"Böylece, sonunda bir insanın birini düşünebileceğini hiçbir zaman tasarlayamadığı bir biçimde düşünmeye başladı onu."
Bu cümleyi Gabriel Garcia Marquez'in, Kolera Günlerinde Aşk isimli romanından aktardım.
Romanı okuduğum günlerde bu cümlenin altını neden çizdiğimi kolayca tahmin edebilirsiniz.
Bir insanı, daha önce hiçbir insanı düşünmediğiniz kadar düşünmeye başladıysanız, birtakım duygularınız yoğunlaşıyor demektir.
Muhtemelen aylardan yine bu ay, mevsimlerden yine bu mevsimdi ama yıllar yıllar önceydi.
Bir de şunu not etmişim: "Rüzgar eserken, yelpazenin canı cehenneme!"
Gerçek bir aşkı, bütün fırtınalarına, çalkantılarına rağmen yaşamak, seviyormuş gibi yapılan maskeli bir ilişkiden çok ama çok daha iyidir çünkü.
İnsanlığın yeni baş belası Koronavirüs ile yatıp, Koronavirüs ile kalkmaya başlayınca aklıma ilk gelen şeyin Muhteşem Gabo'nun Kolera Günlerinde Aşk'ı olması da çok doğal.
Sanırım romanı okumuş olan herkesin aklına da zaten bu geldi.
Romanını okumadıysanız çok şey kaçırdığınızı bilin.
Büyük romanları filme uygulamak her zaman çok zordur, ama bu romanın film uyarlaması da zevkle seyredilebilir.
Kim bilir belki de senaryonun yazımı sırasında Marquez'in bizzat işin başında olmasından kaynaklanıyor bu. (Yönetmen: Mike Newell. Oyuncular: Javier Bardem, Giovanna Mezzogiorno, Catalina Sandino Moreno.)
Editörümün affına sığınarak sözü burada Shakira'ya bırakacağım. Filmin orijinal müziklerinden Hay Amores'i dinleyelim önce.
* * *
Geçen gün yayımlanan bir haber dikkatinizden kaçmamıştır diye tahmin ediyorum.
Çin'de Koronavirüs salgını nedeniyle başlatılan ve bir aydan uzun süren karantina uygulamasının sonuçlarından biri de boşanmaların artması olmuş.
Şensi bölgesindeki Şian kentinde, günde ancak 14 boşanma talebine yanıt verebilen devlet dairesi önünde uzun kuyruklar oluşmuş.
Çin'de evlenmek de, boşanmak da çok kolay. Bir gün önceden randevu alıyorsunuz ve işiniz 30 – 40 dakika içinde bitiyor.
Boşanmaların sayısının arttığına, kim, hangi istatistiğe bakarak karar verdi, bu ilgili haberlerde yer almıyor.
Gazete yönetirken böyle bir haber önüme geldiğinde ilk onu sorardım: İstatistiğin kaynağı nedir, normal zamanda günde kaç boşanma varmış, şimdi kaça çıkmış? Boşanma başvurularındaki artışın nedeni karantina nedeniyle mecburen ertelenen boşanma taleplerinin karantina bittiğinde gündeme gelmesi mi, yoksa çiftlerin bir ay aynı evde sokağa çıkmadan yaşadıklarında birbirlerine tahammül edemez hale gelmeleri mi?
Bu haberi değişik yayın organları kullanmış ama belli ki kimse haberin doğruluğunu sorgulamamış.
Nitekim haber sitelerinde tersi de var: Daha önce boşanmaya karar veren çiftler, bir ay evlerinden dışarı çıkamayınca mecburen oturup birbirleriyle konuşmaya başlamışlar ve bu nedenle boşanmaktan vazgeçmişler diye!
Belli ki ilginç haber peşinde bir yerel muhabirin gazına gelmiş herkes.
Türkiye'de yandaş medyanın eksikliğini hissettiği türden bir yaratıcılık bu!
Yalan ama hiç olmazsa ilginç ve kimseye de zararı yok!
* * *
Uzmanlar, Koronavirüs nedeniyle alınması gereken önlemlerden birinin de öpüşmeye ara vermek olduğunu söylüyor.
Uzmanlar söylüyorsa elbette yapmamız gerekir diye düşünüyorum ama unutmayalım ki bazı duygular da dudaktan kalbe akar.
Öte yandan şöyle bir gerçek de var ve bu gerçeği bulanlar da uzman:
Hollandalı uzmanlar, on saniyelik ateşli bir öpüşme ile 80 milyon bakterinin eşler arasında yer değiştirdiğini tespit etmişler.
Eşlerin bakteri ve mikroplarını böyle değiş tokuş etmelerinin, bağışıklık sistemleri üzerinde olumlu bir etki yarattığı da tespit edilmiş.
Evrim süreci içinde insan toplulukları içinde dudak dudağa öpüşmenin giderek yaygınlaşmasında bunun da rolü olduğu düşünülüyor.
Ayrıca öpüşmenin, çiftler arasındaki duyguların yoğunlaşmasını sağlayan bir yönünün olduğu da bilimsel bir gerçek.
Evet, uzmanları dinleyin ve gereksiz öpüşmelerden kaçının ama sevdiğiniz kadını / erkeği öpmekten de geri durmayın derim!
Tam bu noktada Sixpence Non The Richer'dan bir şarkı geliyor: Kiss me!
* * *
Böyle sıkıntılı günler aslına bakarsanız insanların aşkı yeniden keşfetmelerine yol açar.
Karantina nedeniyle boşanmaların arttığı haberine tereddütle yaklaşmamın nedeni budur.
11 Eylül 2001'de ABD'de gerçekleşen terör saldırılarının ardından CNN'in yaptığı bir araştırmayı hatırlıyorum.
CNN'in araştırması, saldırının duyulduğu anda Amerikalıların ilk tepkisinin ne olduğunu bulmaya çalışıyordu. Sonuç şuydu: Amerikalıların yüzde 79'u saldırıyı duydukları anda eşlerini ya da sevgililerini aramış ve "Seni seviyorum" demişti.
Saldırıdan sonraki altı ay içinde New York'ta evlenmelerin ve birlikte oturmak için sevgilisinin evine taşınmaların sayısında büyük artış olduğu görülmüştü.
Konu üzerine çalışan sosyologlardan Pepper Schwartz "Saldırının meyvesi, dokuz ay sonra yeni doğumlarda patlama olarak alınacak" diyor ve açıklıyordu:
"Seks yaşam gücünün bir parçasıdır. 'Nasıl ölmek istersiniz' sorusuna pek çok kişi 'Sevişirken' diye yanıt verir. Yüksek gerilimli zamanlar güçlü duygulara kaynaklık eder. İnsanlar aşkı daha yoğun ve güçlü biçimde hissederler."
UNİCEF'in Suriyeli çocuklar ile ilgili bir raporuna göre, iç savaş sırasında doğan çocukların sayısı savaşın beş yılında 3 milyon 700 bine ulaşmıştı.
Bu sayı, o tarihte Suriye'de 18 yaş altı nüfusun üçte birine karşılık geliyordu.
Kasım 2019 itibariyle sadece Türkiye'de doğan sığınmacı çocuk sayısı 405 bin 521.
Bir arkadaşımdan da babasının öldüğünü duyduğu ilk anda içinden bir çocuk sahibi olma isteğinin yükseldiğini, tek çocuğunun da o tarihten on ay sonra doğduğunu dinlemiştim.
Demek ki sadece bütün topluma acı veren ağır olaylar değil, kişisel travmalar da benzer bir sonuca yol açıyor.
O travma, insanları yaşamın zorluklarına birlikte göğüs gerebilecekleri birisini aramaya yöneltiyor.
Birisinin bizi seçmesini, hayat boyu başımızı dayayabileceğimiz bir omuza sahip olmayı istiyoruz.
Çünkü aşk, bizi gerçek yalnızlıktan koruyabilecek tek şeydir!