şişirmiş olabilirim, kusura bakmayın.
Olağanüstü günler yaşıyoruz.
Bilim insanlarının söylediklerine bakılırsa insanlık tarihinin gördüğü en önemli salgınlardan biri ile karşı karşıyayız.
Bizdeki şansa bakın!
Yüz yıl önce ya da yüz yıl sonra değil, tam da bugün!
Tam da baharın tadını çıkaracakken...
Bebek’teki muhteşem manolyanın çiçeklerine bakıp, bir kez daha hülyalara dalacakken!
İstatistiklere bakınca, tehlike bize çok uzak gibi geliyor.
Bu kadar milyon nüfuslu ülkemizde, şu kadar yüz bin kişi virüs kapacak, bu kadar on bin kişi yoğun bakımda yatacak, şu kadar bin kişi ölecek!
"Şu kadar bin kişi" bir istatistik olarak soğuk ve anlamsız bir sayı.
Ama "şu kadar bin kişi" içinde, benim, sizin olmayacağınızın garantisi yok. Çok sevdiğimiz yakınlarımızın, arkadaşlarımızın, arkadaşlarımızın yakınlarının, yakınlarımızın arkadaşlarının olmayacağının garantisi de yok!
Keşke bir operanın içinde olsaydık ve birisi son sahneyi değiştirebilseydi, bir ilaç bulun, herkes kurtulsun diye.
* * *
15 yıl önce San Francisco Hayvanat Bahçesi’ne altı Macellan Pengueni getirildi.
Doğal yaşamlarına uygun bir ortama yerleştirildiler. Yüzmeleri için dev bir havuz, kayalıklara oyulmuş yuvalar vs.
İsimlerini Portekizli kaşif Macellan’dan alan bu sevimli hayvanlar Arjantin, Şili ve Falkland Adaları’nın kayalık sahillerinde yaşarlar.
Tüyleri ve vücutlarındaki yağ tabakaları diğer akrabalarına göre daha ince olduğu için, kışın biraz daha kuzeye, Brezilya sahillerine doğru çıkarlar.
Sözü uzatmayayım, hayvanat bahçesine kış mevsiminin başında getirilen altı Macellan Pengueni bir gün kaldıkları bölümdeki havuza atlamışlar ve yedi hafta boyunca hiç durmadan havuzun içinde tur atmışlar.
O güne kadar kafeslerinde miskin miskin oturan farklı cinsten 46 penguen de onlara katılmış.
Macellan Penguenler’i uzmanı Dee Boersma, hayvanların, anavatanları Güney Amerika’da yılda iki kez yiyecek aramak için göç ettiklerini, sonra da karaya çıkıp yumurtladıklarını anlatıyor.
Hayvanat bahçesindeki penguenler de böyle yapmışlar.
Yedi hafta havuzun içinde deli gibi dönüp durduktan sonra karaya çıkıp yumurtlamışlar.
Boersma "içgüdüleri onlara yüzmeyi emrediyor" diye açıklıyor durumu.
Sosyal medyada İtalya’daki sokağa çıkma yasağında balkonlardan şarkılar söyleyenlere bakınca, havuzun içinde dönüp duran penguenleri hatırlıyorum.
Boşuna yüzüyorlarmış gibi görünseler bile yedi hafta sonra karaya çıkıp yumurtalarını bırakmayı başaran penguenleri.
Büyük olasılıkla bu karantina hayatımız da 7 hafta kadar sürecek.
"Canlı" olmak böyle bir şey işte.
Her şart altında hayatta kalmaya çalışmak!
İhtiyar dostumuz, toprağı bol olsun Ortega y Gasset şöyle yazmıştı:
"Yaşamak, daha çok yaşamaktır; insanın kendi yürek atışlarını hızlandırma arzusudur. Yaşam böyle olmadığı zaman hastadır."
Yürek atışlarımızı hızlandıracak şeyin ne olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz, bir de benden duymanıza gerek olduğunu sanmıyorum.
* * *
"Şişman kadın son şarkıyı söylemeden opera bitmez" derler.
La Traviata’dan bir şarkı ile bitirelim: Libiamo ne' lieti calici.
Soprano Anna Netrebko, tenor Rolando Villazon.
Sevdiceğinizle birer kadeh şampanya ile eşlik etmek istemez misiniz, sonu iyi bitecek bir opera için?