28 Eylül 2019

Modern zaman hastalığı: Aşka hazır değilim!

Akışkan modern dünyanın insana sunduğu birlikte yaşama isteği, diğer yandan da birlikte yaşamanın yarattığı riskler ve kaygılarla zedeleniyor, hırpalanıyor

Reyting rekortmeni Mucize Doktor dizisinde Dr. Ferhan karakterini oynayan Onur Tuna, “oyunculuğuyla büyülediği gibi karakteriyle de büyük beğeni topluyor”muş!

Bu bilgiyi Alev Gürsoy Cimin’in, Pazar Postası’ndaki söyleşiye yazdığı girişten öğrendim.

Hem büyüleyici, hem de beğenileri toplayan genç bir erkek!

Genç kadınların kalplerinin çarptığını, alfa erkeklerinin de homurdanmaya başladıklarını duyar gibiyim ama önce herkes biraz sakin olsun lütfen.

Çünkü Onur Tuna kardeşimiz “aşka hazır değil.”

Bu da benim teşhisim değil elbette, Tuna kendisi söylüyor. Bununla da kalmıyor:

“Bana çarpan geri teper!”

Yani diyor ki boyum uzun diye beni tuzağınıza düşürüp (197 cm. imiş boyu), kendinize aşık edebileceğinizi zannetmeyin, bana takılmayın, yanarsınız.

Yazarınız burada Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya bir gönderme yapıyor: “Kullü tavilun ahmak, kullü kasirun fitne.” Uzunlar ahmak, bücürler fitne olur anlamında.

Ve hep merak etmişimdir, Marifetname yazarı Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın boyu kaç santimdi?


Onur Tuna

***

Elbette konumuzun Onur Tuna’nın boyu ile ilgili yok.

Ama madem konu buraya geldi, bir şeye de dikkatinizi çekeceğim.

Fark ettim ki Google aramalarında Türklerin en çok merak ettiği konulardan biri oyuncuların boyları.

Türklerin, artistlerin boy uzunluklarının ne olduğunu bu kadar çok merak ediyor olmalarının nedenini biliyorsanız bana da yazın lütfen.

Onur Bey kardeşimizin “aşka hazır olmadığı” haberini okuyan benim gibi sizler de eminim ki aynı şeyi merak ediyorsunuz: Aşka nasıl hazır olunur?

Sonuç olarak bu bir sınav değil. Sınav olsa oturur çalışırsın, hazır olursun, çalışmazsan hazır değilsindir.

Özel antrenmanlar yapmayı da gerektirmiyor, atletizm yarışı hiç değil çünkü.

Galiba bu mesele, kahramanın yakın geçmişte yaşadığı bir şey ile, bir durum ile ilgili.

Bir aşk ilişkisi yeni bitmiştir, kalbin da aklın da hâlâ o ilişki ile ilgilidir, o zaman tamam.

Bir başka aşk arayışına girmezsin, bu anlaşılabilir bir şey.

Gerçi “çivi çiviyi söker” diye düşünüp bir aşk bitince yenisine atlayanlar da var ama her şeyden önce gönül ilişkileri “çivi” sayılmaz.

Öte yandan çivi ile çiviyi sökeceğini zannedenlerin hayatlarında bir kez inşaatlarda kalıp tahtası sökmek ile görevlendirilmeleri bence şart!

Bunu deneyenler kuşkusuz vardır, Allah akıl fikir versin derim sadece.

Sadece kendilerini değil, “sökücü çivi” yerine koydukları insanları da kandırıyorlar, işte buraya yazıyorum!

***


Zygmunt Bauman

Bir kaç güne kalmaz hepimiz bir kez daha deprem uzmanı olacağız.

Bir jeolojik terim olarak “sıvılaşma” kavramını, Marmara depremi zamanında televizyon bilimcilerinden öğrenmiştik.

Kumlu ve çok zayıf killi toprağın sarsıntı nedeniyle bir tür sıvıya dönüşüp, üzerindeki binaları taşıyamaz hale gelmesini anlatmak için kullanılıyordu.

Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman’ın yarattığı bir kavram bu. “Sıvılaşmış, akışkan zamanlarda” yaşadığımızı savunuyor, toplumdaki değişimin modern zamanlarda giderek daha hızlı olduğunu anlatan bir kavram bu.

Toprağın deprem sırasında sıvılaşması gibi, toplumlar da sıvılaşıyor. Akışkan bir değişim, hiç durmadan devam ediyor.

Neyin modern, neyin post modern olduğunu bile anlamamızı zorlaştıracak kadar hızlı ve akışkan bir değişim!

Bauman’ın Türkçe’de yayınlanmış kitabı “Akışkan Aşk” (Versus Yayınları, Çeviren: Işık Ergüden) da modern zamanlarda erkekler ve kadınlar arasındaki “ilişkiyi” irdeliyor.

Modern insanın kendisinden başka bir şeye güvenmekten umut kestiğini, açık bir yararsızlık duygusu yaşadıklarını ve bunu yenmek için “öteki ile ilişki kurmaya can attığını” anlatıyor.

Ama öyle akışkan bir durum var ki “ilişkide olma hali” bile insanı tereddüde düşürüyor. Bu ilişkinin kendilerine bir yükümlülük dayatmasından çekiniyorlar.

Yükümlülüğün de ötesinde bir kadına ya da erkeğe bağlanmaktan kaynaklanan “özgürlük yitiminden” de huzursuz oluyorlar.

Akışkan modern dünyanın insana sunduğu birlikte yaşama isteği, diğer yandan da birlikte yaşamanın yarattığı riskler ve kaygılarla zedeleniyor, hırpalanıyor.

“Issız adam” filmindeki gibi avucuna kadar gelmiş, parmaklarını kapatsan senin olabilecek aşkı, bu kaygılar ve endişelerle kaçırıveriyor insan. Bauman şöyle yazıyor: 

“Aşk söz konusu olduğunda, sahiplenme, iktidar, kaynaşma ve düş kırıklığı, Mahşerin Dört Atlısı’dır.” Modern insanın tuhaflıklarından biri işte.

Hem birisine her şeyimizle bağlanmak, onu içimize alıp, onunla bir olmak, aynı şeye gülüp, aynı şeye üzülmek istiyoruz hem de sevdiğimiz insanı sahiplenmek, onun üzerinde bir iktidar kurmak istiyoruz. Ve fakat aynı şeyi karşımızdaki insan da yaptığında “hani benim özgürlük alanım” diye dertleniyoruz.

Oysa bir çift olarak yaşamak, aynı zamanda belirsiz bir geleceğe de rıza göstermek anlamına gelir. Bauman’ı okuyalım: 

“İki kişilik yaşamın geniş bir cadde mi yoksa çıkmaz bir sokak mı olacağı bilinemez, en azından önceden bilinemez. Önemli olan şey, sanki bu farklılık önemsizmiş gibi günler boyunca yol almaktır.”

Aşkta önemli olan bu yolculuktur, yolun nereye varacağı değil.

İyi bir yere varır, bir yastıkta kocar ve birbirinin kollarında son nefesini verme olanağı bulursanız ne ala.

Bilinmeyene, öngörülemeyene doğru birlikte ilerlemek, aşk adını verdiğimiz duygunun olmazsa olmazıdır.

İşte Bauman’ın aşk tarifi:

“Aşk, cevabı ertelemek ya da soru sormaktan kaçınmak anlamına gelir.”

Çünkü aşkta “soru sormak” esasen bir güvensizliğin eseridir.

“Bana verdiği sözü tutacak mı” sorusuyla başlayan, “Bana ihanet ediyor mu acaba” sorusuna kadar varan bir dizi güvensizlik belirtisi.

Ve bir aşk ilişkisinde böyle bir durum ortaya çıktıysa bilin ki bu, ilişkiyi suya karışmış bir arsenik gibi yavaş yavaş zehirler, öldürür.

İlişkinin taraflarından biri güvensizlik nedeniyle her öküzün altında bir buzağı aramaya başladığında, bu, ilişkinin öteki tarafını da etkiler.

Bauman’dan aktarıyorum:

“Akıntıya kapılan ilişkinin dümensiz, dayanıksız sandalı, bir çok ilişkinin batma tehlikesi geçirdiği, adı kötüye çıkmış iki kaya arasında yalpalar durur: tam boyun eğme ve tam iktidar, uysalca rıza gösterme ve küstah fetih, kendi özerkliğini ortadan kaldırma ve partnerinkini zapt etme.”

Eğer kendinize bir köle değil de gerçek bir aşık arıyorsanız ve onu bulduğunuza da inanıyorsanız, akışkan modern zamanların etkisinden sıyrılmaya bakın.

Ne kadar süreceğini düşünmeden, beraberce el ele yürümenin insana vereceği haz, yolun sonunun nereye varacağını düşünerek dertlenmenin sizlere vereceği ıstıraptan çok ama çok daha değerlidir.

Böyle yaparsanız, yaşadığınızı hissedersiniz, kalbinizin çarptığını, sonsuzluk içinde akıp gittiğinizi!

Onun için boş verin, hazır olup olmadığınızı sorgulamayı!

Yaşadığını hissetmek istiyorsan zaten hazırsındır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

Yine yakmış yar mektubun ucunu!

İnsanlar birilerini beğendiklerinde artık sosyal medyadan “direkt yürüyorlar.” Oysa flört etmenin, hepsi bir diğerinden heyecanlı bin türlü yolu var ve işin tadını artıran da bu hazırlık aşamaları...

"
"